Yarım Kalmış Bir Öykü

Fatma PALA -

VAN 13.02.2013 11:52:32 0
Yarım Kalmış Bir Öykü
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

bakkalın  sağ tarafında otobüs durağı, caddenin ortasında lağım gideri, bağ bahçelerin dermanı yağmur, tıkamış gider yolunu, kenar mahallenin kaderi, oluk oluk akan lağım suyu, su damlasına ayarlanmış kesik elektrik, mahallede başladı ucuz kömür ticareti, beş lira belediye kömürü, hediyesi çepe çevre sarmış  zehirli sadaka kültürünü.

bakkal dizmiş meyve ve sebzeleri. üst raflarda seçili, aynı boy aynı renkte ürünlerle çağırıyor müşteriyi. sandıkları bile temiz, küçük, estetik, müşteri profili gibi. alt rafta iki kasa sebze, pörsümüş, ezik, çürümeye başlıyacak birkaç saat sonra.

üst raftakilerin yaklaşık dörtte bir fiyatı, müşterisi üst rafın dört katı fazlası, kimi utanır yanaşamaz da görülmez, kimi aldatır kendini lüks fiyatlar ile mış gibi yaşar, varlıklıymış gibi yanaşamaz, niceleri geç olsa da anlar kanaat etmeyi, razı olmayı, üst rafın afili görüntüsüne aldanmamayı.

yanaşmış iki kadın kasanın kenarına, çürük kasada sağlam sebze arıyorlar, birinin elinde poşet içinde soğuk  kuru ekmek, elleri çatlak, veziryağı alması gerek. poşeti doldurdu öteki kadın kırık isotla, sabah peynirle, öğlen şorbeniskle,''akşam oldu ne yapsağ...kalan çorbaya bulğur karıştırıp pilav yapsağ'', ''isoo sobanın üstüne isot koy, pilavla yiyağ''.

bakkal sabah namazını kıldı, sebze halına gitti. arabanın içi buz, kapanmıyor sol kapının camları, ha kuvvet deyip dadanınca kapı koluna, dışarıdan dang! diye bir ses! pencerenin camı yerde, halla halla cam niye kırıldı ki normalde kapı kolu kalırdı elinde. sabah ayazı, yağmur yağsa da yumuşasa bu soğuk, bi kırık cam eksikti dedi bakkalcı, bir tekme savurdu arabanın tekerine, donmuş titreyen ayağı ile, eyvah tuvalet nerede?

donmuş borulardan akıyor su, bıçak gibi keskin.arabaya yetişmeli, kliması da yok ki, olsun, ''sol taraftan akan rüzgarı tutar sağ yanım''. sebze halinin çıkışını tutmuş belediye görevlisi, girişte ve çıkışta topluyor reisinin haracını. sosyetik mahallenin manavını düşünüyor bakkal yol boyunca, aynı fiyatla alıyorlar sebzeyi meyveyi, belediye aynı fişi kesiyor, vergisi aynı birtek tezgahta koyamıyor aynı fiyatı, iki katı ile satıyor ürünleri sosyetik mahallenin manavı, düşündükçe hayıflanıyor kendine, ''ne kadar çok çalışsam kapatamam ki farkı, daha ilk adımda yemişim .... hele şu marketler,firmalar, asıl onlar vuruyor vurgunu, tarladan toplatıyorlar her şeyi, köylüye verince kış kıyamet de üç beş kuruş, toprağın başında istediği fiyatı koyuyor bu kerkereler..''

''bismillah'' deyip kaldırdı dükkanın darabasını, bulutlar kapatmış ya gökyüzünü,aydınlanmamış daha gün,uykulu şiş gözlerle okul yolunu tutmuş çocuklar, kravatı boynun da takım elbisesi ile girdi ilk müşteri, ''ooo hoş gelmişsen hocam'' diye hürmetle karşıladı bakkal, mahallenin okulunda çalışıyor öğretmen bey, ilk yılları, biriktirememiş parasını, tutmuş bu mahallede bir ev, hürmet görür de beğenmez buraları, nasihatınlerin den de  mahrum  bırakmaz çoluk çocuğu esnafı

