Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi değildir

Bu gün Diyanet'in hutbesinde Kudüs'ün ilk kıble olduğu hutbenin başına konulan mevzu bir hadisle teyit edildi. Kudüs, şu an Yahudilerin arzı mev'ud inançlarının bir parçası olarak siyasi çekişmenin odağında bulunuyor. Fil

YAŞAM 8.02.2020 12:26:48 0
Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi değildir
Tarih: 01.01.0001 00:00

Abdülhamit Han sonrası Osmanlı devletinin elinden çıkan tüm topraklar şu an haçlı ve siyonist yahudilerin zulmü altında sömürülüyor. Bu zulm beldelerinden bir de tabi ki Kudüs...

Müslümanların "Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi" söylemi dışında yaptığı ve yapabileceği herhangi bir girişimin olmadığı da net olarak görülüyor.

Belki birileri, bu yazıyı okurken "Bu yazının zamanı mı? Orada Müslümanlar zulm altında..." gibi hamasi sözlerini duyar gibiyiz. Bazı müslümanlar şu an bu ortamda Kudüs'ün ilk kıble olmadığı görüşünün bilinmesi durumunda Filistin'e desteğin biteceği inacıyla söylene gelen bu tarihi yalanı istemeden de olsa sahiplendiğini elbette biliyoruz. Kudüs'ün ilk kıble olmadığını Yahudiler Müslümanlardan çok çok iyi biliyor. Kudüs'ün ilk kıble olup olmamasının Müslümanlar açısından bir değer ifade edeceğini Yahudiler bilseydi zaten bu propagandayı çoktan yapmış ve keyfine bakmıştı bile... Yahudi de biliyor ki orada bir soykırım var ve bu zulmün karşısında tüm müslümanlar desteklerinde en ufak kayba uğramayacaklardır.  

Şu gerçeği tüm müslümanların artık görmesi gerekiyor. Kudüs'ün ilk kıble olması inancı Filistinlilerin kaderini değiştirmediği gibi ilk kıble olmayan diğer İslam coğrafyasındaki müslümanların halide Kudüs'ten farklı değil... 

Müslümanların ilk kıble inancından öte farklı söylem ve sonuç alıcı girişimlerle Filistin'i bir an önce Yahudilerin istilasından kurtarmaları gerekmektedir.

Bu gün Diyanet'in Kudüs hutbesine baktığımızda da aynı şekilde kuru hamasi nutukları görebildik. Diyanet gerçekten Kudüs meselesine el atmak istiyorsa önce Diyanet'i siyasetin güdümünden çıkarmak için hutbeler vermeye başlamalıdır. Özerk Diyanet'in yeniden yapılanması ve yeni bir başkan ve yönetimiyle Allah'ın emrettiği dinin anlaşılıp anlatılacağı bir yapılanmaya girmesi, bu yapılanmaya göre din görevlisi tercih etmesi ve korkmadan İslam'ı anlatması durumunda yeni neslin Kudüs'ü Yahudilerin elinden alacağına en ufak şüphemiz bulunmamaktadır.

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nde Ömer Faruk Harmancı isimli müellif tarafsız ve objektif bilgilerle hazırladığı "Kudüs" başlıklı yazıda Kudüs'ün ilk kıble olmayıp geçici kıble olduğu yazarken; Nebi Bozkurt isimli müellifin kendi inandığı geleneksel bilgiyi destekleme sadedinde tamamen subjektif şekilde kaleme aldığı "Mescid-i Aksa" isimli yazısında ise Kudüs'ün ilk kıble olduğundan söz edilir. 

Oysa Kudüs Müslümanların ilk kıblesi olmadığı, Peygamberimizin Medine'ye hicreti sonrası 1 veya 1,5 yıllığına geçici kıble tayin edildiği ve daha sonra gelen ayetlerle tekrar Kabe'nin kıble olarak belirlendiği kaynaklarda belirtilir. Hatta bu konuda geleneksel anlayış, kıblenin Kudüs'e çevrilmesini peygamberimizin takdiri olduğu yönüyle peygamberin de kanun koyucu olduğuna delil olarak getirdikleri dikkat çeker. Oysa namaz gibi bir ibadetin farz olan kıble rüknünün peygamberin şahsi tercihine bırakılmayacağı açıktır. Hele hele "Ben ancak vahyolunana uyarım" diyen bir peygamberin vahiy dışında aklının estiği şekilde kıble değiştirmeyeceği bilinmelidir.

