Zayıf temel

Ali Bulaç

VAN 19.09.2013 11:51:34 0
Zayıf temel
Tarih: 01.01.0001 00:00

Zayıf temel

Bir türlü çözemediğimiz sorunları (Kürt ve Alevi konusu, gayrı Müslimlerin hakları, ekonomik sorunlar, kimlik krizi, dış politikada yaşadığımız tıkanıklık); Ortadoğu’da süren toplumsal patlamaları; din, etnik, mezhep temelli çatışmaları mevcut entelektüel kapasitemizle, politik tutumlarımızı yönlendiren fikir stoklarımızla çözemeyeceğimiz ayan beyan ortada. Müslümanlar birbirlerini vahşice, barbarca öldürüyor. Neden?

Önümüzde duran iki anlam haritası var: Biri Batı’dan iktibas ve ithal ettiğimiz modeller; diğeri İslami kaynaklardan hareketle önerilen kavramsal çerçeveler. Ülkemizin ve bölgenin ağırlıklı nüfusu Müslüman. Ama muhafazakârından-dindarından İslamcısına kadar olayları İslam’ın sahih bakış açısıyla ele alıp analiz eden insan sayısı çok az, bunların da siyasetçiler ve karar vericiler üzerinde kayda değer etkileri yok. Ortadoğu’daki kriz, Suriye’de yaşanan trajedi bize bugüne kadar “tevhid, ümmet ve Kur’an referanslı” düşündüğünü zannedip yeni bir dünya tahayyülünü dile getiren İslami grupların, cemaat ve akımların, radikal dernek ve geneli itibarıyla Müslüman aydınların nasıl İslam’ın itikadi, fıkhi ve kelami zemininden yoksun olduklarını; nasıl bir anda sadece seçimle görece-az buçuk inisiyatif kazandıkları devletin motive ettiği milli/ulusal çıkar ve politikalar ekseninde bir anda millici-milliyetçi, devletçi, mezhepçi, şiddet ve savaş yanlısı militaristler olabileceklerini ortaya koymuş oldu. Tabii ki bu zihni sapma Türkiye dindarlarına, İslamcılarına veya Sünniliğe özgü değil; son birkaç yıl takip ettiği ulusal ve bölgesel politika dolayısıyla İran/Şii dünya ve Vehhabi-Selefi havza için de söz konusudur. Mezhepçilik ve milli çıkar adalet duygusunu öldürüyor; vicdan ve aklı köreltiyor.

Önümüze konan diğer yol haritası bize Batı’dan empoze edilmektedir. Bunun da sorunları çözme yerine daha da kronik hale getirdiğini deneysel olarak gördüğümüz halde aydınlarımız ve akademik dünya İslam’la doğru temas kuramadığı için önlerine ne konuyorsa onu alıyorlar. Esasında askeri ve politik tahakkümünü, ekonomik sömürü ve kültürel hegemonyasını önerdiği reform paketleri üzerinden yürütmekte bulan Batı, kendi reform paketlerinden başka değişim modellerine yaşama şansı tanımıyor. Batı’nın hukuktan iktisada, sosyal politikalardan gündelik hayatın tanzimine kadarki çözüm önerileri kendi istisnai tarihinin, özel toplumsal şartlarının ürünüdür, bize çözüm önerme kapasitesi tümüyle imkânsız değilse de pek düşüktür.

Oysa kronikleşen nice sorunun İslami açıdan çözümü gayet basittir. Mesela kavimlerin kendilerini ifade etmesi ve ana dilleriyle eğitim görmesi temel bir haktır, çünkü yüce Allah bu ikisini “kendi ayeti” saymıştır. Kim kendini nasıl tanımlıyor ve beyan ediyorsa İslami açıdan biz onu kendi tanımı ve beyanıyla kabul ederiz. Bir türlü “Ben sizden farklıyım, ibadetim de farklıdır diyen Alevi’ye “Tamam öylesin, bu beni ilgilendirmez. Cemevinde ibadet et.” diyemiyoruz. Görüşlerine değer verilen kanaat önderlerine bakın, bakış açılarını besleyen İslam değil, başka kaynaklardır. Somut örnekler ortada:

Alevilik konusunda uzman bir zat televizyonda “Sorunu teolojik yönden değil, insan hakları ve evrensel değerler çerçevesinde ele alalım.” diyor. Bu uzman ilahiyatçıya göre Alevi konusunun kelamî ve fıkhî çözümü yoktur, yani İslamiyet bu sorunu çözemiyor. İslamcı iddia ile yayına başlamış bir gazetenin köşe yazarı da sorun “Devlet ile din işleri gerçek anlamda ayrılmadığı müddetçe devam edecektir.” deyip bize bir asır önceki Fransa’ya dönüşü öneriyor. Bu cümlenin “kilise-devlet ayrılığı”nın temel alındığı Fransa’da anlamı var, ama din ile devletin iki ayrı cevher-entite olmadığı tarihimiz ve kolektif algımız açısından anlamı yok. Her iki şahsın -ilahiyatçı ve dindar yazarın- bize önerdiği bildik laikliktir. Dindarlarımız sekülerleşmiş, farkında değiller. “Cemevleri ibadethane olamaz.” diyenler ise, tarihteki hâkim pratiği veya 1924’ten bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden sürdürülen Cumhuriyet din anlayışını referans alıyorlar. DİB bir devlet kuruluşudur, devletin kurucu ideolojisine ve resmi politikalarına rağmen görüş beyan edemez, sorun çözemez.

“İlahiyatlar ve felsefe” konusu da gösterdi ki, sorun çok derinlerde, fikri temellerin yeniden inşasında yatıyor.