YALNIZLIK İNSANIN YALNIZLIĞIDIR

Modern çağ; madde ile ruh arasındaki sınırın belirsizliğidir.

VAN 11.04.2015 11:32:41 0
YALNIZLIK İNSANIN YALNIZLIĞIDIR
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Hayatımızın rengi küçük bir sessizliğin gölgesinde bir kıvılcımla başlar. Güneşin gözyaşının yeryüzüne yansımasıyla şekillenir. Sessizliğin içinde yaşamaya ait emareleri görmek için insanlık tarihinde meydana gelen serüvenleri yaşamak gerekir. Bu çeşit düşünceler insanların içindeki saklı hapishanesine yolculukla başlar.
Modern çağ; madde ile ruh arasındaki sınırın belirsizliğidir. Bu yatay ve dikey düzensizliğin başlangıcıdır. Bu durum ruh ve beden uyuşmazlığın yansımaları olarak toplumsal dinamikleri etkiler. Bu hayatın içinde kuralsızlığın ortasında insanoğlunun çevreleyen gürültülü ama içine kapanık bir serüvene sürüklenir. Bizler bu kaosa sürüklenen topluluğun bir parçası olarak kendi hikayemizin sanığı değil tanığı oluruz.
Bazen gün ışığı yüzümüze dokunur, duygularımızı hırpalar ancak yüreğimizi teğet geçer. İçimize biriken duygularımızı kaosun dışında tutmak için çırpınırız. İletişim sözcükleri kifayetsiz kaldığı zamandır. Cümlelerimiz pek anlam taşımayan diyaloglarla gelişir. Aklın ve tecrübenin değil ekonomik ve siyasi gücün insan melekeleri üzerinde cirit oynadığı dönemdir. Ruh ve maddenin çatışması insanı fıtratına uzak bir olgudur. Bu insanı hayal etmediği bir serüvene sürükler. Madde ve mana kültürünü oluşturan olgunlaşmamış geleneğiyle çağın cilveleri renkli sayfalara dökülmüş olur.
Yalnız insanın yalnızlığıdır
Hayatımızın rengi küçük bir sessizliğin gölgesinde bir kıvılcımla başlar. Güneşin gözyaşının yeryüzüne yansımasıyla şekillenir. Sessizliğin içinde yaşamaya ait emareleri görmek için insanlık tarihinde meydana gelen serüvenleri yaşamak gerekir. Bu çeşit düşünceler insanların içindeki saklı hapishanesine yolculukla başlar.
Çağımızda insan, sınırları yasalarla çizilen bir hayatı yaşamak zorunda kalan, bir demet zamanı heba edip giden zavallı durumuna düşmüştür. Bu duruma düşen biçare olmaktan başka bir şey değildir.
Şehrin kuytu bir köşesine usluca sinmiş bir insanın ruhunu önce zabıtalar sonra hekimler örseler. Pazar yerinde geçim derdiyle savaşan kişinin halinin düşünün, kendi dünyasını oluşturmak kendi uygarlığını oluşturmak için değil kapitalist dünyanın köleliğini yapmak için doğmuştur ve zorunda kalmıştır. Şehir ışıklarına tutunmak için derbederliğin pençesinde bir somunun ucuna tutunmak ister. Her kişi gibi bu kişi de toplumun bireyi sayılır. Herkes bir şekilde bir uygarlığın parçasıdır. Kişi kendi uygarlığını kendi yaratır. Uygarlıkların ilk varoluş kıvılcımı, böyle bir sessizliğin gölgesiyle gelişir.
Her insanın ayrı bir hikâyesi vardır, kişiler kendi hikâyelerini yaşar, bazen farkında olmadan başka insanların hayatlarını yaşayarak hakları olmayan hayalleri, bir şekilde işgal ederler. O insanların hayallerini ve açmazlarını yaşayıp taklit ederler. İnsanlar neden böyle bir yalnızlığa düşer bilinmez
Dikey mirasları yatay anlayışlara tercih mi etmeliyiz?
Bu toplumun çocukları sanki babalarının ve annelerinin değil de zamanın çocukları olmuşlardır. Günümüzde kutsal sayılan değerlerimiz tarihte kalmış dikey miras sayılan gelenek ve göreneklerdir. Çağın gereklerine uygun olan hukukun ortaya koyduğu durumlar ise yatay mirasla oluşur.
İnsanoğlunun dikeyde olsa yatayda olsa değişim sayılan bütün gelişmelere karşı korkuları artmaya devam ediyor.
Hayatın bahanesini kaybetmişiz, onu bulmalıyız.
Gençliğimizde yargıçlara söylediğimiz sözler bu gün toplumun yapmacık önderleri ve siyasi şarlatanlar tarafında halkımıza bir yalan olarak tekrarlanıyor. Biz inanarak bu sözleri söylüyorduk. Onlar kurdukları saltanatın devamı için söylüyorlar. O günkü özlemler ruhumuzun derinliklerine saklanmış hayatımızın sloganlarıydı. Bu gün bu sözler hafızamızda tazeleniyor, umutsuzluğun, fakirliğin, açlığın, fikir ve düşünce yoksunluğunun günlerini hatırlamalıyız.
Bu günler bizim iyi günlerimiz bunu bilmeliyiz. Bu gün bile böyle heyecanlarımız olmalı ve bunun için hayata bahane bulmalıyız. Geçmiş zamanların moda gençlik hareketlerine olan özlemimiz bizi bu günlere taşımıştır. Etnik ve kültürel açılımlar yaratma içgüdüsüyle cemiyetli örgütlü düşünce insanlığı farklı zindanlara sürüklemiştir. Geçmiş tarihin dinamikleriyle savrulduğumuz dinamikleri tazelemeliyiz. Bu gün bu tip sivil toplum kuruluşları resmi iktidarın ve eski cemaatlerin birer zindanı olmuştur.
Günler bizi denemek istercesine çöldeki sam yeli gibi esiyor, bu gün olgunlaşmamış dönemleri geride bırakmalıyız. Bizleri bir kum tepeciğine koruyucu olarak vazifelendirmişler. Elimize tahta kılıçlar karşımıza yel değirmenleri koymuşlar. Gönlümüze konmayan kelebekler gibi umut etrafımızda uçuşuyor. Hayat o kadar kısalıyor, yaprakları, çiçekleri, güzellikleri toplayamıyoruz. Çiçeksiz yapraksız ve sevgisiz bir ömür bizi bir uçuruma sürüklüyor.

iktibas dergisi