''çırağa söyle de temizlesin buraları...yaptığın iş için önemli  temizlik, şu baklagillerin, şekerin üstünü örtmeli..hepimizin sağlığı sözkonusu''

yılların esnafı alışmış abe buyur abla haklısan demeye, onayladı başı ile, çıkardı raftan bir kağıt parçası, tutuşturdu hocanın eline

''hocam geçen okula uğradım, yaw kokudan durulmuyordu, hiç yıkanmıyor mu tuvaletler, sınıflar, bizim çocuklardan geçtim siz nasıl dayanıyorsunuz valla helal olsun... hani sağlık falan...''

 hoca ''idare ediyoruz ne yapalım böyle mahallelerin  okulları hepsi aynı, aslında doğru diyorsun yaşanmaz, mecburuz..''

bakkal ''hee  doğru, işte bu da kenar mahalle bakkalı, idare edeceksiniz artık tayininiz kalkana kadar, siz gideceğiniz okuldaki çocukların sağlığını düşünmeye başlarsınız oranın manavıda sizi düşünür artık''.

nihayet yağmaya başladı yağmur, ılık bir hava yavaşça yayılmaya başlıyor, sokaklarda kalabalıklaşmaya. dükkanın arkasında fokurduyor alemünyum demlikteki su ve sonra bardakta bir bardak çay alacak tüm yorgunluğu, sehpanın kırık ayağının altına koydu bir parça kartonu bakkal, fırından yeni çıkmış dırnaklı ekmek ve isot, karışıyor dumanları birbirine, bir ömür sürecek bu ilişki bu üçünün hali.

bakkal otobüs durağının yanında mahalleli gençlerden birini seyrediyor, ağzında irice lokmalarla, elini kaldırıp gelmesini istedi, bir bardak da genç için sehpaya koyduğunda genç selam vererek iskemleye oturdu, bakkal '' elindeki nedir?''

genç ''... hocaefendi buraya gelecek, bize 'kardeşlik' üzerine konferans verecek, bunlar konferansın afişleri, senin cama da asayım mı?''

''as, as da yasak değildir inşallah''

''yok yok artık eskisi gibi değil, müslümanlar çok şükür biraz rahatladı''

bakkal gülerek ''valla biz de müslümanığ ama rahatlamadığ''

genç, camda gördüğü başka bir afiş üzere yüzü karardı, kaşlarını çattı ve iğrenerek elini uzattı ''bu afişi niye astın abe, bunlar terörist!''

bakkal ''yok oğlim ne teröristi yaw, sizin sokakta oturan filankesin oğli astı, tanırsın''

''tanırım işte, onlar doğru yolda değiller, bölücülük, ırkçılık yapıyorlar, aramıza mesafe koymalıyız, bak bu gelecek hocaefendi de böyle dedi. astırma onların afişlerini, bak bu afişler yasak haaa... seni de onlardan zannederler''

bakkal 'senin bu hoca mı dedi bunları''

genç ''hııı... tabi hocaefendi...''

bakkal ''bu hoca seni komşuna düşman edise kardeşlikten ne anlar la... ne zibil yemağa geli bıraya...''

genç sesini kendisi duyacak kadarı ile ''cahil'' dedi içini çekerek kapıdan çıkarken... cahil, bilmiyor, ne islamı ne bu teröristlerin yaptıklarını, dış mihrakların oyunlarını, devlet millet için nasıl bir tehdit olduklarını.

otobüs durağında elinde afişleri ile beklerken genç, öteki afişi asan sokaktaki komşusu genç de geldi, hafifçe başları ile selamladılar birbirlerini, karşıdan diğer bir genç daha ağır adımlarla yanaştı durağa, elinde tesbih alnında seccade izi, kaşları çatık pek bir öfkeli, asabi, en az diğer ikisi kadar masum, temiz.

selamlaşmadılar, tanışıyorlar, tanıyorlar birbirlerini,

aynı mahallede oturdukları için değil, ana babaları akraba olduğu için değil, aynı kıbleye döndükleri için değil,

her birinin bir hocaefendisi, abesi, başkanı var da onlar üzerinden tanıyorlar birbirlerini, tokalaşmak için akıllarını teslim ettiklerinin onayını bekliyorlar.