Ümitsiz olmayın, Yeni Türkiye bir tez; yenilecekler!

Ömer Altaş

VAN 6.06.2014 11:57:36 0
Ümitsiz olmayın, Yeni Türkiye bir tez; yenilecekler!
Tarih: 01.01.0001 00:00

30 Mart 2014 yerel seçimlerinin bir milat olacağı düşünüldü.

Seçimler ardından başlayacak mahşer hayatında tarafların kozlarını paylaşacağına ve yenen tarafın diğer tarafı tamamen bitireceğine inanıldı.

Öyle olmadı.

Ama tersi olsaydı örneğin Ak Parti seçimde hezimete uğrasaydı, Cemaat adı altında organize olmuş profesyonel yapının onları ve ilgili her şeyi yeryüzünde silip yok edeceğinden zerre kadar kuşku bulunmuyor.

Seçimlerin ardından hala kaos var.

Tanımsız bir Türkiye var.

Daha doğru bir ifade ile herkes böyle sanıyor.

Kamuoyu ve seçmen; şaşkın, tedirgin ve kayda değer hiçbir gelişmenin olmamasına anlam veremiyor. Seçimin hemen sonrasında bir kıyamet kopacağını beklerken derin bir sessizlik kalplerine ürperti ve güvensizlik pompalıyor.

Devlet platformları, Cemaat’ten “köpekten korkar gibi” korkuyor, tutuk davranıyor, tutukluğun “resmi” izahı ne olursa olsun izliyoruz ki tek neden; kendi canından korkmak!

Devlet olgusu ölümcül bir şekilde temkinli ve ikiyüzlü davranıyor.

Kimi Ak Partili bakanların, bürokratların, yöneticilerin hali ise içler acısı.

Yeni Türkiye mefkûresini hiç anlamamış olarak yaşamlarını sürece ve nice büyük kazanımlara ihanet ile sürdürüyorlar. Daha doğrusu çoğu Cemaat ile ya önceden kurulu ilişkilerinin ya sonradan gizli gizli kurdukları diyalog kanallarının mahkûmular.

Onlar hala gerçek gücün Cemaat’te olduğuna ve onların galip geleceğine inanıyor.

Bunu da “ya aslında onlar çok temiz insanlar, şu sıkıntılar bir geçse de her şey yoluna girse?” şeklinde insani ve dini vicdan unsurlarını öne çıkararak sahtekârca gerçekleştiriyorlar.

Cemaat olgusu altına saklanmış ihanet networkunun devlette tutunmasını sağlayan birinci ve en etkin kanal partisine ihanet eden üst düzey kimi Ak Partililerden oluşuyor.

Ankara’nın her yerinde Cemaat olgusu altına gizlenen casusluk şebekesinin en güvenli korunağı partisinin ayağına sıkan bazı Ak Partili yöneticilerdir, gelen her darbeyi önce onlar sönümlendiriyorlar. Bir başka ifade ile Cemaat altına gizlenen örgüt mensupları, şu ana kadar, Parti'nin davasını anlamayan Ak Partili yöneticilerin eteği altına gizleniyorlar. Partisine, Parti başkanına, Başbakana ve demokratik Türkiye devriminin tartışmasız kurucu önderine rağmen böyle davranan bazı Ak Partili mevki-makam sahiplerinin pis kokulu çarşaflarının altındalar… İşlerini oradan organize ediyorlar…

Bir avuç devrimci Yeni Türkiye kadrosu ise çaresizce bekliyor.

Dava arkadaşı gibi davrananların ikiyüzlülüğünü, korkaklığını ve ihanete ortak oluşlarını ibretle izliyorlar.

Çünkü ellerinden başka hiçbir şey gelmiyor.

Devlet mekanizmasını harekete geçiremiyorlar.

Profesyonel yapının devleti hala nasıl teslim almış olduğuna gözleriyle biraz daha yakından tanıklık ediyorlar.

Türkiye derin devlet geleneği, devlet aklını tatil etmiş görünüyor.

