“UYDURULMUŞ DİN” DEN KURTULMAK

Harun GÖRMÜŞ

VAN 27.05.2016 09:33:31 0
“UYDURULMUŞ DİN” DEN KURTULMAK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Yapılması gereken şey, yine Kur’ân’dan yola çıkarak yâni düşüncesini-felsefesini-teorisini Kur’ân’dan alarak bir pratik gerçekleştirmek olmalıdır. Bu da ancak Kur’ân-merkezli oluşturulacak olan bir siyâsetle olur.
Hz. Osman’ın hilâfetinin ikinci yarısından sonra başlayan adâletsizlik ve çatışmalar, dîni yozlaştırmaya başlamış ve “birilerinin” çıkarına uygun olarak uydurmaların karıştırılmasına mâruz kalmıştır. Zâten din, asıllığını-özünü, adâletin kaybolup zulmün açığa çıkmaya başladığı zamanlarda kaybetmeye başlar. Bir din aslını kaybedince ayrılıklar baş-gösterir ve her kesim dîni kendine göre yorumlamaya başlar ve asla-öze aykırı yeni bir din çıkar ortaya. İşte bahsettiğimiz dönemden sonra başlayan ve Emevi-Abbâsi’lerle devâm eden “hakka uygun olmayan” yönetimler zamânında dîne bin türlü uydurmalar sokulmuş ve din yozlaştırılmıştır. Dînin aslı olan Kur’ân, Allah’ın da vaâd ettiği gibi koruma altındadır. Bu nedenle Kur’ân bir “arttırma” ve “azaltma” anlamında tahrif edilemez. İslâm’ın tahrif edilmesi, uydurulmuş hadis-söz ve rivâyetlerle ve aşırı-aykırı yorumlamalar ile olmuştur-oluyor.
Hz. Ali devrinde başlayan farklı-aşırı yorumlama tarzı, bir-zaman sonra İsmâili’lerin başlattığı aşırı ve farklı yorumla(ma)rla anlam-kaymaları yaşanırken; diğer taraftan ise uydurma hadislerle tahrife ve uydurmaların artmasına katkıda bulunulmuştur. Bu-arada dînin asıl kaynağı ölçü alınmaktan çıkmıştır. Fetihlerin ilerlemesiyle farklı bölgelerin-ülkelerin dinleri ve görüşleri de bu uydurmalara ve tahriflere büyük katkı yapmıştır. Eski yunan-kaynaklarının arapçaya çevrilmesi de buna tuz-biber ekmiştir. Bu uydurmalar aslında Kur’ân’ın “merkez” olmaktan çıkarılmasıyla olmuştur-oluyor. Çünkü Kur’ân’ın belirleyiciliği bırakıldığında bu uydurmalar rağbet kazanıp yer edinir ve işte bahsedilen zamanlarda da böyle olmuştur. Bu uydurmaların kayda geçirilmesiyle ve her kesim kendi yanında olanı övdüğünden ve savunduğundan dolayı bu aykırılıklar kayıt altına da alınarak resmîleştirilmiştir. Kur’ân bu durumu kınıyor ve mü’minleri böyle yapmaktan men ediyor:
“Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).
“Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-am 159).