Şunu başta belirtelim ki, Mescid-i Aksa ismiyle bilinen şu an Kudüs'te bulunan mescit, Peygamberimizin hayatında yoktu. Şu an var olan Aksa isimli mescit, Abdülmelik bin Mervan döneminde siyasi amaçlarla yaptırılmıştır. İsra Suresi'nde peygamberimizin yürütüldüğünden söz edilen Mescidi Aksa tamamıyla gaybi bir konudur. Bu konuda ilim ehlinin Kudüs'teki Mescid-i Aksa, Beytü'l-Makdis veya Meleklerin sürekli ibadet ettiği yeryüzünde olmayan mescit şeklinde farklı düşünceler de bu konunun gaybi olduğunun başka bir delilidir. Peygamberimiz ayette belirtildiği şekilde bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütülmüştür. Bu gece yürüyüşünün nasıl olduğu, ruhen mi bedenen mi olduğu, Mescid-i Aksa denen yerin nasıl ve nerede olduğuna dair bilgiler Kur'an'da verilmemiştir. Mevcut rivayetlerin tamamı da birbiriyle çelişkili olup anlaşıldığı kadarıyla ravinin kendi dönemi itibariyle İslam toplumun düşüncesini yansıtır bilgiler manzumesidir. 

Elbette Kudüs bu gün müslümanların kanayan bir yarasıdır. Orada Müslüman Filistin halkı Siyonist Yahudilerce baskı görmekte, kendilerine soykırım uygulanmakta, zulmün binbir çeşidi yapılmaktadır. Filistinlilere yapılacak yardımın ilk kıble şeklinde siyasi hamaset içerikli sloganik cümlelerden ziyade insani söylemlerle fiili olarak çözümlenmesi gerekmektedir. Kudüs'teki zulüm elbette bir an önce çözümlenmelidir. Yazının sonunda konuyla ilgili gerekli önerilerde bulunmaktadır. Yazıları sabırla okumanız tavsiye edilir.

Aşağıda Diyanet Ansiklopedisi'nden Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın ilk kıble olmadığı bilgilerini görecek; ayrıca Ömer Yıldız'ın konuyla ilgili ayrıntılı yazısını bulacaksınız:

1) KUDÜS (https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus)

Kudüs ismi Kur’an’da doğrudan geçmemekle birlikte bu şehirden el-Mescidü’l-Aksâ’nın mübarek kılınan çevresi şeklinde bahsedilmiş (el-İsrâ 17/1), ayrıca bulunduğu bölge “mukaddes toprak” (el-Mâide 5/21), “iyi, güzel bir yer” (Yûnus 10/93) olarak nitelendirilmiştir. Hadislerde ise Mescid-i Aksâ’nın, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Resûlullah ile beraber ziyaret amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden biri ve yeryüzünde Mescid-i Harâm’dan sonra inşa edilen ikinci mescid olduğu belirtilmiştir (Buhârî, “Fażlü’ṣ-ṣalât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 6, “Ḥac”, 26, “Enbiyâʾ”, 8, 40; Müslim, “Ḥac”, 288, “Mesâcid”, 2; Nesâî, “Mesâcid”, 3). Ayrıca bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Beytülmakdis’te namaz kılmayı tavsiye ettiği de aktarılmaktadır (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 14). Kütüb-i Sitte dışındaki rivayetlere göre Hz. Îsâ nüzûlünden sonra ölünce Medine’de Resûl-i Ekrem’in kabri yanında veya Kudüs’te defnedilecektir.

Hicretten önce iki veya üç yıl süreyle Hz. Peygamber’in Kâbe’yi de önüne almak suretiyle Kudüs’e yönelerek namaz kıldığı (İbn Sa‘d, I, 243; Kurtubî, II, 150; Fahreddin er-Râzî, IV, 110) ve -farklı rivayetler bulunmakla birlikte- Medine döneminde on altı veya on yedi ay bu uygulamanın devam ettiği, daha sonra kıblenin Kâbe’ye çevrildiği kabul edilmektedir (Buhârî, “Ṣalât”, 31, “Tefsîr”, 18; Müslim, “Mesâcid”, 11-12). Resûl-i Ekrem’in sağlığında belli bir dönem için Kudüs’ün kıble olarak tercih edilmesi, müslümanların bu şehri dinî bir merkez olarak görmelerinin sebeplerinden birini teşkil etmiştir.

Ayrıca Hz. Peygamber’in, Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya gece götürülmesi şeklinde gerçekleştirilen İsrâ (el-İsrâ 17/1) ve ardından mi‘rac mûcizelerinde Mescid-i Aksâ’ya gitmiş olması müslümanlar için bu şehrin önemini arttırmıştır. Muhammed Hamîdullah, el-Mescidü’l-Aksâ’nın Beytülmakdis değil semalarda bulunan, meleklerin sürekli Allah’a ibadet ettikleri bir mescid olduğunu ileri sürmüşse de (İslâm Peygamberi, I, 150-151) adı geçen mescidle sonradan bu ismi alan caminin değil Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Beytülmakdis’in kastedildiği de bilinmelidir. 

