Yaratılış Yolculuğu*

''Başlangıçta hiçbir şey yoktu, kelime vardı ve o kelime tanrıydı.'' (tevrat)

VAN 3.12.2012 12:34:15 0
Yaratılış Yolculuğu*
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

''Başlangıçta  hiçbir şey yoktu, kelime vardı ve o kelime tanrıydı.'' (tevrat)

Kendisini okuyacak bir dil, kendisini bilecek bir düşünce olmadan nasıl var olabilirdi kelime?

Tanrı birdi ve Tanrı'dan başka hiçbir şey yoktu.

Yoklukla nasıl var olunabilirdi?

Tanrı vardı ve onunla birlikte yokluk.

Yokluğun kulağı yoktu.

Sözler vardı söylenecek.

Bir kulak olmadan söylemeyiz.

Sözler vardı söylenmeyecek.

Asla söyleme bayağılığına baş eğmeyen sözler.

Şaşırtıcı, güzel  ve ilahi sözler.

Herkesin ötelere ait sermayesi, söylenmeyecek sözleri kadardır.

Yorucu, takat tüketici sözler.

Tir tir titreyen ateşin yalımları gibidirler.

Her bir kelimesi, bir patlayışı ipe dizen,

insan varlığının parçaları olan kelimeler.

Bunlar hep kendi muhataplarını ararlar.

Bulurlarsa, bulunurlar...

...ve

Onun vicdanının derinlerine yerleşirler.

Muhataplarını bulamazlarsa, yokturlar.

Onu yitirirlerse, ruhu içten içe ateşe verip, durmaksızın dehşet verici azap yangınları çıkarırlar.

Ve Tanrı' nın söylenmeyecek çok sözü vardı.

Yüreğinin enginliği içinde dalgalanan ve yerinde duramaz hale getiren sözler...

Yokluk nasıl O' nun muhatabı olabilirdi?

Herkesin bir yitiği vardı.

Tanrı'ının da bir yitiği vardı.

Herkes ikidir, Tanrı bir di.

Herkes, başkaları tarafından hissedildiği oranda  ''vardır''.

Herkes var olduğu kadar hissedilmez, hissedildiği  kadar vardır.

İnsan bir kelimedir.

Aşina olanın dilinden geçer.

Kendi varlığını dostunun dilinden dinler.

Herkes bir kelimedir.

Kısır kalmaktan korkar.

Cenin hafakanlarında kan içer.

Ve kelime Mesih' tir.

Aşk meleği, Ruhulkudüs' ün kendisini kimsesizlik ve güzellik bekareti  Meryem'inin üzerine salarak, tanıdık bir hatırayla yokluğunun unutkanlık yurdunu fethettiği;  onun istekli, beklentili ve muhtaç bir yokluk olan masum rahim boşluğunu kendi varlığıyla doldurduğunda; kendi var oluşunun yollarını beklerken kararsız hale gelen, gören,  bilen ve hisseden Mesih doğar ve böylece kelime doğar ve böylece '' kelime'' olur,  ''anlaşılma'' haline gelir, bir başkasının bilincinde, kendi bilincine ulaşır.

Kelime, kendisini anlamayan bir dünyada, kendi varlığını hisseden bir yokluk veya kendi yokluğunu hisseden bir varlıktır.

Ve başlangışta hiçbirşey yoktu.

Kelime vardı.

O kelime Tanrı'ydı.

Yücelik, daima kendisinigörecek bir göz arar.

İyilik, daima kendisini tanıyacak bir akıl bekler.

Güzellik, daima kendisine aşk duyacak bir gönle susamıştır.

Ululuk, karşısında gönüllü olarak boyun eğecek bir irade ister.

Gurur, kendisini kırıp suya kandıracak mağrur bir isyanı arzular.

Ve Tanrı yüceydi, iyiydi, güzeldi, uluydu, mağrurdu.

Ama kimsesi yoktu.

Tanrı yaratıcıydı.

Nasıl olurdu da yaratmazdı?