Küresel ölçekli profesyonel bir yapının her şeyi harfiyen planlayan muntazam gücü karşısında Lozan’da İngilizlere karşı yaptığı gibi ülkesini ikinci kez Anglo Sakson boyunduruğuna teslim etmeye karar vermiş görünüyorlar.

1920’lerde; dışarıdan, dış güçlerden gelen sarmalın şimdi iç unsurları ve millete tutunmuş yapıları kullanması karşısında, adeta paye aldığında susacak ve olanlara razı olacakmış gibi bir izlenim sergiliyorlar.

Bu kompakt ve süregiden fotoğraf, yeni Türkiye demokratik devrimi kadrolarının bazılarının yüzüne ve göğsüne ümitsizlik rüzgârı estiriyor.

Göğsüne göğsüne esen poyraz rüzgârı nedeniyle hastalanmak üzere olanlara rastlanıyor.

Buna sebep olan Hizmet hareketi platformları ve kadroları; her yerdeler, daha güçlüler, atak, kararlı, heyecanlı, inançlı, yaralarını sarmak ile meşguller, cemaatin psikolojisini diri tutmakla meşguller, harıl harıl çalışıyorlar, önüne gelen herkesi tehdit ediyorlar, aba altında sopa gösteriyorlar, ikiyüzlü, hain planlar yapmaya devam ediyorlar.

Hizmet ’in din adamları sadece doğruları yazıyorlar, vaaz ediyorlar(!)

Hizmet ‘in medya organları sadece doğruları yazıyor.

Hizmet ‘in kalemleri ve sonradan mecburen satın aldıkları İslamcı ve liberal kalemleri sadece doğruları yazıyor.

Hizmetin abileri ve imamları sadece doğruları yazıyor.

Gece gündüz dini ve ahlaki terminolojileri permutasyonla bıkmadan usanmadan tekrar ederek konuşuyorlar.

Örneğin; “Ne insan hakları, ne din, ne de evrensel insan hakları hukuku iftiraların ardı arkası kesilmeden devam etmesine müsaade eder. Bu suçlayıcı, karalayıcı haberler, Hocaefendi’yi ve onu sevenleri karalamaya ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmaya yönelik bir maksat taşıyor”Diyorlar.

“Hizmet’e olan bu kadar kinin nefretin toplum nezdinde mutlaka değerlendirilip ak kara, hak hakikat mutlaka bir gün ortaya çıkacağına inanıyorum.”

‘Hocaefendi’nin bir sağ kola ihtiyacı var mı, böyle imamlıklar var mı?’ sorularına “Hocaefendi, sağ kol, sol kol bunu kendisi de defaatle açıkladı. Benim vekilim, kefilim yok dedi. Bunu hocamız defaatle açıkladı. Bu iddiaların kabul edilecek bir tarafı yok. Keşke Hocaefendi’nin sağ kolu olabilsek ama nasıl olabilsek. Hocaefendi gibi bir ibadet derinliğine yelken açabilsek, onun gibi ilim irfan her türlü fazilet yarışında gecesi gündüzü abid-i zahid bir kul olabilsek. Hocaefendi’ye bu manada yardımcı olmayı gönülden isterim” şeklinde cevap veriyorlar.

İddialar için ise şöyle diyorlar: “Belge olmadığı için koyamazlar. Buna şeytanlar bile inanmaz. Onun için böyle bir belge olsa yeri göğü yıkarlardı.”

“Bunu iddia edenler de kendilerinin parayla, pulla, makamla, mansıpla bu tip şeyleri yapacağını vehmediyorlar. Yapılamadığından dolayı da anladığım kadarıyla biraz hırçınlığa girip acaba delil, farklı bir iftira ile bunlara mesnet bulabilir miyiz diyorlar.”

“Hocaefendi’nin hükümet aleyhtarlığına yönelik hiçbir söylemi olmadı, olamaz. Kim ne derse desin ne devlet, ne hükümet ne millet aleyhtarıyız. Milletimize hizmet etmek bizim için en büyük onur, insanlığa hizmet etmek en büyük onur.”

