Yargının toplumsallaşması

Prof. Dr. OSMAN CAN

VAN 25.04.2015 11:36:21 0
Yargının toplumsallaşması
Tarih: 01.01.0001 00:00

osman.can@aksam.com.tr

Bu gazetenin yazarlarından sevgili Hüseyin Besli yazısında değinmese, 27 Nisan sürecine başlayacaktım. Ama onu haftaya erteleyeyim. 
“Oysa adalet tek bir yargıcın aklına ve vicdanına terk edilemeyecek kadar önemli” diye bitirdiği yazıda, bendenizin “yargının toplumsallaşması” ifademden heyecan duymakla birlikte bunun sözleşmede yansıma bulmaması nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığını ifade ediyor. 
Besli’nin “yargının tarafsızlığı” ile “yargıç bağımsızlığı”nın aynı olmadığı saptamasının altını çizerek başlayalım. 
Yargının bağımsızlığıyla kastedilen “yargılama”nın siyasal, ekonomik veya sosyal zorlamalardan bağımsız bir şekilde cereyan etmesidir. Zira buradan korunması gereken asli değer “yargılama”, yani “adalet taleplerine cevap verme” işlevidir. Yargı sisteminin bizatihi bir değeri yoktur. Bu sistem bu işlevi yerine getirdiği ölçüde önemli ve korunmaya değerdir. Aynı şey yargıç için de söz konusudur. Bu işlev önemli olduğu için “yargıçlık” statüsü üretiliyor. Hukuki imkânlar ile donatılıyor. İşlev yoksa, bunların hiçbiri olmak zorunda değil. 
Bir ülkede adalet taleplerine cevap verme fonksiyonu yerine sistemin ve yargıcın dokunulmazlığı öne çıkıyorsa, ortada başka bir sorun var demektir. O ülkede yargıçlık ve yargı sisteminin amacı adalet taleplerine cevap vermek değil, başka bir şeydir. 
Türkiye’de yargı sisteminin amacı da maalesef “adalet taleplerine cevap vermek” olmadı. Olsaydı sistem farklı bir şekilde inşa edilirdi. 
Olsaydı yargının temel referansı hiyerarşik onaydan çok, toplumsal onay olurdu. Elbette yargı sistemi de merkeziyetçi olmaz ve merkezi otoritenin önceliklerine göre işlemezdi. Aksine toplumsallaşır ve toplumsal güven ve onaya göre işlerdi. 
Dolayısıyla olağan yargıya meslekten olmayan yargıçların, yani sıradan halkın, müdahil olması mümkün olurdu. Yine yargı üst yönetimi de demokratik temsil mekanizmalarınca seçilirdi. Bu şekilde yargının hem usulü, hem de ahlaki meşruiyet kaynağı toplum olurdu. 
Meşruiyetini toplumdan alan ile almayan siyasi güçlerin tercih edeceği yargı sistemi de buna göre farklılaşır. 
ABD’de yargı tam anlamıyla toplumsal. Avrupa’da da olağan yargılamalara sıradan halkın katılımı mümkün. Ancak Türkiye’de 1924’ten beri inşa edilmiş, 27 Mayıs ve 12 Eylül darbeleriyle pekiştirilmiş yargı sistemi toplumdan kopuk olarak tasarlanmış durumda. 
Bu tercih elbette bilinçli bir tercih. 
Türkiye’nin hâkim siyasal ideolojisinin mirasçısı siyasi parti bu nedenle “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı” yerine, “yargıçların ve savcıların bağımsızlığını” öne çıkarıyor. 
Yargının toplumsallaşmasına karşı çıkması da boşuna değil. 
Toplumsallık ilişkisinden koparılan bir yargıyı ideolojik aygıta dönüştürmek çok kolay çünkü... 
İşte burada Besli’nin heyecan duyması boşuna değil. Zira AK Parti kendini toplumsal olanla ilişkilendiren siyasi bir hareket. Bunun ne kadar önemli olduğunu en çok AK Parti’nin biliyor olması gerekir. 
Bunun farkında olduğu da seçim beyannamesinin 45-48. sayfalarından anlaşılabilir.