Bunların dışında Kudüs, Hz. İbrâhim’den itibaren pek çok peygamberin yaşadığı, mukaddes olarak da tanımlanan bir bölgede bulunması, Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Beytülmakdis’i barındırması, İsrâiloğulları’nın ve onlara gönderilen peygamberlerin mücadelelerine mekân olması açısından semavî dinler geleneğinde önemli bir yere sahip olmuştur (Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, s. 63-147).J

2) Kudüs Müslümanların İlk Kıblesi Değildir - Ömer Yıldız (http://sivaspostasi.com.tr/kose-yazilari/kudus-muslumanlarin-ilk-kiblesi-degildir-1717.html)

Kudüs ilk kıble değil, ilk kıble Kâbe´dir. Sonra Kudüs ve ayet ile tekrar kıble Kâbe´dir. Bunun en güçlü delili ve belgesi Bakara suresinin 144. Ayetidir. “İnsanların sorunlarını çözesiniz/insanlara şâhit olasınız diye, sizi orta noktada olan bir toplum yaptık; böylece Peygamber de sizin sorunlarınızı çözer/size şâhit olur. Biz, Peygambere uyanı, topuğu üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, senin eskiden yöneldiğin Kâbe´yi kıble yaptık. Bu, Allah´ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı hiçe sayacak değildir. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı şefkatlidir; merhametlidir.” Olay bu kadar net ve açık iken başka söze gerek yok ama konuyu namaz vakitleri ile ilgili ayetlerle de açıklamak mümkün. Söz konusu ayetlerden bir tanesi şudur:

 “Onların söylediklerine sabret! Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini övgü ile tesbih et/namaz kıl! Gece saatlerinde de O´nu övgü ile tesbih et/namaz kıl! Gündüzün belli vakitlerinde buna devam et ki mutlu olasın!” (20/Ta-Ha: 130).  Bu ayet namaz vakitlerini en ayrıntılı ve açık bir şekilde haber veren ayettir. Ta-Ha Suresi Mekkî bir suredir. Şu halde Hz Peygamber ve arkadaşları Medine´ye hicretten önce de namaz kılıyorlardı ve namazlarında da Kâbe´ye yöneliyorlardı. Yine Mekkî olan ve namaz vakitlerinden bahseden:  Güneşin sarkmasından (aşağı kaymasından) gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar namaz kıl ve sabahın Kur´an´ın(ı, uzunca Kur´an okunan sabah namazını) da (unutma). Çünkü sabah Kur´an (okuması) görülecek şeydir” (17/İsra 78). ve Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl. İyilikler kötülükleri giderir. İşte bu, Allah´ı ananlara bir öğüttür.” (11/Hud: 114), ayetleri üzerinden bir okuma yaparsak namazların Kâbe´ye doğru kılındığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

 Hz Peygamber´in nübüvvetten evvel, sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit namaz kıldığını kaynaklar bize söylüyor. Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı gibi Mekke döneminde ve hicretten evvel Müslümanların namaz kıldığı ve kıble olarak Kâbe´ye yöneldikleri de bir gerçek. Şu halde Müslümanların Hicretten sonra, bir müddet namazlarda Kudüs´e doğru yönelmiş olması, ilk kıblenin Kudüs olduğu anlamına gelmemektedir.

 Kudüs Müslümanların "ilk kıblesi" değil, "geçici kıble"sidir. İlk ve "Değişmez Kıble" Hicret öncesinde de namaz için yönelinen Kâbe´dir. Bunun böyle olduğunun aklî delili ise, Hz Ömer´in Kudüs´ü fethettikten sonra, Miraç anlatısında önemli bir konum atfedilen “Hacer-i Muallak” denilen taşı aratmayışı ve Mescid-i Aksa diye bir mabedin olup olmadığının araştırılmasını yaptırmamasıdır.  Eğer İsra Suresi´nde bahsedilen ve Hz Peygamberin tüm peygamberlere imamlık ederek namaz kıldırdığı bir mescid olsaydı Halife Ömer bu konuya kayıtsız kalmaz, gereğini yapardı. Bu kayıtsızlık bize Müslümanların, Hz Peygamber´in “Hacer-i Muallâk” üzerinden Mirac´a çıktığına dair hiçbir bilgilerinin olmadığını gösteriyor. Eğer böyle bir şey söz konusu olsaydı, bu derece önemli bir durum karşısında yapılacak ilk şey derhal Hacer-i Muallâk´ın yerinin tespiti ve Mescid-i Aksa´nın Kur´ân´da geçen mescit olduğunun ilan edilmesi olurdu. 

