Türkiye’nin Geçmiş Yüzyılı (1910- 2010)

Rüstem Budak

VAN 31.03.2013 15:26:01 0
Türkiye’nin Geçmiş Yüzyılı (1910- 2010)
Tarih: 01.01.0001 00:00

İbn Haldun’un tarihsel süreç önermesinden hareket edersek; devletlerin insan hayatı gibi olduklarını, doğup, büyüyüp ve öldüklerini ayrıca insan ömrü kadar süreleri olduğunu belirtir. Bu toprakların son yüzyıllık hikâyesi de bu duruma eş değerdir. Osmanlı devletinin kurumsal olarak yıkılış ve yıkılışla birlikte yeni kurtuluş arayışının olduğu dönem ile başlayan süreç, yine kurulu düzenin değişimi ile yoluna devam etmektedir.

100 yıl önce yine anayasa tartışmaları ve Balkan- Ortadoğu merkezli geri çekilme sürecini yaşıyorduk. Devletin yeni anayasası tartışmaları sürerken, darbe ile başa geçen İttihat ve Terakki yüzyıl yöneteceği Türkiye’nin yeni düzenini oluşturmaya çalışıyordu.

İttihat ve Terakki kadro olarak cumhuriyet ile birlikte dışlanmış gözükse de son yüzyılın yönetimdeki ana dinamiği olmuştur. Klikçi, darbeci, kendi kendine rol biçen, toplum ve siyaset mühendisliği ile sistem oluşturmaya çalışan, her daim her şeyin sahibinin kendisi olduğunu düşünen, fetihçi gibi görünüp geri çekilmeye hizmet eden anlayış Türkiye’yi yönetmeye çalıştı.

Yeni kurucu irade, yeni bir kurucu paradigmayı zorunlu kılıyordu. Bu paradigma yüzyıl önce kaba hatlarıyla belli olmuştu. Bu akımlar; İslamcılık, Milliyetçilik, Batıcılık ve Osmanlıcılık idi. Kadrolar bu akımları konjonktürel değerine göre yıkılışı engellemek ve yeniden ortaya çıkmak için araç olarak kullanmaya çalışıyorlardı. Bazen Osmanlıcılık, bazen İslamcılık, bazen de Milliyetçilik kullanılmaya çalışıldı. Devlet için ise asıl olan paradigma değil devletin devamını sağlayacak olandı. Şartlar içinde kullanılmaya en müsait olan seçilmeye çalışılıyordu.

İmparatorluk olarak son büyük savaşlarda tüm gücünü kullanarak geri çekilişi durdurmaya ve var olan şartlar içinde kalıcı olmaya çalışıldı. Ama mukadder son yaklaşıyordu. Artık yeni imparatorluklar vardı. Bunlar yer ve yön tayin etmeye başlamışlardı. İç dinamiklerde yeni tarih okumasında kendisine biçilen rolü oynamaya başlamıştı bile.

Yer olarak Anadolu merkezli olarak asli topraklara geri çekiliş tasarlandı. Bu toprakların son kale olarak görüldüğü için tehdit olarak görülebilecek tüm unsurlar ülke içine ve ülke dışına taşınması gerçekleştirildi. Kürtler, Aleviler ve İslamcılar ülke içinde sürgünlere, baskılara ve dönüştürülmeye tabi tutuldu. Rumlar, Ermeniler ve diğer gayr-i Müslim olanlar ise ülke toprakları dışına çıkartıldı.

Bu topraklar var ise yeni paradigmaya göre bir ulusta var olmalıydı. Bu ulus kimliği olarak Türklük seçildi. Bu topraklarda yaşayan herkes bu ırkın varlığına göre tasarlandı. Türk dili, Türk vatanı, Türk dini, Türk milleti, Türk askeri… Ulus devlet paradigmasına uygun yeni anlayış oturtulmaya çalışıldı.

Dinler ve ideolojiler üzerinde ulus devlet anlayışına göre seçilen dini-ideolojik anlayış dışında olan bütün unsurlar baskıya tabi tutularak değişime zorlandı. Yeni devletin seçimi tamamen devlet kontrolünde güya Sünni Saltanat ideolojisi- Hanefi anlayışa göre dizayn edilmiş diyanet aracılığıyla hiçbir politik- ekonomik- kültürel teklifi olmayan anlayış üzerinden hareket etmek isteyecekti. Bunun için yüzyılın başındaki İslamcı anlayış ve kadronun ortadan kaldırılması hedeflendi. İdeoloji olarak batıcı- kapitalist sistemi benimsemiş kadrolar, buna muhalif gördükleri sosyalizm ideolojisinin mensuplarını da tasfiyeye giriştiler. Bu tasfiye hareketlerinde hiçbir ahlaki, insani ve hukuki zemin gözetilmedi. Kaçırmalar, suikastler, idamlar, mahkemeler, isyan bastırmış gibi katliamlar devam etti.

İmparatorluk bakiyesi bu topraklarda farklı dillerin konuşulması ve ırkların bulunması en doğal şeydi. Ancak yeni düzen tasarımcıları dillerin koşulmasını yasakladılar. Toplumu, edebiyatı, düşünceyi dilsizleştirdiler. Alfabeyi değiştirmekle işe başladılar. Etnik dilleri ve kökenleri kabul edilen tek dil Türkçe ve ırk olarak Türklük üzerinden değiştirmeye çalıştılar. Dillerin eğitim, konuşma, müzik, yazı olarak kullanılmasını yasakladılar. Bu yöndeki talepleri isyan, bölücülük, hainlik, işbirlikçilik ile niteleyerek yok etmeye çalıştılar.

