Üst referans

Ali Bulaç

VAN 11.02.2013 12:05:45 0
Üst referans
Tarih: 01.01.0001 00:00

Üst referans

“Postliberalizm”e işaret eden John Gray, liberalizmin gelip tıkandığı noktada iki handikaba işaret eder. “Geleneğe dönüş, Aydınlanmanın tam da Aydınlanma projesi gibi çözüldüğü ölçüde çözülen çok eski Batı geleneklerine -örneğin Sokratesçi ve Hıristiyan- bağlı olmasından dolayı bir ihtimal değildir.

Aydınlanma projesi, düşmanlarına doğrulttuğu eleştirel akıl silahının er geç kendi temel bağlamlarına karşı kullanılacak olması sebebiyle kendini baltalayan bir projeydi ancak.”

         Kendi geleneğine dönüşü imkansızlaşan ve başkalarına karşı kullandığı silahı şimdi kendi temellerini sarsmaya başlayan Aydınlanma ve ürünü liberal demokrasinin dışında kendimize çıkış yolları aramaya zorluyor. Dine ve geleneğe dönüşü imkansız olan süreç tek yön olarak beşeriyeti çatışmalara götürmektedir. Çünkü ancak büyüme ideolojisi bütün ülke politikalarının esası olması durumunda Batı bloku askerî ve ekonomik varlığını koruyabilecektir. Bu program ise ancak çatışmaların olduğu bir dünyada yürür.

       Daha basit ve anlaşılır düzeyde şu soruya cevap aramalıyız: Giderek nüfusları belli kent merkezlerine taşınan farklı insan toplumlarını ulus devletlerin ayrıştırdığı bileşenlere ayrıştırmadan ve bu arada onları zorunlu olarak çatıştıran sebepleri ahlakî ve hukukî olarak ortadan kaldırarak nasıl bir arada yaşatabiliriz? Belirtmek gerekir ki, “ulusal form”da tasarladığımız müddetçe, devletin yurttaşları arasında hangi kimliği seçerseniz seçin çatışma potansiyellerini aktif hale getirmekten kurtulamayız. “Eşit yurttaşlık” farklılıkları ortadan kaldırıp seçilen üst kimliğe göre herkesi yeniden yapılandırdığından çatışmadan başka sonuç vermez. Bu sorunu İslam dinini herkesin resmî kimliği olarak ilan etsek de çözemeyiz ki, zaten dinin böyle bir talebi yoktur. Resmî İslam kimliği münafıkların sayısını arttırmaktan başka sonuç vermez. “İslam dini”ni bir ulus devletin kimliği olarak kullanmanın farklı din, mezhep ve etnik grupları bir arada yaşatmaya yetmediğini Pakistan-Bangladeş; “dindar kimlikleri ve dindarane duruşları”yla iktidar olanların ulusal formu kullanmaları dolayısıyla kendileri de bir süre sonra “ulusalcı/milliyetçi” ve “ulus devlet çıkarcı dindarlar ve İslamcılar” haline geldiklerini; ulusal çıkarın onları milliyetçi ve mezhepçi acımasızlıklara sürüklediğini Türkiye deneyiminden öğrenmiş bulunuyoruz. Peki, farklı dinleri, mezhepleri, etnik grupları ve sınıfları kendilerini ifade ve temsil edecek, kaynaklardan hak ettikleri kadarıyla yararlandıracak düşünce perspektifini nerede arayacağız?

        Liberalizmin siyasî çoğulculuğa sosyo-kültürel çoğulculuğu katamadığı açık. Sayıca az olanları “azınlık” olarak tanımlıyor, iktisat politikalarının piyasa canavarının iştahını kabarttırması için “ahlakî marjinalleri” çoğunluğun üzerine tahakkümcü duruma geçiriyor; nefs-i emmareyi ve bedeni suistimal ediyor. Dinler temel iddialarından vazgeçmedikçe bunu kabullenemezler.

       Aradığımız perspektifte hiçbir din, mezhep ve etnik grup ulus devletin tek-tipleştirici kimliği olarak kullanılmayacak, ama hitap ettiği alandaki din, mezhep ve etnik grupları şemsiyesi altında toplayabilecek. Bu tabii, beşeri, ekonomik ve politik kaynakları sadece kendi müntesiplerinin inhisarına ayırmayan ve sadece hak ve hakkaniyeti esas alan, salt adaleti ana değer kabul eden bir üst referansın beslediği modelde bulunabilir ancak. Bize bu perspektifi İslam’dan başka bir kaynak sunamıyor. Herkesin kendisi  kaldığı, başkalarının tahakkümü altına girmeye zorlanmadığı, katma değeri oranında kaynaklardan adilane olarak yararlandığı, sorun ortaya çıktığında sorunları çözme yöntemini bulabildiği bir siyasî perspektif. Kendisinden önceki semavi kitapları doğrulayan, tashih eden ve tamamlayan misyonuyla Kur’an -Allah’tan bir üst referans olarak-, diğer din müntesiplerinin hakkında ihtilafa düştükleri şeylerin çoğunu haber verdiğini (Neml, 76); onlara (da) uygun çözümler gösterdiğini belirtiyor (5/Maide, 48).