Van'da 'Hayatı Kur'an İle Yönlendirmek' Semineri

Rıdvan Kaya Özgür-Der Van Şubesinde 'Hayatı Kur'an ile Yönlendirmek' başlıklı bir seminer sundu.

VAN 7.04.2015 00:09:00 0
Van
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Rıdvan Kaya Özgür-Der Van Şubesinde "Hayatı Kur'an ile Yönlendirmek" başlıklı bir seminer sundu.

Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Özgür-Der Van şubesinde "Hayatı Kur'an ile Yönlendirmek" başlıklı bir seminer sundu.

Rıdvan Kaya seminerde özetle şunları belirtti:

"Müslüman olarak kendimizi tanımlamaya başladığımız andan itibaren çok ciddi bir iddia ile yer yüzünde bulunduğumuzun bilincinde olmamız gerekir. Bu anlamda bakıldığında Kur'an'ın ifadesiyle "dağların bile taşımakta zorlandığı yükü yüklenmek yani Kur'an'ın muhatabı olmak Müslümanlar acısından gerçekten çok ağır bir sorumluluk,ciddi bir yük, taşınması mutlaka belli vasıflara bağlı olarak gerçekleştirilmesi gerek bir görevdir. Bu anlamıyla bakıldığında Müslümanlık, İslami kimlik , İslami kimlik ibrazı, sıradan, basit ve artık neredeyse ritüele dönüşmüş gibi algılandığı bir toplum yapısı içerisinde, hatta maalesef ümmetin geneli içerisinde bakıldığında, durumun bir ritüele dönüşmüş olduğunu görmek elbette bizler acısından çok arzu edilecek bir durum değildir. Bakıldığında Müslümanlık iddiası sıradan, basit sanki bir toplum ve belli bir coğrafyada doğan, yada belli bir anne, babadan dünyaya geldiği için otomatik olarak kazanılmış bir ayrıcalık olarak, hatta bir ayrıcalık bile değil sıradan bir vasıf gibi algılandığı bir vaka. Doğrusu Kur'an okuyan, Kur'an'ı hayatının merkezine alan Müslümanlar acısından bu durumun ne kadar yanlış bir algı olduğu fark etmemesine de mümkün değil. Kesinlikle kimlik ibrazının, İslami kimliğin, Müslümanlığın çok sarsıcı, dönüştürücü ve çok büyük bir iddia olduğunu bilmemiz gerekir. Elbet bu anlamıyla sıradan, basit ve teamül haline gelmiş bir iddia değil, Müslüman olarak söz ile amelin uyum içinde, mutlaka çaba sarf etmek zorunda olduğumuzu bilmek durumundayız. Ki bu anlamıyla söz ile amelin iç içe olması, bütünlük arz etmesi, tutarlı bir şekilde bir birini desteklemesi rabbimizi kitabında, pek çok ayetinde  Müslümanlara hatırlattığı bir sorumluluktur.  Hatırlayalım Saf Süresi-2 "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi ne diye söylersiniz?"    bu anlamıyla bu ayet her Müslüman için sarsıcıdır. Mutlaka düşünmek zorunda ve ibret almak durumundadır.  Biz şunu yapmak zorundayız, İslami kimlik ideasından itibaren dinimiz tüm hayatımızı yönlendirmek zorundadır. Ne yapacaksak mutlaka iddiamızı ciddiye almak zorundayız. Dinimizi ciddiye almak, yaptığımız ve yapacağımız her eylemimizi, özlemimizi, rabbimizin belirlediği çerçevede yapmak zorundayız. Bu anlamıyla dinimiz bizim hayatımızı yönlendirecek, eylemlerimizi belirleyecektir.

Özetle Hud-112 belirttiği gibi "...Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Taşkınlık yapmayın. Kuşkusuz o, yaptıklarınızı görür." Tüm yapıp etmelerinizi rabbimizin belirlediği çerçevede yapmaz zorundayız.