 Peygamberimiz Medine´ye hicret edince, İslam´ın en temel ibadetlerinden olan Namazı ikame ederken, belki, Yahudilerin gönlünü kazanmak en azından şerlerinden emin olmak ve Yahudileri Müslümanlığa ısındırmak için onların kıblesi olan Kudüs´e doğru yöneldi. Ayrıca Muharrem ayında aşure orucu tutup, onların şeriatlarına göre hükümler verdi. Anlaşılan bu strateji çok işe yaramadı. Yahudiler Hz Peygamber´e ihanet ettiler. Verdikleri sözleri tutmadılar, anlaşmaları ihlal ettiler. Yahudiler, İslam´a ısınması bir yana, bu işten dolayı şımarıklık gösteriyorlar ve “Muhammed ve arkadaşları kıblenin neresi olduğunu bilmiyorlardı onlara biz yol gösterdik” şeklinde küstahça alay ediyorlardı. On altı - on yedi ay devam eden bu olaydan bir netice alınamayacağı anlaşılınca, Hz Peygamber de Yahudilere karşı stratejisini değiştirdi. Yönünü/kıblesini Kudüs´ten Mekke´ye çevirmeyi istedi. Allah da onun isteğine uygun ayetler indirdi.  

 Durum bu minval üzereyken, Bedir savaşının iki ay öncesinde, bir öğlen veya ilkindi namazının edasında, Peygamberimizin gönlünden geçeni müjdeleyen; Biz, yüzünü göğe doğru çevirdiğini görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm´a doğru çevir. Siz de hepiniz, nerede olursanız olunuz, yüzlerinizi o tarafa doğru çeviriniz. Şüphesiz kitap ehli, Peygamberin, Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilir. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir” (2/ Bakara: 144), ayeti nazil oldu. Bunun üzerine namazın bitmesi beklenmeden Kâbe´ye dönüldü.

 Bu gün bu olayın gerçekleştiği mescid, “mescidu´l kıbleteyn” (iki kıbleli mescid) olarak bilinir. Kıblenin Kâbe´ye çevrilmesi, “Bazı beyinsiz insanlar, “Şimdiye kadar uydukları kıbleden onları vazgeçiren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allah´ındır; O, dileyeni doğru yola iletir” (2/bakara: 142), ayetinden de anlaşılacağı gibi Yahudilerin canını sıkmış ama yerinden - yurdundan sürgün edilen Müslümanları mutlu etmiş, arzuları yerine gelmiştir.

Kudüs´ün Kutsallaştırılmasının Ardındaki Siyasi Maksatlar

 Müslümanlar fethinden sonra, Abdullah bin Zübeyr´in Hicaz bölgesinde kurduğu devlete kadar, Kudüs´e sıradan bir şehir gözüyle bakmışlardır. Abdülmelik bin Mervan, Mekke´de kendisine karşı halifeliğini ilân eden Abdullah bin Zübeyr ile girdiği politik mücadelede bir taktik olarak, Hz Ömer tarafından inşa edilen basit bir yapının yerine, Hz Peygamberin vefatından 60 sene sonra, Mekke´deki Mescid-i Haram´a nazire olsun diye “Mescid-i Aksa”yı inşa etmiştir.   Zührî gibi hadisçilere de Kur´an´da bahsi geçen Mescid-i Aksa´nın, bu mescit olduğunu söylettirerek ve "Üç mescid (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa) için ziyaret yapılır" şeklinde bir hadis de uydurularak bu camiye kutsal bir hüviyet kazandırılmıştır. O günden bu yana tüm Müslümanlar bunu böyle kabul etmişler, “Mescid-i Aksa” dendiğinde Kudüs akla gelir olmuştur

Abdülmelik bin Mervan zamanında hem Kubbetü´s-Sahra´nın yapılması, hem de basit bir yapı olan Hz Ömer´in Süleyman Mabedi kalıntıların üstüne inşa ettiği mescidin görkemli bir şekilde yeniden inşa edilerek Mescid-i Aksa isminin verilmesi o dönemdeki siyasi olaylarla yakından ilgilidir. Tarihi kaynaklar, Kubbetü´s-Sahra´nın Kral Abdülmelik´in Müslümanların Hac için Mekke yerine Kudüs´e gitmesi için yaptırdığını söylerler. Emevilere karşı ayaklanan Abdullah b. Zübeyr, Mekke ve Medine´nin yönetimini 15 sene elinde tutmuştur. Mekke ve Medine Abdullah´ın hilafeti ile yönetildiği bu yıllarda Emevi halifeleri hacca giden Müslümanların Abdullah´a biat edip, siyasi rakibi tarafına geçmelerinden korkuyorlardı. Bu korkularından hareketle hacıların hacıların Mekke´ye gitmemesi için Kudüs´ü Mekke´ye alternatif olarak düşündüler

 Hicaz´daki Mekke ve Medine gibi iki kutsal şehri ve buralardaki mescitleri elinde bulundurup Şam´daki Emevi halifeliğine karşı mücadele eden sahabeden Abdullah b. Zübeyr, çok etkili ve fasih konuşuyordu. Hac zamanında Abdülmelik´i lanetleyip, insanları kendisine bey´ata davet ediyordu. Bu gayretin neticesi olarak Şamlıların büyük çoğunluğu da ona meylettiler. Abdülmelik bin Mervan, bunu duyunca insanların hacca gitmelerini yasakladı. Hacca gitmelerine müsaade edilmeyen insanlar ona kızdılar. Bundan sıkıntı duymaya başladılar.