Bu uydurmalar hâlen devâm ediyor. Birileri hâlen uyduruyor ve dîni tahrif ediyor ve Kur’ân’ı “merkez” olmaktan çıkarıyor. Öyle bir duruma gelinmiş ki, bu uydurmalar artık akâidin konusu olmuş ve bu uydurmalara Kur’ân ile bile karşı çıkınca ve; “bakın kardeşim, uydurma rivâyetler böyle yazıyor ama dînin asıl kaynağında; yâni Muhammed bin Abdullah’ı, “âlemlere rahmet Hz. Muhammed” yapan Kur’ân’da, bu uydurma rivâyetlerin söylediğinin tam tersi söyleniyor. Bu uydurmaları bırakın da gelin Kur’ân’a uyun” denildiğinde, karşıdaki kişi sizi kâfir-fâsık ve zındık îlan edebiliyor ve ilişkisini bile kesebiliyor. Uydurmaların yazıldığı kaynakların yanında Kur’ân’ın bir değeri olmuyor ve “Buhâri ve Müslim çökerse İslâm çöker” denebiliyor. Hâlbuki dîni asıl çökerten, çoğunlukla uydurmaların yazılı olduğu Kur’ân’a aykırı sözleri ihtivâ eden kaynaklardır. Aslında Kur’ân unutulursa (mehcûr) İslâm (daha doğrusu müslümanlar) çöker. Kur’ân diriltildiğinde ise İslâm şahlanır ve Dünyâ’yı da şahlandırır. Çünkü Peygamberimiz zamânında Kur’ân’dan başka bir şey yoktu ve devlet kurulup İslâm-dîni gücünü kısa-zamanda göstermişti ve hayâta hâkim olmuştu. Yine tam-aksine; Kur’ân’dan kopulduğu ve uydurmaların yazıldığı kaynaklar baş-tâcı edilince İslâm medeniyeti çökmeye başlamıştır. Bu kaynaklarda bahsedilen sözleri mutlak anlamda yok kabûl etmiyoruz ama İslâm’ın ana-kaynağı ve esâsı Kur’ân’dır ve bu nedenle Kur’ân’a göre bir din-anlayışı ve hayat belirlenmelidir.
Peki yazımızın başlığında da belirttiğimiz bu uydurmalardan kurtulmanın yolu nedir?. Birileri yüzyıllardır kemikleşmiş bu uydurmaları ve bu uydurmaların yazılı olduğu kaynakları ve bu kaynaklara sıkı-sıkıya bağlı olanları, yine “sâdece ilim ile, bilgi ile” değiştirebileceğini zannediyorlar. Bu uydurulmuş din sâdece ilim ile değil, siyâsetle de desteklenerek güçlenip yer etmiştir. Bu nedenle, uydurulmuş dinden kurtulmak da sâdece ilim yoluyla olamaz. Kur’ân’i bilgi çok etkilidir, eyvallah, fakat bilgi tek-başına, yâni eyleme dönmedikçe somut etkilere dönüşemez. Sâdece kısmî zihinsel değişiklikler yapabilir. Fakat bu değişiklik toplumsal-küresel bir değişikliğe yol açamaz. Çünkü siz nasıl Kur’ân’ın değerini anlamış biri olarak Kur’ân’a bağlı iseniz; uydurmaların peşinden gidenler de (bağlılık anlamında) aynı-şekilde o uydurmalara bağlıdır ve bu kişilerin sâdece söz ile o uydurmalardan vazgeçmesini sağlayamazsınız.
Yapılması gereken şey, yine Kur’ân’dan yola çıkarak yâni düşüncesini-felsefesini-teorisini Kur’ân’dan alarak bir pratik gerçekleştirmek olmalıdır. Bu da ancak Kur’ân-merkezli oluşturulacak olan bir siyâsetle olur. Çünkü insanlar ne olursa-olsun Dünyâ’ya bedenlerinden bağlıdırlar ve maddiyatı da belirleyen siyâseti tâkip etmek ve ona zoraki de olsa uymak zorundadırlar. Bu nedenle bu uydurmaları yok edecek ve kurtaracak etken siyâsettir ama bu siyâset, “Kur’ân/vahiy-merkezli olan bir siyâset” olmalıdır. Bu zorunludur. Çünkü böyle olmadığında yâni vahiy-merkezli bir siyâset olmadığında bu uydurmalardan bırakın kurtulmayı, zamanla bu uydurmalar çoğalıp daha da sağlamlaşacaktır. Zîrâ bu uydurmalar, Kur’ân-merkezli bir siyâsetten kopulduğunda ortaya çıkmaya başlamış, çoğalıp yaygınlaşmış ve kemikleşmiştir. İşte bu nedenle Kur’ân ve sünnet-merkezli oluşturulacak bir siyâset, bu uydurmaları, gerek söylemlerle dikkat çekerek ve gerekse “zor” kullanarak yok edecek ve insanları bu uydurmalardan kurtaracaktır.
