Dernekler ve vakıflar neden beklentileri karşılayamadı?

Mehmet Koç

YAŞAM 2.05.2020 17:02:17 0
Dernekler ve vakıflar neden beklentileri karşılayamadı?
Tarih: 01.01.0001 00:00

2004... AK Parti’nin ilk yılları…

Başörtüsünden muzdarip olanlar haklı olarak “örtü sorununun çözümü” için Erdoğan’a yükleniyor.

Bir taraftan toplumsal baskı diğer taraftan devlet erkinin baskısı arasında sıkışmış kalmış Erdoğan bir mitingte, “Tamam sorunu çözelim. Taşın altına elinizi koyacak mısınız? Nerede sizin kamuoyunuz…” sözlerini sarfetti.

Erdoğan, Müslümanların bir an önce sivil toplum örgütlerini arttırmalarını, var olanları da güçlendirmelerini istiyordu.

Bu talebini Erdoğan lafta da bırakmadı.

TÜRGEV, KADEM, TÜGVA gibi öğrenci/kadın merkezli derneklerin kurulmasını teşvik etti. Bu kuruluşların maddi sorunlarını belediye ve iş adamları ile fonladı ve bu dernekler oldukça güçlü bir şekilde yollarına devam etti ve ediyorlar da.

Geleneksel dernek ile vakıflar ise şu an yok olmaya yüz tuttu.

Bürokrasiye alınacak elamanlar noktasında AK Parti, başta Memur Sen olmak üzere Ensar, İlim Yayma Cemiyeti, Anadolu Gençlik Derneği gibi kendine yakın gördüğü sendika ve dernekleri tercih etti.

2009’a kadar her şey günlük gülistanlıktı.

Çünkü bu sivil kuruluşlar 28 Şubat’ın zorlu günlerinden kalma vefakar ve cefakar insanların elinde idi.

O günlerde bu sivil kuruluşlara gidip gelmek, üye olmak bedel isterdi. İşadamları, tuzu kurular, bir şekilde devlette işini halledenler, "şeriatçı, yobaz, örümcek kafalı..." yaftalarına muhatap olmamak için bu müesseseleri garip guraba yeri görürlerdi.

Bu gün bürokrasiye ve sivil topluma musallat olanlar o günlerde vakıf ve derneklerin önünden bile geçmiyordu.

***

Şu ayrıntıyı da vurgulamadan geçmeyelim.

Tuzu kuruların bu kuruluşlara sahip olmasının en etkin ve tercih edilen yolu da adamın yokluğunda cemaat liderlerinin bir süreliğine iyi niyetle götürdüğü teklifler idi.

Bir cemaate yakın olduğu düşünülen iş adamı veya bürokrata, sırf parası ve nüfuzu olduğu için cemaatin lideri veya yönetimi şöyle bir teklifte bulunmayı uygun gördü:

"Bizim burada temsilcimiz yok! Hadi sen bu işi halledersin... Bize bir dernek/vakıf kur!" yada "Şurada bizim bir dernek var. Şunun yönetimini eline al da sahip çık!"

Bunlar nihayetinde yönetime talip olmadılar. Aday olup seçilmediler. Doğrudan cemaat liderinin atamasıyla bu koltuklara oturdular.

Belki ilk etapta her iki tarafın da niyetleri halisti. Samimiydiler. Ama gerek bunları atayanlar gerekse kendileri, bu işi daha iyi yapacaklar ortaya çıkmasına rağmen yönetimi bırakmamakla yanlışa ortak oldular.

Adamın yokluğunda kuruluşun emanet edildiği bu şahıslar da iş bilen, ilmi ile donanımlı, üretken, eleştirel düşünceye sahip, teşkilatlanmada profesyonel, çağın yapısına anlayan ve karşı çözüm bulabilen... yeni üyelere engel olmakla diğerleri kadar dernek ve vakıflara zarar verdi.

Bu geleneksel dernek ve vakıfların kaderiydi.

***

Bir de yeni kurulan ile var olanların değişen yönetimlerinin yaşadığı süreç dikkate değerdi.

Erdoğan'ın sivil topluma verdiği önemi farkeden iş adamları ile bürokraside makam sahibi kodaman takım, imtiyaz elde etme adına bu kuruluşlara musallat oldu.

Amaç belliydi.

Sivil toplum lideri olmanın avantajından istifade ederek iş koparmak, ihale almak, gittiği devlet bürosunda ve en yoğun muhatap olduğu belediyede adam yerine konulmak...

Yeri geldiğinde dernek ve vakfın gücünü kullanarak kendi menfaati adına karşıya şantaj yapmak...

Aslında onlar da musallat olmadı.

Kendilerine haksızlık etmeyelim.

Vakıf ve derneklerde görevli mustazafların paraya ihtiyacı vardı.