 Bunun üzerine Abdülmelik harekete geçip, Mekke´de kendisine karşı halifeliğini ilân eden Abdullah ile girdiği politik mücadelede bir taktik olarak, Miraç anlatısında Hz Peygamberin üzerine basarak yolculuğa başladığına inanılan Hacer-i Muallâk´ın üzerine Kubbetü´s Sahra´yı yapmaya başladı. Bu sayede insanlar hacca gitmekten vaz geçsinler ve gönüllerini Kudüs´e yöneltsinler istiyordu. Nihayet insanlar inşaatın tamamlanmasından sonra Kudüs´e gidip kayanın etrafında, tıpkı Kâbe´nin etrafında tavaf eder gibi dönüp tavaf etmeye başladılar. 

 Bugün Kudüs denilince akla ilk gelen, Hz Peygamber´in üzerine basarak Miraç´a yükseldiğine inanılan ve Hacer-i Muallâk´ın üzerine inşa edilen, kubbesi altın yaldızlı Kubbet´üs Sahra, Şam hacılarının Mekke ve Medine´ye gitmemeleri ve Kâbe´ye alternatif olması için inşa edilmiştir. Zira insanlar Mekke´ye giderlerse Abdullah bin Zübeyr´e biat etmelerinden korkulmuştur. Nitekim Zübeyr´in hükümdarlığı sona erene kadar, tam on beş sene Şam hacıları Kubbet´üs Sahra´da tavaf yapmış, Mescid-i Aksa´da da vakfeye durmuşlardır.  “Hacer´ül-Esved” yerine de, Yahudi geleneğinde Süleyman mabedi temelinin köşe taşı ve dünyanın tam ortasında bulunduğuna inanılan “Hacer-i Muallâk”  ikame edilmiştir.

 Abdülmelik´in siyasi emelleri uğuruna Kudüs kutsallaştırılmış ve burada inşa edilen mescide Kur´an´da geçen Mescid-i Aksa ismi verilerek, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî´nin yanı sıra üçüncü kutsal mescid olarak ilan edilmiştir. Tüm bu argümanlar Emevî saltanatının meşruiyetini ve devamını sağlamak için kullanılmıştır.

 “Ömer Camii” diye de bilinen Kubbet´üs Sahra, bilinen hiç bir cami mimarisine benzemez. Sekizgen olup, etrafı meydan olarak düzenlenmiştir. Mekke ve Medine´ye gitmesi istenmeyen hacılar, hac tavafını bu mescidin içinde veya dışında yapacak şekilde tasarlanmıştır.

 Abdülmelik bin Mervan hac için Kâbe´ye gitmenin yasaklanmasından dolayı oluşan memnuniyetsizliği gidermek ve insanları yatıştırmak için Kudüs´ün hac mekânı olarak benimsetilmesi noktasında başta İsra ve Miraç´la ilgili uydurulmuş hadisleri kullanmış ve bu konuda etrafına topladığı saray ulemasından da yardım almıştır. İnsanlar Hac için Mekke´ye gitmekte ısrar edince; ”Namaz ve ibadet için hiçbir mescide sefer edilmesi doğru değildir. Sevap umarak yalnız şu üç mescide sefer edilir; Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa” tarzında hadislerin onun zamanında uydurulduğu veya Mescid-i Aksa´nın eklendiği kuvvetle muhtemeldir.

Süleyman Ateş´in İbn Kesîr´den naklettiğine göre: “İnsanlar Kudüs´e gidip Hacer-i Muallâk´ın etrafında, tıpkı Kâbe´yi tavaf eder gibi dönüp tavaf etmeye başladılar. Böylece insanlara Mescid-i Haram yerine, Beyt´ül-Makdis´i, Kâbe yerine de Hz Peygamberin Mirac´a çıktığı bu kayayı ziyaret edebilecekleri söylenmiş ve bu kayanın üzeri ipek örtüler ile örtülmüştür. Kudüs hacıları Bayram gününde orada kurbanlarını kesip, saçlarını tıraş etmişlerdir. 