Bakın; çok iyi bir âlim, televizyona çıkıp konuşsa ve dese ki; “şu-şu rivâyetler uydurmadır ve dîne aykırıdır, aslı Kur’ân’da şu şekildedir”, küçük bir kesim dışında onun dediklerini kabûl etmez ve karşı taraftan da bir-çok eleştiri ve îtirâz gelir. Fakat aynı şeyi başbakan ya da cumhurbaşkanı söylese, yada bir darbe-devrim ile başa gelmiş en üst düzeydeki asker söylese, insanlar hem daha kolay inanır, hem de karşı tarafın bir eleştirisi-îtirâzı, başta korku olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı olamayacağı için bu uydurmalardan daha kolay kurtulunabilir. Bu sebeple laik bir devlette bu tür uydurma inanışların bitmesi söz-konusu olamaz. Kurulan siyâset ve siyâsetin başındaki kişi bu uydurmaları “rezil edecek”, “küçümseyecek” ve “aşağılık olarak” îlan edecek olduğunda, artık o uydurmaların değeri düşmeye başlar. Hele ki bu uydurmalar aşağılandığında ve zâten -başından îtibâren- hak olan din en iyi şekilde ortaya konulduğunda, artık o uydurmalar hayâtiyetini yitirecektir. Bunu bir zorbalık olarak görmek yanlıştır. Ne de olsa Peygamberimiz de, Mekke halkının aşırı bağlı olduğu putların tamâmını kırıp parçalamıştı.
Bir yanlışlığı-kötülüğü-çirkefliği “sâdece güzellikle” def edemezsiniz. Vahiy-merkezli bir inşâ, bâtıl-merkezli bir temel üzerine kurulamaz. Zâten etkili bir yanlışın, bir zulmün, küresel çapta bir çirkinliğin güzellikle ve kırıp dökmeden değiştirilip düzeltildiğinin (kısmen Yûnus Kavmi hâriç) insanlık târihinde bir örneği yoktur. Bir şeyi rezil etmekle, “ölçülü zor kullanma”larla, yasaklar belirlemekle ve çeşitli yollarla; Kur’ân-merkezli doğrular yâni hakkın en iyi şekilde ortaya konmasıyla ancak, uydurmalar ve şirk değerini yitirip, “hak olan” değer kazanır ve hayatta görünür olur. Zâten hak olan söylem ancak, bahsettiğimiz bu tarz bir ilmî-siyâsî ortamda dikkatli ve odaklanarak dinlenecektir ki, bunu söyleyecek ve onaylayacak olan kişi, siyâsetin başındaki “karizmatik kişi” olursa, en azından ilk-başta hatır-gönül ile başlayan “uydurmalardan vazgeçiş” ve “hakka yöneliş”, bir-zaman sonra samîmiyete dönebilecektir.
“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
Vel hâsıl kelam; uydurulmuş din, hak dînin sâdece söz ile ifâdesiyle değiştirilemez. “Hak” da olsa sâdece söz ile “uydurulmuş din”den kurtulamayız. Fakat sâdece siyâset ile de olmaz bu kurtuluş. Kur’ân gerçek anlamda idrâk edilip, sonra da Kur’ân-merkezli bir siyâsetin kurulması ve bununla birlikte söz ve eylem ile, biraz da zorlanarak ve hakkın ortaya konmasıyla ancak “uydurulmuş olan din” değersiz hâle getirilebilir. “Hak din” güçlü bir şekilde uygulamaya konulduğunda “uydurma din” ya def olup gidecektir, ya da yok olup gidecektir. Aynen asr-ı saadet sürecinde olduğu gibi..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
iktibas dergisi