Niçin?  6.162 - "De ki: -benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir."  bu anlamıyla bakıldığında çok kuşatıcı ve bütüncül bir perspektif var önümüzde. Yani hayatı belli bölümlere ayırıp farklı farklı yaşam biçimine, ideolojilere, geleneklere göre yaşamak gibi bir hastalığı var toplumumuzun. Bu elbette Kur'an'ın kabul etmediği bir şey değil.  Buradan hareketle laikliği biliyoruz. Hayatı çeşitli bölümlere ayırarak rabbimizin hükümleri değil herhangi bir sistemin, beşeri hükümlerin geçerli olduğu bir yerde en temelde bir şirk anlayışı olduğunu biliyoruz. Sadece laik düzende bu sorunla karşılaşmıyoruz. Müslümanların pratikte de yani Müslümanlık iddiasında bulunanlarda da örtülü bir laik pratiğin var olduğu maalesef yaşayarak görüyoruz. Bu anlamıyla nasıl ortaya çıkıyor? Hayatı belli alanlara bölüp, bu alanlarda  rabbimizin  belirlediği hükümler dışında bir takım hükümler geçerli olduğuna inanmak yada geçerli kılmak veya bu tür pratikler sergilemek demek hayatı bölmek, kimliği bölmek ve bu yönüyle laik bir hayatı dolaylı yollardan benimsemek anlamına geliyor. Yani rabbimizin belirlediği ilkeler ışığında yaşarsak mümin kimliğine gerçek manada ulaşabiliriz.

Oysa Kur'an ciddiye alınmalı ve dönüştürmelidir! Kur'an'ın bize vermiş olduğu temel vasıfları yani temel şiarları kuşanmak zorundayız. Bunun için bazı vasıflara gereklidir.

Kuran tebliğ ve davet vazifesi yüklüyor ve bunu topluca üstlenmeye çağırıyor. Gündem belirliyor.

Hayatın içerisinde mutlaka bir takım ilişkilerimiz, bir takım işlerimiz ve uğraşlarımız var. Hayat içerisinde farklı kimliklerde bulunabiliriz. Etnik kimlikler, cinsiyet kimlikleri, mesleki anlamda kimlikler bunlar ve farklı işlerle meşgul olabiliriz. Fakat tüm bunlar bir Müslüman acısından belirleyici şeyler değildir. Bir Müslüman acısından belirleyici olan şey bütün bunlar üzerinde bir insan ister Türk ister Kürt olsun, ister kadın ister erkek olsun, ister genç ister yaşlı olsun nihai anlamda bunların bir değer ifade etmediği, sadece rabbimizin ayetlerinden bir ayet olduğu, asıl belirleyici olan hayatı yönlendiren şeyin ise akidemiz olduğunu, İslami kimliğimiz olduğunu görmek durumundayız. O anlamda akidemizin, kimliğimizin belirlemiş olduğu en temel görevi de hangi mesleği sürdürürsek sürdürelim, ister öğrenci, ister işçi, ister memur, esnaf, ev hanımı ister erkek, ister kadın olalım en temelde bizim hayat içerisinde görevimiz rabbimizin bize lütfettiği, hidayet bulduğumuz İslami kimliği, vahyi doğruları insanlara kesintisiz bir biçimde taşıma sorumluluğudur. Yani özetle tebliğ ve davet sorumluluğudur. Hayat içerisinde bir müslümanın en temel sorunu, en temel misyonu Allahın dinine şahitlik etmek ve bunu başka insanlara, nassa, yeryüzüne , gelecek nesillere taşıma sorumluluğu içerisinde kesintisiz bir biçimde tebliğ ve davet sorumluluğunu icra etmektir.

Birbirimize Karşı Sorumluluklarımız

Birlikteliği, biz şahitlikle yapabiliriz. Buda omuz omuza kenetlenmeyi gerektirir. Peki bu dayanışma, birlikteliği neye göre ve nasıl yapacağız? Gerek ortamdan kaynaklanan, gerek nefsimizden kaynaklanan engelleri nasıl aşacağız. Bu konu üzerinde mutlaka düşünmemiz gerekir.