 Kubbetü´s Sahra´yı çok güzel inşa ettiler. Orayı renkli mermerlerle döşediler, hizmetçiler tahsis ettiler, çeşitli kokular, miski amber ve safranlar saçtılar. Çok masraf yapıyorlar, geceleyin kubbeyi ve mescidi buhurlarla tütsülüyorlardı. Altın ve gümüşten kandiller ve zincirler asarak orayı süslediler. Buhurları tütsüledikleri zaman kokusu uzak mesafeden hissediliyordu. Burayı ziyaret eden bir kimse dönüp memleketine vardığında kendisinden günlerce misk, tütsü ve güzel kokular yayılıyordu ve onun Mescid-i Aksa´daki kayalığa gittiği ve Kudüs´ten geldiği anlaşılıyordu. Mescid-i Aksa´da çok sayıda hizmetçi ve kayyum vardı. O gün yeryüzünde ondan daha güzel bir bina ve kayalığın üzerindeki kubbeden daha göz alıcı bir kubbe yoktu. Öyle ki insanlar, Ka´be´ye haccetmeye gitmeyip oraya gelmeye başladılar. Hac mevsiminde ve diğer zamanlarda Mescid-i Aksa´dan başka bir yere gitmez oldular.

Abdülmelik ve adamları, Mescid-i Aksa´da ve kayalığın kubbesine ahiret manzaralarını çağrıştıran işaretler ve semboller koydular. Sırat köprüsünün, Cennet kapısının, Rasülullah´ın ayağının ve Cehennem vadisinin tasvir ve resimlerini Mescid-i Aksa´nın kapılarına ve birçok yerine yaptılar. Böylece insanlar aldandılar.” 

 İbn-i Teymiye; peygamberin üzerine basıp, göğe çıktığı söylenen bu kayanın üzerinin sahabe ve tabiûn devrinde hep açık kaldığını, Abdülmelik´in insanları Mekke ve Medine´ye gitmelerini önlemek amacıyla, bu taşa ve üzerindeki mabede ziyareti teşvik ettiğini söyler. “İnsanlar hükümdarlarının dini üzeredir” sözünü tasdik eder biçimde, insanların o günden bugüne bu taşa ve üzerindeki Kubbetü´s-Sahra mabedine saygı gösterdiklerini, bu arada halkın ilgisini daha da arttırmak için bu mevzudaki Yahudi masallarını yayan kimselerin türediğinden dert yanar. (Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak Mekke Yılları, s.170)

 Müslümanlık açısından Kudüs´ün fethedilen diğer şehirlerden ve Mescidi Aksa´nın diğer camilerden hiç bir farkı yoktur. Olmamalıdır da. Tekrarda fayda var. Bu cami, Abdülmelik bin Mervan´ın Kâbe´ye alternatif olarak yaptırdığı bir camidir. Burası İsra Suresinde anılan ve Miraç anlatısıyla da ilişkilendirilen bir mekân değildir.  Zira İsra olayı cereyan ettiği zaman Kudüs, Süleyman Mabedi de dâhil harap bir şehirdir. Mescidi Aksa diye de bir cami yoktur. Bu yer o vakitler çöplük halindedir.  Kur´an´da geçen Mescidi Aksa ise, Bir kısım ilim adamı ve Prof. Dr. İsrafil Balcı´ya göre, Mekke civarında Cirane vadisindeki küçük bir mescittir.

 Siyer kitaplarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber ve Müslümanlar Mekke döneminin yasaklı ve ambargolu yıllarında ibadet edebilmek için gizlice ıssız yerlere gidiyorlardı. Bu gidişler bazen de uzun sürebiliyordu. Bu şekilde değişik yerlerde namaz kılmayı adet haline getirdikleri mescit yerleri oluşmuştu. İşte bu mescitlerden en uzakta bulunanına da “en uzak mescit” anlamında Mescid-i Aksa denildi. Sahabelerin şehirden uzaklaşarak namaz kıldıkları bu mescitlerin çoğu hicretten sonra ihtiyaç kalmadığı için terk edildi. Mescid-i Aksa da bu şekilde terk edilmesine rağmen teberrüken ziyarete devam edildi.  Hz. Peygamber´in H. 8. yılda ihrama girdiği, Mekke´ye 8 km veya 8 mil uzaktaki ve İsra olayında bahsi geçen mescid, bu mescittir. (Daha fazla bilgi için bakınız.

 Emevi halifesi Abdülmelik´in siyasi amaçları uğuruna Kur´an´daki bir ayet ve uydurulmuş birçok hadis kullanılarak, -bazı hadisler de uydurtarak- Kudüs kutsallaştırılmış ve burada inşa edilen mescide Kur´an´da geçen bir mescit ismi verilerek, Mesci-i Haram ve Medine´deki Hz Peygamber´in mescidinin yanı sıra İslam´ın üçüncü kutsal mescidi olarak ilan edilmiştir. Tüm bunlar Abdülmelik´in iktidarını meşrulaştırmak veya Emevî saltanatının devamını sağlamak için kullanılmıştır.

