Unutulan-Önemsizleşen (!) İbadetlerimiz

Ömer Arslan

VAN 17.04.2015 09:45:40 0
 Unutulan-Önemsizleşen (!) İbadetlerimiz
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Unutulan-Önemsizleşen (!) İbadetlerimiz

Hz. Ali’nin “İslam’a düşmanları değil, onu kötü savunanlar zarar verir” tanımlamasına daha evvel de değinmiştik. Bu çözümleme, önceliğimizi yanlışları düzeltme, doğru ile yanlışı ayırt etme ve yeni bir bilinç inşa etmeye ayırmamız gerektiğine işaret eder. Yanlış bir tasavvurun üstüne elbette ki doğrular inşa edilmez. Fakat bu salt yanlışları düzeltmekle yetinilmesi gereken bir güzergâh değildir. Bunun yanında doğruların da ikamesi ve daha da önemlisi pratik hayata aktarılması, yaşayarak öğretilmesi nebevi bir yöntem olarak önümüzde durmaktadır.

İlk indirilen ayetlere bakılırsa Rabbimiz, öncelikle hastalık haline gelmiş bir takım ahlaki eğilimlerin değişmesini emreder. Kimlik inşası sürecinin ahlaki eğilimlerden başlaması, İslam’ın salt görsel ibadetlerden müteşekkil bir din olmadığının da en bariz göstergesidir. İnancı, hayatın tamamına aktarılan bir bütünlük içinde değerlendiren Rabbimiz, bizden aynı itimadı göstermemizi ister. Bu bütünlük vurgusunu Kur’an-ı Kerim’in tamamında görebiliriz.

Rabbimizin ahlak vurgusunu ta ilk başlardan öne çıkarması, İslam’ın duygusuz, sloganik ve sadece belirli ritüellerin ibadet haline gelmesini istemediğini göstermesi açısından önemlidir. Ruh olmadan, bununla beraber bilinç olmadan yapılan ibadetlerin anlam kazanmasının tartışmalı olduğu gerçeği de gözümüzün önünde ayan beyan durmakta. Bu gerçeği göz ardı ederek yaşamak veya ‘yaşıyormuş gibi yapmak’ bir yanılgı içinde olmaktır.

Türkiye’de tevhidi çizginin takipçileri olan/olduğunu iddia eden/olduğu söylenen kesimler birçok itham ile karşı karşıya kalmıştır/kalmaktadır. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi ”gittikçe siyasallaştıkları ve ruhu kaybetmek üzere olduklarıdır.” Doğrusu bu, üzerinde durup düşünmeyi gerektiren bir ithamdır.

Yıllarca geleneksel ve tasavvufi ekole karşı çıkan kesimler, dinin aslının anlaşılması için nassa dayalı bir anlayış için mücadele ettiler. Bu doğru olan yoldur. Zira dinde olmayan şeylerin, dini gösterilmesinin zararlarına canlı şahitlik ediyoruz. Kur’an’dan uzak tasavvurlar, ağır tahribatlara neden olmakta ve bunların tamir edilmesi de gün geçtikçe zorlaşmaktadır.

Bununla beraber belki ipin ucunun kaçtığı bir yer var ki, tevhidi çizginin müdavimlerine de ağır tahribat vermektedir. Sırf bu ekollere karşı çıkmak adına “toptan ret” mantığına bürünen müslümanlar, reddettikleri anlayışların yerini bir şey ile dolduramadılar. Yanlış anlayışları tekzip ederken, onun yerini neredeyse boş bıraktılar. Söz konusu olan durumlar;