Geçtiğimiz yüzyılda artık bir devletin sadece iç dinamiklerle oluşup, hareket etmesini kabul etmeyen küresel güçlerin yönlendirmesine her alanda açık olan bir yapı üzerine kuruldu. Türkiye bu dış dinamikleri her an içinde hissetti. Her adımda bu dinamikler tavsiye ederek, rol biçerek ve rol vererek devletin hareket etmesini sağladılar. Tehdit algılamaları, suçlar, imkânlar buna göre şekillendi. Küresel güçlerin Türkiye’den istediği eski imparatorluk rolünden sıyrılması, ekonomik olarak bağımlı bir yapı oluşturulması, bağımsız irade sergileyecek akım ve kişilerin etkisizleştirilmesi, uluslararası sahnede görünmemesi ve kendilerince tehdit olarak gözüken devletlerle ilişkilenmemesi idi. Türkiye bu anlamda bazen bu belirtilen sınırları aşmaya çalıştığında güçlü darbelerle terbiye edildi.

Yeni Türkiye’de yön ve coğrafya algısı da değiştirildi. Ortadoğu hiç yoktu artık. Araplara karşı hem siyasal hem de toplumsal bir tepki oluşturuldu. Onlarla ilişkilenmek geri kalmanın göstergesiydi. Balkanlar küresel güçlerin tehdit addettiği sosyalist blok içindeydi. Ortaasya hakeza aynı minval üzere bulunuyordu. Türkiye yüzyıllık bir yalnızlığa mahkûm edildi. Anadolu denilen bir hapishaneye mahkûm edilmiş halde günlerini geçirmesi istendi. Ona açılan tek kapı Avrupa merkezli okullar, gizli siyasal bloklar ve ithalat merkezli olarak gümrükler oldu.

Son yüzyılın Türkiye'si taklit üzere kuruldu. Elbise taklit, düşünce taklit, ekonomi taklit, silah taklit, okul taklit… Var oluşunun değer ve imkânlarını kaybetmiş halde üretim gücünü ve inancını sıfırlamış halde kendisine verilenle yetinen anlayışa evrildi. Yenilgiyi kabul etmiş ve bunu artık zafere giden yola dönük yeni bir sürecin başlangıcı olarak kabul etmemiş, kendisine ait olan her şeyi yok sayarak, ideal olarak gördüğünü sadece ve sadece taklit üzerinden almaya çalışmıştır.

Bu toprakların rızkını insanlara zehir ettiler. Adil olmayan paylaşım, halkın mülkünü peşkeş çekmeler, yakınına-grubuna yönelik iltimaslar, soyguncu düzen, taşeron üretim, haksız bölüşüm ile geçen yüzyıl sonunda bu kalıpları zorlayacak arayışlar olsa da belki de değişime karşı en güçlü irade bu çevrelerden geldi. Mülkün sahipleri, elde ettikleri üzerinde kimseyi hak sahibi olmadığını iddia ederek %99'a %1 düzeninin korunması sözünü alarak ancak değişimlere onay verdiler.

Kültürel- edebi yanını kendini inkâra dayalı anlayış üzerinden kurmaya gayret etmiştir. Edebiyattan müziğe kadar her alanda sahici, samimi, yerli ve küresel olan bir ölçüt üzerinden değil kendisine ait olanı aşağılayarak işe başlamış, bu anlayış üzerinde olan dile ve düşünceye yönelik her türlü üretime yasaklarla, hapislerle ve soruşturmalarla önü kesilmeye çalışıldı.

Muhalif hareketler değişim süreci için devleti merkeze koyacağına çoğu kez diğer hareketleri hedef aldı. Devlette muhalif hareketlerin birbirlerini tehdit olarak görmeleri için açık ve gizli provokasyonlar gerçekleştirdi. Ne zaman ki muhalif hareketler birbirlerini tehdit değil imkan olarak gördüler ancak o zaman gerçek anlamda değişimin kapıları zorlanmaya başlandı.

Halk iradesini hep gizli tuttu. Açık ettiğinde yediği sopalardan dolayı sadece sorulduğunda sözünü ancak yontarak söyleyebildi. Partiler ve seçim sandıkları dışındaki örgütlenmeler ve sözünü söyleme araçlarını kullanmadılar. Devletin Laik- Dindar, Alevi- Sünni, Müslim- Gayr-ı Müslim, Türk- Kürt ayrımlarına tamamen olmasa da dışardan destek verdi. Tavrını ekonomik temelli duruşlara bağlı olarak belli etti.

Devlet kendisini sivil- askeri vesayetin gücüne dayadı. Bu vesayet sürekli tekrarladığı oyunlara karşı halkta ve muhalif hareketlerde tecrübe sağladı. Her defasında aynı oyunu oynamaya alışmış vesayetçi kadro bazı şeylerin değiştiğini geç fark edebildi. Hâkimiyetin kendilerine verdiği güçle şımarık, hoyrat, kibirli tutumu her bakımdan onları zayıflatmaya başladı.

Devlet neredeyse kendine düşman etmediği her kesimin örgütlü- örgütsüz değişim iradesine karşı koyamadı. Dayandığı paradigmalar yerle bir oldu. Yüzyıldır süren anayasa tartışmalarında ilk defa halk kısmen de olsa kendi anayasasını yapmaya çalışıyor. yeni bir kurucu irade ve kadro Türkiye'nin gelecek yüzyılını kurmaya çalışıyor. Tam da bu noktada geleceğimize yönelik yeni tehditlerin oluşmaya başladığını görmekteyiz. Yeni kurulan devletin ve düzenin gelecek yüzyılını(2010-...) ise bundan sonraki yazımızda ele almaya çalışacağız.