Temel ölçümüz Fetih Suresinde.29  ayete belirtildiği üzere "Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler."

Bu bizim temel ölçümüzdür. Müslümanların birbirilerine karşı merhametli olmaları ne demektir. Bir birileriyle ilişkilerinde, birbirilerine sahip çıkmaları ve bir birilerini kuşatmaları, yardımlaşma içerisinde olmaları ancak merhametli olmalarıyla alakalıdır. Bunu yapabilmek içinde önce zaaflarımızla yüzleşmeliyiz. Hakkı ve sabrı tavsiye etmek durumundayız. Merhametin gereği olarak bir birimizi alt etme, mat etme gibi şeytanı duygularla değil sahip çıkmanın, kardeşlerimizi Allah için sevmeli ve hatalarının giderilmesi, kendi hatalarımızın giderilmesi olarak görmeliyiz.

Bu Zaaflar Nelerdir

Bunlardan biri sabırsızlıktır. Ayette  2-153"Ey inananlar, ..., şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." İslam dünyasının yaşadığı geniş sıkıntıları düşündüğümüz zaman, farklı coğrafyadaki kardeşlerimizin karşılaştığı çok daha ağır baskıları,  çok daha ağır sıkıntıları, adeta insan hafızasının almakta zorluk çektiği vahşetlerle yüz yüze olduğu gerçeğini düşündüğümüz zaman, mutlaka buradan ders çıkartarak, karşılaştığımız zorlukları abartmamak gerektiğini ve bunların karşısında sabretmemiz gerektiğini, bunun için insanlarla tebliği ve davet sorumluluğunu yerine getirirken, muhataplarımızın, beklentilerimizi karşılamaması durumunda, yılmamak gerektiği ve ısrarla, sabrederek tebliğimizi yerine getirmeliyiz. Diğer coğrafyaları göz önünde bulundurduğumuzda bizim imtihanımızın daha kolay olduğu, ve sorumluluklarımızdan geri adım atmamamız gerektiği düşünmeliyiz. Sabır kimliğimizin bir vasfıdır.

Aynı şekilde gevşeklik  konusu da,  sorumluluklarımızda, birbirimizle olan ilişkilerimizde ve müminler arasında ciddi zaaflardan bir tanesidir. Biz çok önemli bir şeye talibiz. Yer yüzünü imar  etmek, yeryüzünü ifsat eden zalimlere ve tağutlara karşı, yeryüzünde hakkın ikamesi için çaba sarf ediyoruz. Temel iddiamız bu ve bu çok büyük bir iddiadır. Ayette belirttiği gibi 4.95 - "Müminlerden özür sahibi olmaksızın geri kalanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlar bir olmazlar. Allah, mallarıyla ve canlarıyla savaşanları, derece bakımından oturanlardan çok üstün kıldı. Bununla beraber Allah, hepsine cenneti vaat etmiştir. Fakat, Allah savaşanlara, oturanların üstünde pek büyük bir mükafat vermiştir." Bu kadar büyük bir idea sahibiyken neden bu kadar gevşeklik gösteriyoruz. Bu kabul edilebilecek bir şey midir. Bu anlamıyla gevşeklikten beri olmalıyız.

Yine diğer bir zaaf nemelazımcılıktır. Yani bazı işler vardır ki bazı Müslümanlar, bazılarına sadece bırakmıştır. Bu Müslümancı ve doğru bir tavır değildir. Kitapta belirttiği gibi hayırda yarışanlar olmak durumundadır. Müslümanlar için hayırlı bir iş olduğunu bilmemize rağmen, eğer bir çaba içerisinde değilsek, bizde bir sorun vardır demektir. Yani hayırlı bir iş vardır ama birileri " ya zaten birileri yapacak" anlayışı Müslümancı bir anlayış değildir.

