‘Türk’ün anlamı ve gelişimi

Vatandaşlığın tanımının, etnik anlam taşıyan 'Türk' yerine, topraksal anlam taşıyan 'Türkiyeli' olması gerekir. Ama milliyetçiler/ulusalcılar eşitlikten nefret ettikleri için bu olamayacak. Lakin 'Türk' de yerinde kalamayacak

VAN 12.02.2013 14:50:22 0
‘Türk’ün anlamı ve gelişimi
Tarih: 01.01.0001 00:00

Baskın Oran bugünkü yazısında millet, milliyetçilik ve ulusalcılığın Türkiye'deki anlam ve gelişimini yazdı:

Baskın Oran’ın yorumu:

Kullanılan kavramları tanıyalım

Cumhuriyet tarihinin bu ilk sivil anayasa yazma girişimi, geldi, vatandaşlığın tanımında kördüğümlendi. Bu nokta aşılmadan anayasa falan yapılamayacak. Çünkü Cumhuriyet’in başından beri ülkeye hakim etno-dinsel unsur, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”ü değiştirtmek istemiyor. Göklerdeki tahtına Beşar Esad’tan bile fazla yapışmış, diğer vatandaşların yanına inmemek için direniyor. Tartışmaları anlamak için, kimi kavramları ve o kavramların iç içe geçmiş maceralarını bilmek lazım.

Kavramsal maceralar

Millet, bütün Osmanlı dönemi boyunca “ümmet”, yani dinsel topluluk anlamındaydı. İttihat-Terakki’den sonra, bugün kullandığımız “ulus” anlamına dönüştü. Yalnız, çok dikkat, dinsel anlamından sıyrılmadan.

Bu süreci anlamak için “Millet-i Hakime” kavramının macerasını görmek lazım. Daha önce de konuştuk, 1454’te başlayan Millet Sistemi’nde Müslümanları yani hakim/birinci sınıf unsuru ifade eden bu kavram, Cumhuriyet’te anlam değiştirdi. “Türk”ü ifade etmeye başladı. Ama, vatandaş olarak Türk’ü değil. Sadece “Müslüman Türk”ü. Hatta, “Hanefi Sünni Müslüman Türk”ü. Vatandaşların gayrimüslim olanlarını dışladı. Çünkü, ulusunu tek bir etno-dinsel gruptan ibaret görmek isteyen ulus-devletin, toplumsal kimliğin din’le tanımlandığı bir coğrafyada gayrimüslimleri asimile etmesi mümkün değildi.

Oysa, Türk olmayan Müslümanları (Pomak, Arnavut, Çerkes, Kürt, vb.) eritmek mümkündü. Ama o da tam öyle olamadı. Türkiye ’ye göçle gelen (otokton olmayan) Balkan ve Kafkas Müslümanları asimile edildi, ama doğduğu topraktan güç alan otokton Kürtler tam edilemedi. Edilemediği içindir ki, Mesut Yeğen’in deyimiyle “Müstakbel Türk” olması umulan bu Müslüman halk, bu hayal kırıklığı sonucunda, Genelkurmayımız tarafından 2005 Nevrozunda “Sözde Vatandaş” ilan ediliverdi. Yani Millet-i Hakime bir de Kürtleri dışladı. (Milliyetçilik kadar bölücü ideoloji henüz icat edilmemiştir).

‘Türk’ün anlamı ve yaptığı

Şimdi, bir de “Türk”ün kavramsal macerasına bakalım. Osmanlı’da Türk, hiç öne çıkarılmayan hatta aşağılanan bir kavramdı. Çok sebepten. 1) Sınıfsal: Türkmen yani “göçebe”, 1453’ten itibaren artık “yerleşik” hale geçen, üstelik devşirme ve eğitilmiş olan Osmanlı’ya fena batıyordu. Öyle ya, göçebe adamdan nasıl asker ve vergi isteyeceksin? Onu nasıl zapturapta alacaksın? 2) Dinsel: Türkmenlerin büyük kısmı Alevi idi. Yani, yerleşik düzene itaatin mezhebi olan Sünniliğe fevkalade farklı düşen bir inanıştandı. Üstelik, Osmanlı’nın tek rakibine, Sünni olmayan İran’a yakınlık duyuyorlardı. 3) Emperyal: İmparatorluklar etnik grup falan bilmez. Bildiği anda biter gider de ondan. Osmanlı da, kendisini 1299’da kuran Türk/Türkmen’i üstün saysaydı, güm diye havaya uçardı. (Nitekim, İttihatçılar sayınca, uçma hızlandı).