Tanrı sevgi doluydu.

Nasıl olurdu da sevmezdi?

''Varlık'',   ''ister''!

Yokluktan bir şey istenemez.

Ve hayat,  ''bekler''.

Yokluktan kimse çıkagelmez.

''Sahip olmak'',   ''istek'' gerektirir.

Gizlilik, ''keşfedilme'' özlemi çeker.

Yalnızlık, bir ''ünsiyet''  için kararsızdır.

Ve Tanrı, ''varlık'' tan daha daha fazla ''vardı''.

Hayattan daha diriydi.

Gaybtan daha gizliydi.

Yalnızlıktan daha yalnızdı.

İsteyecek çok şeyi vardı.

Oysa yokluğun bir şeye ihtiyacı yoktur.

Ne Tanrı' ya muhtaçtır, ne sevgiye.

Ne tanır, ne ister, ne acı çeker, ne ünsiyet kurar.

Ne de hiçbir zaman özlem çeker.

Oysa tanrı mutlak varlıktı.

Yokluksa, mutlak bir bulunmama hali.

Tanrı mutlak zenginlikti.Herkes sahip olduğu kadarını ister.

Tanrı gizli bir hazineydi.

Gaybın gizli viranelerine gizlenmişti.

Ve Tanrı ölümsüz diriydi.

Varlığın uçsuz bucaksız çölünde ''tek başına soluk alıyordu''.

Kendisini bir göz görsün istedi, bir gönül tanısın istedi.

Aşkla ısınmış, aşinalıkla aydınlanmış, imanla sağlamlaşmış, içtenliğiyle temizlenmiş bir evi yurt edinmek istedi.

Ve Tanrı yaratıcıydı.

Yaratmak istedi yeryüzünü yaydı.

Yalnızlık içinde döktüğü gözyaşı ile denizleri doldurdu.

Acı dolu birliği ve tekliği içinde yüreğine birikmiş olan keder dağlarını arzın sırtına koydu.

Yönsüz ve sonuçsuz gözleyişlerden ibaret olan yolları, dağların ve ovaların bağrına çizdi.

Yüce ve tertemiz ululuğuyla göğü yükseltti.

Bağrının herzaman kapalı olan penceresini açtı.

İçinde ezelden beri zincire vurduğu arzularının ahlarını dünyanın uçsuz bucaksız fezasına bıraktı.

Sükünet içindeki yalnızlık yakarışlarıyla, varlığın tavanını boyadı.

Yeşil dileklerini çekirdeklerin gönlüne attı.

Sevecen okşayışlarının rengini bulutlara bağışladı.

Bu üçünden bir terkip yaparak denizlerin yüzüne serpti.

Aşk rengini altına verdi.

Hoş kokulu hatıralarının parfümünü yasemin goncasının ağzına döktü.

Doğuşun ipek örtüsünün üzerine, umudun güzel ve düşsel yüzünü çizdi.

Böylece altıncı günde, yaratış yolculuğunu bitirdi.

Yedinci seherin ilk tebessümüyle birlikte, ''harekat sabahı'' başladı.

Dağlar boy verdiler; sarhoş ırmaklar, başı sonu olmayan buzlukların bağrından, güneşin sıcak çağrısıyla kaynamaya başladılar.

Dağların soğuk kayalık sürgün yerlerinden kaçıp, kendilerini bekleyen bir kucak olan denizin özlemiyle, ovaların göğsüne saldırdılar.

Denizler kucağını açtı.Ve yaratılışın dokuzuncu gününde, ilk ırmak, Hint okyanusunun kıyılarına vardı.

Baştan beri, derin çukuru içinde eteklerini yaymış olan okyanus, ırmağı karşılamak üzere, kendi kıyısından yola çıktı.

Irmak, ağır ağır, sessizce, kendisini, bir teslim oluş ve niyaz edişle yayıverdi.Okşanmak isteyen alnını uzattı.

