YUNANİSTAN UYGARLIĞININ TELİF HAKLARINI ALABİLECEK Mİ?

Akif EMRE

VAN 14.07.2015 13:58:18 0
YUNANİSTAN UYGARLIĞININ TELİF HAKLARINI ALABİLECEK Mİ?
Tarih: 01.01.0001 00:00
Kapitalizmin yedeğinde yükselen Avrupa gücü, emperyal yayılmacı politikalarını, kendi içinde de alt sınıfların ezilmesi pahasına daha çok kazanmanın yolunu meşrulaştırıyordu. Yunanistan’ın erken dönemde AB’ye alınması, kollanması, tüm imkânlarını cömertçe kullanmasında bu retoriğin etkisi yadsınamaz.
Yunan halkı yaşadığı büyük ekonomik krizden bedel ödemeden kurtulamayacaklarını anladıklarında adeta çılgınca bir tercih yaptılar. Avrupa Birliği’ne olan borçlarını ödemeyeceklerini, direneceklerini vaat eden sol uçlarda marjinal bir partiyi desteklediler. Merkez partilerin rasyonel çözümlerinin tükendiği siyasal ortamda son bir çıkış olarak radikal söylemlere destek vererek kurtulacaklarını umdular. Aslında Syriza’ya verilen destek denizin bittiğinin itirafıydı. Deniz bitmiş ama kemer sıkmadan, daha fazla ekonomik yaptırıma muhatap olmadan, hatta mümkünse hayat tarzını hiç değiştirmeden krizi atlatma arayışı…
Hem Yunan hükümetlerinde hem de halka yansıyan bu risksiz kriz çözme beklentisi nerden geliyor? Bunca borç batağına batmalarına neden olan hesapsız harcamaların zamanı geldiğinde ödeneceğini, bunun bir bedelinin olacağını düşünmemiş olabilirler mi? Ya da eğer bir devlet aklı, devlette süreklilik varsa popüler temayülün dışında yöneticilerin, siyasilerin bunu hesaplamamış olmaları mümkün mü?
Daha önce bir kaç kez çıkan skandalda Yunan devletinin daha cazip kredi kullanmak ve borçlar konusunda sıkışmamak için resmi ekonomik göstergelerde oynadığı ortaya çıkmıştı. Devlet sahtekârlığı denilebilecek bir tutumun toplumsal bir karşılığı da var elbette.
Tutumun kültürel, psikolojik, tarihsel karşılığı olmalı.
Yunanistan’ın tüm Avrupalı devletlerle el ele vererek Osmanlı’dan koparıldığı süreçten beri Avrupa uygarlığının düşünsel kökenlerine sahip olma duygusu sürekli beslendi. Üstelik bu söylemin siyasi, askeri, ekonomik olarak karşılığını hep gördü. Bir bakıma Avrupa’nın namusu, uygarlıklarının doğduğu havza olarak el üstünde tutuldu. Her durumda sürekli bunun avantajıyla hareket etti. Malum, Avrupa uygarlığı icat edildiğinde üçlü bir sacayağı üstünde yükseldiği varsayıldı. Atina, Roma ve Kudüs… Atina bu bedeli Avrupalıların ödemek zorunda olduğunu düşünür sürekli. Adeta Batı uygarlığının telif haklarına yapılan ödemenin tamamlanmadığını düşündüren bir tutum vardı kamuoyunda.
Referandumda çıkan sonuç, hem siyasilerin hem halkın adeta Avrupalıların her ne oluyorsa olsun kendilerini kurtarmaya, yardım etmeye mecbur olduklarını hissettiren, dahası uygarlığın telif hakkının ödenmediğini izhar eden bir tutumu yansıtıyor.
Belki, bu telif bedeli talebine hala toleransla bakılacak durumlar vardır. Ancak kapitalizmin kendi çıkarlarından hiç bir zaman öncelikli değildi bu medeniyet söylemi. Üstelik tarih önünde tek taraflı bir telif anlaşması dayatıyordu Yunanistan.
Sonuçta sosyalist, sol retorik hiç bir uygulama imkanı bulamadan çöktü ve kapitalist Avrupalı patronların önünde anlaşmayı yapmak zorunda kaldı. İlkin, Yunanistan’ın girdiği borç batağının büyüklüğü zengin AB’nin tolere edebileceği hacmi çoktan aşmıştı. İkincisi de finans kapitalizminin çıkarlarından feda ederek katlanacağı ne uygarlık ne de ahlaki değer vardı.
Varılan anlaşma kapitalizmin gerçek yüzüyle Yunanistan’ın karşılaşmasıdır. Yunan halkı kendi hayat tarzlarını bozmadan muhayyel uygarlığın bedelini Avrupalılara ödettireceklerini düşünürken, kendilerine tanınan uygarlık kredisini de tükettiklerinin fark etmiş olmalılar. Elbette Yunanlıları böylesi bir düşünceye sevk eden Avrupalıların ayartıcı muhayyel uygarlık projeleriydi. Bu zamana kadarki tutumları hep bunu kanıtladı.
Ne var ki, gelinen durum aslında kapitalizmin / sermayenin kriziyle yakından alakalıydı. Eğer AB eski günlerinde olsaydı muhtemelen Yunanlılara daha toleranslı davranabilirlerdi. Ne var ki muhayyel Avrupa uygarlığının Yunan temelleri söylemi aslında Batı Avrupa’nın tahakkümüne ve yayılma politikalarına meşruiyet kazandıracak evrensel değerlerdi. Kapitalizmin yedeğinde yükselen Avrupa gücü, emperyal yayılmacı politikalarını, kendi içinde de alt sınıfların ezilmesi pahasına daha çok kazanmanın yolunu meşrulaştırıyordu. Yunanistan’ın erken dönemde AB’ye alınması, kollanması, tüm imkânlarını cömertçe kullanmasında bu retoriğin etkisi yadsınamaz.
Artık kapitalizmin, zengin devletlerin bu söylem yüzünden krize girmesi söz konusu ise feda edilemeyecek hiç bir manevi değer yoktu.
Kapitalizmin krizinin küresel bir soruna dönüşmesi aslında Batılıların hayat tarzlarından ne kadar vazgeçip geçmeyecekleriyle alakalıdır. Bu tüketim çılgınlığı, küresel ölçekte daha çok kazanma hırsı hem dünyanın kaynaklarını tüketiyor hem de toplumların kitlesel mahvına yol açıyor. Kendi toplumlarının yaşama standardı, başkalarının bu sisteme ne kadar eklemlendiği ve ne ölçüde müşteri olduklarıyla doğrudan bağlantılı. Müşterilerin borçlarını ödeyemediği durumlarda hiç bir acıma duygusu devreye girmeyecektir.
Yunanistan’ın sorunu, uygarlık retoriğine gerçekten inanmış olması ve bu söylemin küresel kapitalizmin işleyişinden daha önemli olduğunu varsaymasıdır.
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/yunanistan-uygarliginin-telif-haklarini-alabilecek-mi/#sthash.PUrxYxb4.dpufYenişafak/ Akif EMRE