…ve an geldi, Seyyid Kutub idam edildi

Batı’daki insan ilişkileri kokuşmuştu, bununla birlikte toplumsal yapı da sarsılmıştı.

VAN 29.07.2015 11:45:34 0
…ve an geldi, Seyyid Kutub idam edildi
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Amerika’ya gitmişti. İmrendiği, hayranlık duyduğu Batı’nın kalbindeydi artık. Heyecanlıydı. Gözlemlerde bulunuyor, toplumsal dinamikler üzerine araştırmalar yapıyordu. Amerika’dayken yazdığı en önemli çalışmalardan birisi olarak “İslam’da Sosyal Adalet” kitabı yayınlanmış ve kitap büyük bir yankı uyandırmıştı. Ona göre, Batı’daki insan ilişkileri kokuşmuştu, bununla birlikte toplumsal yapı da sarsılmıştı. Batı medeniyetinin her şeyi maddi temeller üzerine kurulmuş; manevi hiçbir değeri kalmamıştı. Böyle bir medeniyetin insanlığa dair bir şey sunması da imkansızdı. Dolayısıyla hayalindeki Batı bu değildi; muhtemelen hiçbir zaman da olmayacaktı.

Muhammed Berdibek
muhammedberdibek10@gmail.com

1946 – Kahire
Milliyetçi ve seküler fikirlerin etkisinde yetişmiş Batı hayranı bir akademisyen; kendisini, hayatını ve içinde yaşadığı çevreyi sorgulamaya başlamıştı. Tam da ne olduysa, Seyyid Kutub adında bu akademisyen, 1946’da “Konum Dersleri” başlıklı bir makale yayınlamış ve Mısır toplumunun siyasi ve ahlaki olarak çöktüğünü ve toplumun ıslahı için tüm Müslümanların çalışması gerektiğini savunmuştu. Bu durum, ciddi bir dönüşümün, gerçek anlamda İslam’a dönüşün emaresi olmalıydı. Sonra İslam ve sosyal adalet üzerine çalışmalara yapıyor ve bu konuda daha derinleşmek istiyordu.

1948 – Colorado
Seyyid Kutub, sosyoloji doktorası yapmak için Amerika’ya gitmişti. Uzun yıllar imrendiği ve hayranlık duyduğu Batı’nın kalbindeydi artık. Heyecanlıydı. Gözlemlerde bulunuyor, toplumsal dinamikler üzerine araştırmalar yapıyordu. Amerika’dayken yazdığı en önemli çalışmalardan birisi olarak “İslam’da Sosyal Adalet” kitabı yayınlanmış ve kitap büyük bir yankı uyandırmıştı.
Ona göre, Batı’daki insan ilişkileri kokuşmuştu bununla birlikte toplumsal yapı da sarsılmıştı. Batı medeniyetinin her şeyi maddi temeller üzerine kurulmuş; manevi hiçbir değeri kalmamıştı. Böyle bir medeniyetin insanlığa dair bir şey sunması da imkansızdı. Dolayısıyla hayalindeki Batı, bu değildi; muhtemelen hiçbir zaman da olmayacaktı.

1952 – Kahire
Hasan El Benna’nın sokak ortasında vurulmasının üzerinden üç yıl; Seyyid Kutub’un Mısır’a dönüşünün üzerinden de bir yıl geçmişti. Kutub, Mısır’a gelir gelmez, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) hareketine katılmıştı. İhvan, yasaklıydı. Krallık yönetimi, Müslüman Kardeşleri çok sıkı bir şekilde takip ediyordu. İşte bu koşullarda, ansızın Mısır’da askeri bir darbe olmuştu. Adına Hür Subaylar denilen bir grup asker, Cemal Abdülnasır liderliğindeki yönetime el koydu. Nasır ise İhvan’la iyi ilişkiler geliştirmişti.

1954 – Kahire
Seyyid Kutub, Müslüman Kardeşlerin entelektüel fikir babası sayılıyordu artık. Bazı Batılılara göre de o; küresel cihadın öncüsü, aşırılık yanlısı örgütlerin fikir babasıydı. Ancak Kutub’un Nasır’la olan ilişkileri sert bir şekilde bozulmuştu. Nasır, neredeyse her platformda Müslüman Kardeşler aleyhinde konuşmalar yapıyordu. Müslüman Kardeşler cephesinde ise sükûnet hâkimdi, dikkatli olmaya çalışıyorlardı. Fakat bazı şeyler hesaplanamıyordu işte.
27 Kasım 1954 yılında Nasır’a suikast düzenlendi. Nasır, “şansı yaver gittiği için” bu saldırıdan sağ çıktı. Ancak olayın kim tarafından yapıldığı tam olarak tespit edilemiyordu. Bununla birlikte olağan şüpheliler ve fikir babaları belliydi! “Müslüman Kardeşler ve Seyyid Kutub.”
Nasır’a suikast girişiminin hemen ardından, Müslüman Kardeşler için tekrar zor bir dönem başladı; birçok yöneticisiyle birlikte Seyid Kutub da gözaltına alındı. Yargı sistemi oldukça hızlı çalışmış ve Seyyid Kutub, ağır işlerde çalıştırılmakla birlikte on beş sene ağır hapis cezasına çarptırılmıştı.

1965 – Limanneze
Hapishanesi
Seyyid Kutub Kahire yakınlarındaki Limanneze hapishanesinden yeni çıkmıştı. İçeride bulunduğu 10 yıllık zaman diliminde muhtemelen en büyük eseri olacak olan Fizilal-il Kuran’ı yazmıştı. Bu eser yıllar sonra, evlerimize, her cildinin kenarında, Seyyid Kutub’un adının bir harfi yazılı bir şekilde ulaşacaktı elbet. Artık hepimiz bir şekilde tanıyacaktık onu. Ancak hapishane çilesi henüz bitmişken tekrar mahkum edilmesi zaman almayacaktı.

1966 – Kahire Cezaevi
1965 yılında Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabı yayımlandı ve hemen ardından hükümeti devirmeye yönelik bir planlanın parçası olduğu gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldı. Hüküm belliydi; ancak suç iddia edilenden çok farklıydı. Mahkemedeki son sözlerin adresi Nasır’dan başkası değildi: “Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.” Bu sözlerin kendisine söylendiğinin bilincinde olan Nasır, elbette çılgına döndü.
…ve bir gün, “Çelik miğferli askerlerden bir grup hazırlanıp, ağır silahlar artırılarak Kahire hapishanesinin etrafında bir hisar oluşturdu. Gazeteciler dâhil herkesin hapishaneye girişi yasaklandı.” …ve an geldi, Seyyid Kutub idam edildi.