Paranın yanında bir zenginle veya bürokratla oturup kalkma, yemek yeme, arabasına binme, yanyana yürümenin verdiği hazla müstekbir tabakadan rol çalmak istenmişti. Ama müstekbir tabaka öyle kolay kolay aşağıdakileri rolüne ortak edecek gibi değildi...

Zaten bu tabiatın akışına da tersti. Mustazaflarla rol paylaşmayan müstekbir tabaka, rol çalınmasına dahi müsade etmediği gibi mustazafların elinde zoraki tuttuğu sivil kuruluşları da ellerinden birbir alıverdi.

Zaten Başbakan Erdoğan da, "Dernek ve vakıfları güçlendirin" demişti. Zenginlerle güçlendirmekten daha tabi ne olabilirdi ki...

AK Parti’nin vakıf ve derneklere yöneldiğini gören iş adamları ve bürokratlar ağır ağır bu kurumlara yönelmeye ve yönetimlerinde yer almaya başladı.

Parası bol, ağzı laf yapanlar başta olmak üzere bürokrat ve iş adamlarından oluşan grup kısa sürede dernek ve vakıfların başkanlıklarını elde etmekte gecikmediler. Ne de olsa fakir adam altın gibi kıymetli sözler söylese de onun kumaşı zenginin olduğu dükkanda yer bulmuyordu.

İmtiyazlı sınıfın dernek ve vakıflara hakim olmasıyla işler tabi ki bir anda değişti.

İlk olarak istişare heyeti ortadan kalktı ve toplumun ahlaki ve dini eğitim kurumları olan bu müesseseler bürokrat ve iş adamlarının arka bahçesine döndü. Sonra sırasıyla;

1- Tabanla birlikte hareket edip tabanın sesine kulak veren yönetimler yerini imtiyazlı sınıfın sözünü dinleyip kendini alkışlayan tiplere bıraktı.

2- Taban ise yönetimin ne yaptığından habersiz bir şekilde sesinin duyulmadığından şikayetlendi. İlk fitne sivil müesseselere böylece girdi ve ortam dedikoduya bulanmış oldu. Zaten bir yerde dedikodunun başlaması gövdeyi tahta kurularının istila ettiğinin ilk göstergesiydi.

3- İmtiyazlı sınıfın yönetime atanması ile birlikte gayret, samimiyet ve ihlas yok olmaya yüz tuttu. İmtiyazlılardan oluşan yöneticiler hem kendi işleri nedeniyle buralara ağırlık veremiyor hem de kafalarına göre yönetim oluşturup istişareyi devreden çıkardıkları için arkada gönlü kırık onlarca insan bırakıyordu.

4- İmtiyaz kimliği ile yönetimi eline alanlar, ihtiyaç sahiplerinin müesseseden yardım talep ettiğini unutup kendilerinden istekte bulunulduğunu düşünerek gelenleri azarlamak, surat asmak, önem vermemek gibi istemdışı davranışlarda bulunmakla bu kuruluşların motor çalışanları olan garip gurabayı incitip kaçırdılar.

Oysa bu ihtiyaç sahipleri çoğunlukla dernek ve vakfın lokomotifi vefakar kimselerden oluşuyordu. Dini tebliğ dahil derneğin kuruluş amacı tüm yükü ile bu garibanların sırtından geçiyordu.

5- Eskiden yönetimlerde kurumu iş edinen ihlas sahibi insanlar vardı. Bunlar hesap verme korkusu ile başarılı olma adına işlerine ehemmiyet verirlerdi.

Nasıl iş adamı ve bürokratlar kendi işinin daha iyi olması adına gayret gösteriyor ise derneğe yönetici atanan kişilerde kendilerini gösterme, işlerinin devamlılığını sağlama adına dernek ve vakfı başarılı kılıyorlardı.

Bu başarılarının bir parçası olarak liyakat esaslı üye kaydı ve objektif kriterlerin öncelendiği ihlasla çalışanlardan oluşan şeffaf bir yönetim kendini gösterirdi. Derneğin gelir ve giderleri yönetime açık bir şekilde ilan edilir. İstişari kararla müessesenin tüm işleri yürütülürdü.

Liyakatsız tabakadan oluşan yeni yönetimler, objektif kriterlerden ve Müslümanların ihtiyacından öte kendi iş çevresinin ihtiyaçlarına göre plan ve programlar yapmaya başladılar.

Siyasete ve ekonomiye angaje olmuş yeni yönetimler, dernek ve vakıfların ahlak ve tebliğ faaliyetlerini ihmal etmeleri nedeniyle toplumsal ahlakın yozlaşmasına en büyük katkıyı vermiş oldular.

Belki de AK Parti’ye kesilen “Sizin döneminizde ahlaksızlık arttı” bahanesinin temelinde suçu başkasına atma, kendi acizliğini görmeme eğilimi vardı. Gerçekten de AK Parti’nin yapacağı sadece yapısal reformlardan ileri gitmiyordu.