İşte böylesine ulviler, böylesine müteal, aşkın, müstağni, müberralar. Normal insanlar gibi, genlerden, hücrelerden, DNA diziliminden ibaret değiller, özel ve tanrısal, masum ve kutsal bir insanlık türü onlar.

Şöyle karşıdan yüzlerine bir bakın sizce de öyle değiller mi?

Onların bu haline kim karşı koyabilir ki?!

Üstelik öylesine profesyoneller ki henüz bir tek adamakıllı belge bile yok.

Belgenin olamamasını her şeyi çözdüğüne inanacak kadar zavallılar. Bu nedenle artık daha da pervasızlar.

Diğer taraftan “görünür olan her yerde” büyük dönüşümün öncülerine karşı sadece muhalefet var: etkili, şaşaalı, ikna edici, izah edici, avantajlı, mütehakkim. Gezicilerin, Solcuların, gerici aydınların sesi her şeyden yüksek çıkıyor.

Görünür olan her yer de sadece itiraz var.

Üç adım geriye çekilip şöyle bir izlendiğinde sanki bütün bir Türkiye ayağa kalmış demokratik yeni Türkiye dönüşümüne engel olmaya çalışıyor.

Peki, buna rağmen olan nedir?

Olan net olarak şudur:

“Tanrının bile” yanlarında olduğunu “ispat etmelerine rağmen(!)” “tez” değiller.

Bu nedenle yenilecekler.

Yeni Türkiye bir tez.

Karşıda duran her şey anti-tez.

Bir olgu, anti-teze düştüğünde onun kurtuluşu olmaz.

“Tez”; demokrasi içeriyor, şeffaflık içeriyor, felsefe içeriyor, devlette devamlılık içeriyor, milli duygular içeriyor, tevhit içeriyor, barış içeriyor, normallik içeriyor, doğallık içeriyor, tarihin akışına uyuyor.

Anti-tezciler sadece itiraz ediyorlar, kimse endişelenmesin..

Sadece sesleri yüksek çıkıyor, kimse merak etmesin..

Onlar anti demokratikler, kapalılar, bağnazlar, tarih bilincinden yoksunlar, zamanın ruhuna uygun değiller, gayri milliler, barışa karşılar, tefrikacılar, ikiyüzlüler, anlamsızlıklar içindeler, basit sorulara kaçamak cevap veriyorlar, yakıyorlar, yıkıyorlar, ateşe veriyorlar, “ateşler salıyorlar”.

Türkiye’deki karşı devrimci yapıların bir şansı olabilirdi.

Ancak karşı-devrimin yelpaze cephesi; bayrağı, kapalı kutu olan ve anti milliliği vicdanlarda neredeyse kesinleşen Hizmet yapısına teslim edince ve onun dümen suyunda rol almaya çalışınca bu şanslarını tamamen kaybettiler.

Kimse korkmasın, gevşemesin, üzülmesin, en önemlisi ümitsizliğe düşmesin.

Bu ülkede “bir vakit sonra” geriye bakıldığında, yeni Türkiye’nin ne büyük badirelerden geçtiği bir film şeridi gibi izlendiğinde, Paralel Yapı’nın, filmde en fazla şeridi kapsayan bir dönem sahnesi olacağından kuşku olmasın.

“Tezin”, sosyolojinin, tarihin, siyaset biliminin ve tabiat kanununun çarkı öyle büyük ki onun dönüşü dünyanın dönüşü izlenemediği gibi, “henüz” ve “şimdilik” fark edilemiyor.

Görünür her yerde sadece itiraz var. Ama bir filizin kayayı nasıl parçaladığı hiçbir zaman izlenemez, görünmeyen yerlerde tarihin çarkı var.

Onlar profesyonel ve teknik bakıyorlar, biz; hayata karşı acemi ve “vehbi” bakıyoruz.

Bu dramatik ontolojik çatışmayı ibretle birlikte izliyoruz.