Cumhuriyet kurulunca bu “Türk” kavramı, yeni Millet-i Hakime’sini oluşturduğu Türkiye’yi ihya değil, çatışma sersemi etti. Oysa, Cumhuriyet’in kurucu babaları olan İttihatçılar işleri kendi haline bıraksaydılar, birçok bakımdan (ekonomik, kültürel, vs.) güçlü olan Türk unsuru diğer Müslümanları bal gibi yumuşak ve doğal asimilasyona uğratacaktı. Ama bırakmadılar. Bırakamadılar. Hem uluslararası atmosfer ırkçıydı, hem Türk kavramı Osmanlı ve Avrupa tarafından hor görülmüştü, hem de en önemlisi, Hıristiyan mezaliminden kaçan (ve gelip yeni devleti kuran) Kafkas ve özellikle Rumeli göçmenleri intikam duygularıyla doluydu. Kürtleri ve gayrimüslimleri sapına kadar dışlayan bir etnik Türk kavramını ayyuka çıkararak tatmin buldular.

B. A. Güler’in ataları

Kurtuluş Savaşı sırasında bu kurucuların ağzından hep “Türkiye milleti”, “Türkiye ordusu”, “Türkiye halkı” çıkmıştı. Lozan yapılıp da Cumhuriyet ilan edilince, bu derhal “Türk milleti”, “Türk ordusu”, “Türk halkı”na dönüştü. Kurucular, 1924 Anayasasından itibaren, özellikle de Şeyh Sait isyanından sonra, Kürtlerin gözüne soka soka, “Türk”ü yeni Millet-i Hakime ilan ettiler. Cumhurbaşkanı Atatürk ’ün, Başbakan İsmet İnönü ve Şükrü Saracoğlu’nun, Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın (daha sayayım mı?) Türk’ü gökyüzündeki tahta çıkaran, Kürtler ile gayrimüslimleri ise yerin dibine sokan, nefret ve/veya ırk kokan sözlerini hatırlayın (son olarak Doç. Vahap Coşkun bunları 1 Şubat tarihli Taraf’ta özetledi). Bu atalarımızın Emine Ülker Tarhan takdimciliğinde 2013’te sahneye çıkarılan torunu da, Birgül Ayman Güler olacaktır.

Bütün bunlar, artık, Türk’ün Osmanlı dönemindeki kırılmış gururunu tamir mamir için değil, resmen “Türk”ün, “Türk ırkı”nın üstünlüğünü ilan için kullanılıyordu. Yani, uzun lafın kısası, “Kürt sorunu”nu başımıza çıkaran, “Türk sorunu” oldu.

“Milliyetçilik” derken, yazıyı ansiklopediye çevirdik ya, onun da kavramsal macerasına değinelim. Kemalistler tarafından 1990’larla birlikte “Ulusalcılık”a çevrildi. Bu akım; Türkçülüğün, onunla bağlantılı gerçekdışı bir bağımsızlık anlayışının, esas olarak kendine mazlumiyyet üzerinden gaz vermeye dayanan çağdışı bir antiemperyalizm kavramının ve dini görünmez kılmak isteyen bir laiklik anlayışının yanı sıra güçlenen İslam’a karşıtlığı da temsile yöneldi.

Yalnız, bunların özellikle sonuncusu açısından bir kavramsal sorun vardı. Farkında değillerdi ki, ulusalcılık denilen şey de, kaçmak istedikleri din kavramına bulanmıştı: Gayrimüslimlere nefret saçıyorlardı. 2007 Cumhuriyet Mitinglerinde “Elimize bedava İncil tutuşturuyorlar” diye haykıran Mülkiye profesörlerinin, misyonerleri düşman ilan eden Rahşan Ecevitlerin sorunu buydu: Farkında olmadan dinci idiler.

‘Türkiyeli’ tek kurtarıcı

Vatandaşlığın tanımının, etnik anlam taşıyan “Türk” yerine, teritoryal (topraksal) anlam taşıyan “Türkiyeli” olması gerekir. Ama milliyetçiler/ulusalcılar eşitlikten nefret ettikleri için bu olamayacak. Ama “Türk” de yerinde kalamayacak. Bu terimin artık körü körüne savunulamaz hale geldiği bir ortamda, mecburen, hiç tanım yapmama yoluna gidilecek. Tabii, bu da bir “ilerleme” olacak. Masallarda “arpa boyu” denilen cinsten.

RADİKAL