  Sonuç

 Kudüs için sözün bittiği noktadayız. Küresel güçler ne tür provakasyonların çıkacağını tam olarak kestiremediğimiz bir projeyi sahneye koydu. Müslüman dünyanın konu ile ilgili yeni bir söylem ve bir ayar tutturmakta zorlanacağı görülüyor. Yaklaşık bin yıldır İslam dünyasının gerilemesin ve kayıplarının sembolü olan Kudüs kendimizi bulma çabasında öne çıkarılıyor. Kaybettiklerimizi arıyoruz. Kaybettiklerimizle beraber medeniyet tasavvurumuzda yeniden alevlenene kadar söndü, gitti.

 Devletin ve siyasi erkin görevi ve toplumun beklentisi, hiçbir aşırılığa ve hamasete fırsat vermeksizin içinde diplomasinin de yer aldığı hemen her yolla sorunu çözmeye çalışmaktır. Ma´şeri vicdanı“Kudüs bizim neyimiz olur?” sorusuyla buluşturmanın yolu insan yetiştirme düzeniyle ilgilidir. Toplumun gazını almakla sonuçlanabilecek bir geçici durum, şimdi belki tahmin edilen sonucu vermez, ama uzun vadede duyarlılıkların heba edilmemesi gerekir.

  Kudüs üzerine titrediğimiz bir şehir. Bağdat´ın sadece Bağdat, Şam´ın sadece Şam olmadığını bilen bu millet Kudüs´ün ne olduğunu haydi haydi bilir. O halde karar vericiler, sorumluluk mevkiinde yer tutanlar başkalarından bir adım önde teenniyi, sabrı, soğukkanlılığı, murakabeyi, diplomasiyi dikkate alarak bizi meydanlarda ve sanal mecralarda yorup tüketmek yerine sağlıklı ve uygulanabilir önerileriyle yol göstermelidirler.”

 Filistin topraklarında hem Yahudiler, hem de Filistinli Müslümanlar Kudüs´ün ve mabetlerinin kutsallığından hareketle yıllardır savaş halinde yaşamaktadırlar. Siyonist rejimin buradaki zulmü ve Filistinlilere uyguladığı şiddetli baskılar dayanılacak türden değil. Filistinli Müslümanlar kendilerine uygulanan İsrail zulmüne karşı çıkma ve atalarından devraldıkları topraklarda özgürce yaşama hakkına sahip oldukları için son derece haklıdır ama kutsalların zannedildiği gibi kutsal olmadığının anlaşılması, bunların tarihte siyasi veya farklı amaçlarla uydurulan mitlerden ibaret olduğunun hakkının teslim edilmesi bu kavga, savaş ve zulmü sonlandırmak için başlangıç olabilir.  

 Filistin´deki işgal dünyada çözülmesi gereken en acil sorunlardan biridir. Senelerdir soykırıma maruz kalınmasının ve binlerce insan kaybının yanı sıra milyonlarca Filistinlinin de mülteci konumunda olması da işin cabası. Huzur ve istikrar, bu coğrafyanın çocukları olarak hepimizin rüyasıdır. Kudüs ise Filistin´in ötesinde anlamlar taşıyan bir şehirdir. Bunu tüm dünya halkı, Trump´a verdiği ortak tepki ile göstermiştir. Herkes şunu iyi bilmeli ki İsrail, bölgedeki sorunun ana kaynağıdır.

 Bir mücadele, sırf hasım güçlü olduğu için kaybedilmez. Mücadele için gücünü milletinden alan bir devlettin, dirlik ve birliğin olması gerekir. Bu bağlamda Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi´nin “Dostlarıyla uğraşanlar, düşmanlarını yenemez.” sözünü aklından çıkarmamak gerekir. Gerek Filistin halkının gerek İslam dünyasının birbiriyle uğraşmayı ve birbirini zayıf düşürmeyi bırakıp, bütün enerjilerini Kudüs´ün işgalden kurtarılmasına teksif etmeleri gerekir.

 Mücadelemizde Hz Peygamberi örnek alıp, tıpkı Onun gibi emin, dürüst, adil ve çalışkan olmalıyız. Kudüs´ü ancak her şeyi ile topluma/dünyaya örnek olan insanlar kurtarabilir. O insanın nasıl olacağını tüm dünyaya göstermeliyiz. Duygularımızla hareket etmek yerine aklımızı kullanmalıyız. Üniversitelerimizin araştırma merkezlerinde, bağımsız enstitülerde bilgi üretip, teknoloji açığımızı gidermeliyiz.  

Ahmet Albayrak Hocanın ifadesiyle, Kudüs ve Mekke´nin kurtuluşu için aklı başında çocuklar yetiştirmek gerekir. Yüz anne baba böyle çocuk yetiştirse, bunların arasından bir Selahaddin Eyyubî çıkar. Yeter ki bu ümmet çocuk büyütme ile yetiştirme arasındaki farkı kavrasın. İnsanın, soruyla, inatla, direnişle, acıyla, aşkla, çileyle yetişeceğini görsün. Bizim Kudüs edebiyatına değil, çocuk edebiyatına ihtiyacımız var.