  1. Sünnet namazları, tesbihat, zikir, zühd gibi kavramlar gündemden çıktı. Bu ibadetlerinin rükûnlarındaki eksik veya hatadan dolayı yıllarca eleştirildi. Bir tepki “akımı” haline geldi. Hatta öyle bir tepki ki, bunları düzeltmek yerine maalesef tamamen terk edildi.
  2. Yine bu ekollerin yıllarca dayatmış olduğu “bir hırka, bir lokma” anlayışı da yanlış ve realiteyle bağdaşmıyordu. Her ne kadar israfa düşmeme korkusundan yapılmış olsa da bu da eleştirilmeyi hak eden bir anlayış. Lakin bu tepki de israf-ihtiyaç ayrımının tam olarak yapılamamasına, ihtiyaçların çok çeşitlilik göstermesine ve standartların artmasına neden oldu. Modern hayatın dayatmalarına karşı yeterince direnç göstermeyen müslümanlar maalesef farkında olarak/olmayarak kapitalist çarkın dişlileri arasındaki yerlerini almışlardır.
  3. Dinin temel ibadetlerinden olan “namaz, oruç, hac, cihad, hicret, adaletli olmak, zalimlere meyletmemek, toplumda söz sahibi olmak (aktif olmak)…” gibi ameller her zaman ön plana çıkarılmış, “gıybet, su-i zan, tecessüs, istihza, ucüb, israf, dünya sevgisi, cimrilik, vesvese…” gibi ameller ise aynı değeri görmemiş, diğer ibadetler kadar gündem oluşturamamışlardır.
  4. Dinin nasihat oluşunu bizzat Kur’an ifade ederken, bizler nasihati “başkalarına uygulamak üzere kullanılan şey” olarak anladık. Nasihat etmeyi, nasihat almanın önüne koyduk. Oysa biliyoruz ki nasihat almayan, nasihat edemez, nasihate kulak vermeyenin nasihatine kulak verilmez.
  5. Yine aynı şekilde iyiliği emredip kötülüğü nehyetme ibadetinin de merkezine kendimizi koyamadık. Bizden başkalarına söylenmesi gereken emirler olarak algıladık. Kendimizin buna ihtiyacı olmadığını düşündük. Birileri bizlere söyleyince, biz de hemen karşılık verdik. Yıllar önce ziyaret ettiğimiz bir yazar, başından geçen olayı şöyle anlatmıştı. “Yurt dışına hicret etmek zorunda kaldığım zamanlarda müslüman hasretiyle yanıp tutuşurken, Türkiye’den bulunduğum yere bir yazarın geldiğini duydum. Bekledim ki gelip beni ziyaret etsin. Ama gelmedi. Türkiye’ye dönünce soluğu yanında aldım. ‘kardeşim seni bazı konularda uyarmaya geldim’ dedim. O da bana ‘Öyle mi, ben de seni şu şu konularda uyaracağım o zaman’ dedi. Bu söylem kanın beynime sıçramasına neden oldu. Ona dedim ki: ‘Allah seni affetsin, madem bu uyarılara muhtaç bir halde olduğumu düşündün, neden şimdi söylüyorsun? Müslüman bir kardeşim olarak beni daha önce uyarman gerekmiyor muydu?’ dedim. Bu olay ‘iyiliği emretme, kötülükten nehyetme’ zorunluluğunun artık bir ‘zorunluluk’ olmaktan çıktığını neredeyse birbirimizi uyarmaktan korkar hale gelmemize neden olmuştur.
  6. Dinin en önemli emirlerinden olan “istişare, cemaatleşme, itaat ve maslahatlar” kişiye özel hale geldi. Hayatımızı etkileyecek kararlar alınırken (iş hayatı, eğitim hayatı, evlenme, boşanma, düğün merasimleri gibi kararlar) istişare etme, danışma ‘gereksinim’ olmaktan çıkıp, ‘olmasa daha iyi olur’ noktasına geldi. ‘Benim hayatımı ilgilendiren konular, beni ilgilendirir’ anlayışı, örnek ve model olma zorunluluğu olan Müslümanların, bu nüansı unutması gelecek nesillerin inşasında büyük bir eksikliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Kur’an’ın sürekli uyardığı ve büyük bir tehlike olarak gördüğü ‘bireyselleşme’ hastalığına karşı, ‘cemaatleşerek’ bu tehlikeden korunabileceğini reçetesini sunarak çıkış kapısı gösterdi.
  7. Yine İslam tarihinde kapı kapı dolaşarak tebliğ vazifelerini yerine getiren anlayışların yerini ‘kapıma uğrarsa’ tebliğ ederim anlayışı aldı. Hatta daha kötüsü, bilgi çağı denilen bir çağda yaşamanın bu zorunluluğu da ortadan kaldırdığı, artık bilgiye ulaşma gibi bir sorun kalmadığından tebliğ için koşuşturmanın da eski önemini kaybettiği gibi bir anlayış baş göstermektedir. Onun yerine, ailemize, işimize ve geleceğimize yoğunlaşmanın daha efdal olduğu düşünülmeye başlanmıştır. Vs. vs.

Dinin bir bütün olduğunu, bir kısmına inanıp bir kısmına inanmama gibi bir durumun söz konusu olamayacağı aşikâr. Bizler ibadetler, ameller arasına ayrım bırakamayız. Rabbimizin her emri, her tavsiyesi elbette bizlerin kendi katında değerli kılınmak istenmesi içindir.

Hep örnek gösterdiğimiz, teveccüh ettiğimiz, taltif ettiğimiz ilk dönem Kur’an Nesli, bu anlayışlarından ötürü Allah’ın hem dünyada hem ahirette lütfuna mazhar olmuşlardır. Yıllarca‘masal kahramanı, efsane’ olarak anlatılan bu sahabeleri günümüzde yansıtmayı başaramazsak veya onlar gibi olma kaygısı taşımazsak, bahsettiğimiz durumlardan kurtulmanın çok zor olduğunu, Eylem-söylem bütünlüğünü yakalamış olanları, bu bütünlüğü yakalayamamış olanların elbette anlaması ve yaşamında pratize etmesi oldukça zordur.

Eleştirdiğimiz durumların yerini boş bıraktığımız müddetçe, örnek olmadıkça daha uzun yıllar aynı hastalıklarla boğuşacağımızı bilmememiz gerekiyor. Rabbimizden bu konuda üzerimize inayetini indirmesini, bizlere dirayet bahşetmesini, nefislerini arındıranlardan kılmasını ve hataya düşmekten muhafaza etmesini niyaz ediyoruz.