Toplumsal ahlakın lokomotifi olması gereken müesseseler dernek ve vakıflardı. Ama onlar çoktan ahlaksal iflası yaşıyorlardı bile…

6- İmtiyazlı sınıfın elinde harcanan güzide kurumlar, istişari olmaktan ziyade göstermelik emir kullarından oluşan yönetimlerden de şu an ağır ağır uzaklaşmaya başladı.

Neden? Biliyor musunuz...

Müessese başkanının hırslı, tutkulu, emretme ve sevketmeyi seven hanımı da varsa işin rengi tamamen değişiyordu.

Yönetmeyi seven ama iş bilmeyip herşeye maydanoz olan yönetici eşleri tarihte devletleri dağıtmakla kalmıyor sahip olunan dernek ile vakıfları da dağıtmakta tüm maharetlerini (beceriksizliklerini) ortaya koyuyorlardı.

Derneği kısa zamanda ele geçiren hanımefendi gece kocasına yapacağı işleri buyuruyordu: “Duydun mu? Şu, şunu demiş… Bu var ya bu! Büyük ihtimalle senin yerine göz koymuş… Bu kadar para akıt, yıllardır derneği/vakfı omuzla sonra bu çulsuzlara kuruluşu bırak. Olacak şey değil… Bunu şuradan, şunu buradan halledelim. Halledelim ki ayağımıza bağ olmasın…”

Artık göstermelik yönetimde gitmiş sevgili başkanızın yanına hanımefendinin arkadaşlarından oluşan kadınlar danışma kurulu gelmiştir. Hanımının arkadaşları karşısında yağı eriyen başkanımız artık hanımı yetmezmiş gibi arkadaşlarının da önerilerini emir telakki edip uygulamaya koyulmaktadır.

7- Hepsinden önemlisi kendini az yetiştirmiş, paranın ve bürokrasinin verdiği güçle kendini pek akıllı gören, tuzu kuru bu yönetimlerin en büyük hatası ise Kur’an eğitimini ve sohbetleri kulak arkası etmeleri idi. Artık dernek ve vakıflar zenginden fakire para, yemek, ihtiyaç malzemesi akıtan emme basma tulumbalara dönmüştü.

28 Şubat döneminde eğitim, araştırma, sohbet, münazara, mütalaa merkezi olan dernek ve vakıflar artık yeni yönetimlerle birlikte münafık tipli Müslümanların mekanı haline dönüşmüştü.

Eli iş tutan, ağzı laf yapan, bilgi ve beceri ile donanımlı, hakikati gören ve doğru tespitler yapan cesaret sahipleri fikirlerinin karşılık bulmaması üzerine kuruluştan kopmak durumunda kaldı. İş bilenlerin aksine, mecut yönetime, “Belki bir gün bir işim düşer de hallettiririm” diyen ya da “Şehir hayatında adam bulmak zor. Aile ve çocuklarımızla gidip gelecek başka kimimiz var. Ne yapalım. Sabır…” deyip kayıtsız şartsız itaat eden, etli sütlüye karışmayan tipler kuruluşların hantal yapısını kat be kat arttırdı.

8- Belki de bu durumun en tehlikeli yanı ise iktidardaki partinin değer kaybetmesi olmuştu. 2009'dan sonra değişen yönetimlerin bürokrasiye referans olduğu defolu bürokratlarla AK Parti tepkilerin odağı oldu. Referans olunanlar ya gevşek, pısırık, mıymıntı, iş bilmez müslümanlardan seçiliyor ya da beyfendilerin iş kotardığı kesimlerin dinden uzak çocuklarından oluşuyordu.

Emek vermeden, İslami mücadelenin içinden gelmeyen insanlar kuruldukları koltuklarda İslam'a ve müslümanlara nasıl zarar verdiklerini haklı olarak düşünemiyorlardı.

Nihayetinde alın teri dökmeden gelmişlerdi buralara...

Kendilerini buralara getirenler, bir gün kendilerinin odasına uğrayıp çay içerek keyiflenecek, hava atacak ya da iş kotaracak veya kendisi gibi bir başka gevşeği daha işe aldıracaktı.

Yöneticilerle birlikte taban da gevşedi. Sivil toplum kuruluşlarına üye olanların veya yönetimine talip olanların bir çoğu hükümetten üst yönetim kadrolarına atanmak gibi hedef ve gayeler içerisinde bu kuruluşlara yönelmekle dava bilincinin yerini menfaat bilinci aldı.

Davanın bittiği, menfaatin başladığı yerde de haliyle bu kuruluşlar toplumsal soruna çözüm üretmek yerine kendileri toplumsal sorun olup çıktılar.