  Kudüs sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın ortak sorunudur. Hıristiyanları, Siyonist olmayan insaflı Yahudileri de yanımıza çekmek ve ortak platformlar marifetiyle, sorunu uluslararası zemine taşımak gerekir. İletişim çağında, sesini duyurmak için sadece slogan atmakla kalmayıp,  dünya çapında etkili iletişim araçlarına sahip olmamız iktiza eder. Bunun içinde uluslararası etkiye sahip televizyonlar, gazeteler, ajanslar, sosyal medya markaları oluşturmamız gerekir

Kudüs sadece dini bir mekân değil aynı zamanda insanlığın ortak kültür hazinesidir. Buradaki tarihi eserleri, yapıları ve kültür mirasını iyi öğrenmek, bunların İsrail tarafından nasıl tahrip edildiğini dünyaya anlatmak, BM´yi, UNESCO´yu harekete geçirmek gerekir.

 İslam ülkelerinin yöneticilerini birleşmeye, ortak tavır almaya, birlikte hareket etmeye ikna yolları aranmalıdır. İktidarlar birleşmiyorsa, sivil toplum örgütleri marifetiyle Müslümanların birleştirmesinin çaresine bakılmalıdır. Bütün gücümüzle ve meşru araçlarla mücadelemizi sürdürürken şiddete meyletmemeye, hukuki zeminde kalmaya özen gösterilmelidir. Zira şiddet marjinalleştirir ve düşmanı meşrulaştırır.

 Ne yazık ki Müslüman ülkeleri yönetenler bu sosyolojik taleplere cevap vermek yerine başka arayışların içindeler.

 Taraflar kutsal üzerinden yürüttükleri tavizsiz iddialarını sürdürdükleri sürece bu topraklara ve genel olarak dünyaya barışın gelmesi boş bir hayal gibi görünüyor. Oysa taraflar makul olanı isteyerek, söz konusu toprakları yeniden birlikte ve eşit olarak yaşadıkları yeri barış yurduna yani Darü´s selam´a dönüştürebilirler. 

 Sorunun çözümü biraz da kutsalların ürediği tarihi arka planı açığa çıkarmaktan geçmektedir. Her din kendi adına kendi kutsalının hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığını ve değerini sorgulamalı ve yeniden yorumlamalıdır. Çünkü kutsal olan şeyler barışa, iyiliğe, adalete hizmet ettiği sürece değerlidir. Ama kutsallar iyilik yerine kötülük, adalet yerine zulüm üretiyorsa ve farklı inanç ve düşüncelere mensup insanların barış içinde bir arada yaşamaları yerine çatışmalarına ve birbirlerini katletmelerine ve egemenlerin bu kutsallar üzerinden otoritelerini sürdürmelerine yol açıyorsa, o kutsalların değerini sorgulamanın zamanı gelmiş demektir.

 Abdurrahman Dilipak geçtiğimiz gün yayınlanan yazısında meseleyi çok doğru ifade etmiş. Kudüs kurtarılmayı bekliyor değil, bizi kurtuluşa davet ediyor. Uyuşuk köleler gibi sinirleri ve iradesi alınmış haysiyetsiz kişilikten kendi iradesine sahip çıkıp bir özne, bir fail olmaya davet ediyor. Kudüs kurtarılmaktan ziyade içinde bulunduğu durumla bizi kurtuluşa davet ediyor

 Şu anekdotta görüleceği gibi; İsrail, tüm dünya ve Filistin için bir patolojidir. Bununla başa çıkmazsak bu patoloji hepimize bulacaktır. Çünkü bulaşıcı bir karaktere sahiptir. Başı Kipalı müfettişler bir Yahudi İlkokulunu teftiş ediyorlar. Öğretmen öğrencilere soruyor ve öğrenciler de hep bir ağızdan cevap veriyor.

-Süleyman Tapınağı´na inanıyor musunuz?

-İnanıyoruz.

-Tapınak nerede inşa edilecek?

-Mescidi Aksa´da.

-Mescidi Aksa ne olacak?

-Yıkılacak.

-Kudüs ne olacak?

-Tamamen Yahudi. Araplar ya ölecek ya köle olacak.

Müfettişler; "Ne güzel hepsini öğrenmişler." diye memnuniyetlerini ifade ediyorlar.

 Bu tür bir hastalıklı düşünceye sahip olan Siyonistlerden, Mustafa Öztürk Hocanın söylediği gibi; “Kudüs meselesinin çözümünde, Yahudilerden insaf ve izan beklemek boşunadır.” Onların anladığı lisan güçtür/savaştır. Bu bağlamda zamanını kestiremem ama meselenin kesin çözümü için, Türküye-İsrail savaşı kaçınılmaz görünüyor.