Okyanusta bir teslim oluş ve niyaz edişle, okşayıcı dudaklarını uzatıp ona bir öpücük kondurdu.

Bu ilk öpücüktü.

Ve deniz bir yerde karar etmek isteyen yalnız avareyi kucağına aldı.

Onu, kendi büyük ve karasız yalnızlığına, yani okyanusa geri getirdi.Bu iki yakının ilk kavuşmasıydı!

Bu yaratılışın  yirmiyedinci gününde oluyordu.

Tanrı seyrediyordu.

Sonra tufanlar koptu, şimşekler çaktı, gök gürlemeleri sevinç ve şenlik çığlıkları atmaya başladı ve: Yağmurlar, yağmurlar, yağmurlar!

Bitkiler yeşerdi,ağaçlar başlarını birbirlerinin omzuna yaslayarak yükseldi, yemyeşil otlaklar oluştu, gür ormanlar ortaya çıktı, böcekler kanat açtı, böcekler kanat açtı, kuşlar cıvıldadı, kelebekler ışık arayışıyla dışarı çıktı, minik balıklar denizin bağrını doldurdu...

Ve yüce Tanrı, her gündoğumunda, doğu burcundan göğün çatsına çıkıp sabah kapısını açıyor, sağ gözüyle dünyaya bakıp her yere göz gezdiriyordu...

Her akşam, yorgun gözleri, kanlı göz kapaklarıyla batı duvarından aşağı inerek, umutsuz ve suskun, başını kederli yalnızlığının içine gömüyor ve hiçbir şey söylemiyordu.

Yüce Tanrı, her gece, göğün çatısına çıkarak, sol gözüyle dünyaya bakıyor, geceleyin görebilmek için ülker kandilini yakıyor, samanyolunu aydınlatıyor, binlerce yıldız mumunu gecenin tavanına asıyor ama göremüyordu.Gazaplanıyor, ıstıraba düşüyor, yırtmak için gecenin kara çadırına ateşli oklar fırlatıyordu; yırtılmıyor, arıyor ama bulamıyordu...

Seherlerde, yorgun, rengi solmuş, soğuk ve umutsuz halde aşağı iniyor, hayıflanarak seherin eteğine  kocaman bir gözyaşı damlatıp gidiyor, hiçbir şey söylemiyordu.

Irmaklar denizlerin içinde gizleniyor, hafif esintiler her yana aşk mesajları yayıyor, kuşlar yeryüzünün her yanında sevinç çığlıkları atıyor, her hayvan, her eş kendi eşiyle olmak üzere yeryüzünde salına salına yürüyor, yaseminler güzel sevgi kokularını havaya salıyordu.

Ama...

Tanrı yine yalnız ve meçhuldü. Kendi melekütunun engin ve uçsuz bucaksız ebediyeti içinde kimsesizdi.Kendi geniş yaratışı içinde bir yabancıydı..Arıyor ama bulamıyordu.

Yaratıkları onu göremiyordu, anlamıyordu, ona tapıyor ama onu tanımıyorlardı; Tanrı bir ''tanıdık'' ın yolunu gözlüyordu.

Yaptığı çeşit çeşit heykeller arasında  garip kalmış, taştan soğuk çehreler topluluğu içinde yalnız nefes alan sanatkar, büyük heykeltraş!!

Kimse istemiyor, kimse görmüyor, kimse isyan etmiyor, kimse aşk duymuyor, kimse ihtiyaç duymuyor,kimse acı çekmiyordu...

sözlerine, yine bir muhatap bulamadı! Hiç kimse onu tanımıyordu, kimse onunla yakınlık ve ünsiyet kurmuyordu.

İnsanı yarattı !

Ve bu yaratılışın ilk baharıydı.

SCHANDEL

 

(*) Ali Şeriati 'nin KEVİR kitabından alıntıdır. Tunus doğumlu Fransız kökenli Doğubilimci yazar Schandel'in 'yeşil defterleri' ndeki manzumelerinden, A.Şeriati' nin çevirisidir.