Müslümanlar arasında tartışmacılık da ciddi bir zaaf kaynağıdır. Müslümanlar müzakere ederler, iyiliği emreder, kötülükten nehy ederler. Güzel taraflarını paylaşıp, eksikliklerini örterler. Birbirilerini uyarırlar. Ama tartışmacılık başka bir şeydir. Cedelcilik anlamındaki tartışma, hayra götüren değil insanların, nefsini öne çıkaran, nefislerini kabartan bir şeye dönüşmüşse burada hayır yoktur. Biz ebetteki paylaşma anlamında, geliştirme anlamında, müzakere etme, istişare etme, belki eleştirel bir zemin oluşturma, yaptığımız işleri daha güzel hale getirme çabasında olmakla mükellefiz. Ama cedelcilik ayrı bir durumdur. Niçin? Çünkü cedele girdiğinde, savunma refleksi ön plana çıkar, Allah için eksiklikleri görme, Allah için hataları görme durumundan farklı olarak,  kendini nefsini öne çıkarma gibi karşındakini alt etme karşınsıdakine hakim olma gibi nefsani kaygılar öne çıkar.  Bundan kendimizi korumalıyız.  Enfal 46: "Allah'a ve resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." Maalesef Müslümanlar arasında iki uç nokta vardır. Ya hatalar görülüyor ama hiç gündem olmuyor, hatalar tastikleniliyor ve hataları giderme konusunda bir caba gösterilmiyor. Yada bir başka uçta şudur. Sürekli bir biriyle didişen, bir biriyle uğraşan, birbirilerini yıpratan Müslümanlar. Hayır. İki uçta yanlıştır. Hataları düzelteceğiz ama uygun bir üslup kullanacağız. Kendimizi geliştirmek maksadıyla, eleştiriler bir zemin oluşturacağız ve hayra çağıran bir zemin oluşturmak zorundayız.

En temel ve en önemli zaaflardan biride şüphesizdir ki bireyciliktir.  Bireycilik dediğimiz şey, kendi nefsini putlaştırmak, kendi nefsini merkeze oturmak.   Kendi nefsini Müslümanlardan, kardeşlerinden daha ön planda tutmaktır. Ki bu anlamıyla yaşadığımız kapitalist tüketim toplumunun, çıkardığı hayat tarzı da bu anlamıyla bireyciliği çok daha fazla besleyen, insanları adeta her birini bir merkez konumuna oturtan  ve dünyayı kendi etrafında döndüren bir anlayış. Biz Müslümanlar olarak ve ümmetin bir parçası olarak asla buna izin vermemeliyiz. Kendimizden ziyade, ümmetin maslahatını düşünmek durumundayız. Müminler arasında olması gereken ilişki: Ebu Musa Eşari’nin ‘ Resulullah (s): mümin ile mümin ( birbirine karşı ) duvar gibidir, birbirlerini sımsıkı tutarlar.’ buyurdu da bunu söylerken parmaklarını birbirine geçirip sımsıkı kilitledi.’ ( Buhari )

Kuşatıcı olmak zorundayız. İnsanları derleyip toparlanmak zor, dışlamak ise kolay iştir. Sıradan insanlara duyarlı hale getirmek durumundayız; duyarlı insanlara sistematik düşünce kazandırıp, rehberlik yapmak; belirli bir bilinç ve tavra ulaşanları organize ve mücadeleye sevk etmeliyiz.

Kuşatıcılık doğru yanlış tefrik etmemek değil, iyi niyetli ve iyimser olmak, çaba sarf etmektir. Yani kuşatıcılık sadece çoğalmak kaygısı değil nitelikli beraberlik ve birlikteliği gözetilerek yapılmalıdır.

Bakara suresi 44: "Siz kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendimizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?"

Müslümanlar birbirlerinin din hususunda olmayan yanlışlarına tahammül göstermelidirler. Üslup bozukluklarımdan kaçınılmalıdır.

Cemaat öncelikle fedakarlık demektir. Bencillik, çıkarcılık İslami cemaat ruhunu tahrip eder."

Seminer soru ve cevaplarla son buldu.

ridvan_kaya-20150406-01.jpg

ridvan_kaya-20150406-02.jpg

ridvan_kaya-20150406-03.jpg