Türkiyelilik, İslamcılık ve Üst-Kimlik Sorunu

İrfan BURULDAY

VAN 27.08.2012 14:23:56 0
Türkiyelilik, İslamcılık ve Üst-Kimlik Sorunu
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Türkiye’de son zamanlarda tartışılan konuları iki ana başlık altında sınıflandırabiliriz. Birincisi İslamcılık, İkincisi ise Türkiyeliliktir. Türkiyeliğin kamuoyunda adı demokratikleşme, demokratik açılım, çoğulculuk ve hukuk devleti gibi görünmekte iken, İslamcılık daha çok din ve dinin “siyasal olan” ile kurduğu ilişki ve bu ilişkinin pratikte yansıma biçimini konu edinir. Her iki tartışmanın da Kürtlere dair bir tarafı bulunmaktadır,  dolayısıyla her iki tartışma da “Kürt sorununa” çözüm ekseninde ortaya konulmak istenen bir arayışın getirdiği sonuçlar üzerinden vuku bulmuştur.

İslamcılara göre “Kürt sorunu” ümmetin sorunu iken, solcu ve liberalistlere göre ise demokrasi sorunu olarak öne çıkar. İşin tuhaf yönü ise her iki tarafın da meseleye karşı üst-kimlik ifadesi içeren Türkiyelilik, Türkiyelileşme gibi kavramlar etrafında ittifak içinde olmalarıdır. İdeolojik formları, toplumsal, düşünsel tasavvurları farklı bile olsa, her iki akımında aynı bileşkede bütünleşmeleri düşündürücüdür. Örneğin her iki tartışma da “Kürt sorununu” toprak temelli olarak görmediği gibi Kürdistan meselesi diye bir kavramsallaştırma biçiminden sakınmaya çalışır. Bu açıdan gerek İslamcılar gerekse de solcu ve liberalistler, Kürt sorununu Türk devletinin bir iç meselesi olarak kabul ederek, iç bakış perspektifiyle yaklaşırlar.  Dolayısıyla İslamcıların ve Sol’cu, Liberalistler’in tartışmaları az ya da çok Türkiyelilik, Türkiyelileşme ekseninde dolanıp durur.

Öte yandan İslamcılar, toplumsal bir model olarak Osmanlı modelini öne sürerken Sol ve Liberal kesim ise siyasal sistem olarak Türklük kimliğine mündemiç ve egemen etnik kimliği öne çıkaran demokratik kurumsal yapı modelini benimserler. Dikkat edilirse arada bir model farkı olsa da Kürtlerin taleplerinin değerlendirilmesi konusunda aynı yol izlenir; Osmanlı’da etnik yapılar saray ekseninde istihdam edilirken Sol ve solcu liberallerce, demokrasi ekseninde devletin birer vatandaşı olarak istihdam edilirler. Halbuki Türkiye’de demokrasi ve İslamcı-ümmetçi inşa, mevcut egem siyasal sistemin etnik, ulusal kimliği ekseninde gelişmektedir. Bu durumu adını sıkça duyduğumuz ve her iki tarafın da katılımıyla yeni anayasa çalışmalarında benimsenen kimliksiz anayasa formülünde de görebiliriz. Bunun diğer adı ise üniter sistemi besleyen “misak-ı milli” düşüncesidir.

İslamcıların tartışmaları her ne kadar din ve siyaset (AKP) ilişkisi kavramsalında görünüyor gibiyse de asıl engellenmek istenen Kürtlerin kendi geleceklerini belirleyerek varlıklarını kendi öznel iradeleriyle bütünleştirebilecekleri siyasal bir yapının teşekkül ettirilmemesi noktasındadır. Mesela İslamcı Hayrettin Karaman Türkiye’nin bölünmesine yönelik tutum, davranış ve çalışmaları doğrudan hedef alarak bu tür eylemlerin haram olduğuna dair  toplumu bağlayıcı dini içerikli bir fetva yayınladı.  Karaman’ın fetvasının,  Kürtlerin mevcut egemen sistemin dışına çıkarak ayrılıkçı bir yol izleme çabasında olmalarından kaynakladığını anlamak için kâhin olmak gerekmiyor. Bu durumda Karaman sonrası ortaya çıkan İslamcılık tartışmalarının dini, dinsel bir eksende tartışılmadığını, siyasal özellikle Kürt milliyetçiliğinin pasifize edilmesine yönelik bir tartışma olduğuna şaşmamak gerekir.  Nitekim İslamcı kimliğiyle tartışmaya katılan şahısların Kürdistan meselesi konusundaki tutumunu gözönünde bulundurduğumuzda, Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme konusunda taraflı davrandıklarını görürüz.  Zira bu şahıslara göre, Kürdistan’ın bağımsızlığı doğal gelişmeyip “emperyalist batılı güçlerce” tezgâhlanmış ve üniter yapının bölünmesine yönelik bir oyundur. Gerçi İslamcılar, sözkonusu ayrışma projesini üniter yapı üzerinden ifadelendirmeyip Müslümanların, ümmetin, İslam Dünyasının bölünmesi diye okusalar da bu gerçek değişmeyecektir. Zaten İslam dünyası denilen coğrafya farklı ulus-devletler şeklinde egemenliğini elde etmiş, geleceğini, güvenliğini garanti altına almıştır. Böylesi bir durumda Kürtleri “bölücü” olarak kabullenip egemenlik taleplerini haram kılmak ne kadar doğru olabilir? İslamcılık tartışmalarının bu minvalde sürdürülmesi Kürtlerin ulusal-milli haklarının elde edilmemesi noktasında atılmış kusurlu bir adım olarak öne çıkar. Siyasal zeminde tökezlenen ve mevcut siyasal egemen paradigmaya eklektike edilerek dumura uğratılan İslamcılık tartışmaları bu bağlamda rasyonel ve ortak aklı ilke edinen bir tutumun çok uzağındadır.

Kürtleri tıpkı Osmanlı’nın parçalanması döneminde inşa edilmek istenen “İttihadı İslam” gibi yeni bir ümmet çatısı (bunu adı kısmen de Türkiyeliliktir) altında toplamaya çalışması havada kalır. Doğrusu Kürtlerin Millet olmamalarına yönelik bu tür çalışmalar açıkça samimiyetsizlik ve tarihte aşina olduğumuz devletler arası bir siyaset oyunu içermektedir. İslamcıların Kuran eksenli ve bu bağlamda Ortadoğu’da yeni ve özgür bir siyaset ve yeni bir evren tasavvuru biçimi üzerinden tartışma yürüttüklerini söyleyemeyiz, zira salt ümmetin teşekkülüne öncelik vererek mevcut sorunları es geçmek akıl kârı değildir. İslamcılık tartışmalarının Kürdistan meselesine ilişkin sağlam bir duruş sergileyerek Kürtlere çok açık bir siyasi güvence sağlamaları gerekir. Siyasi güvencesi, geleceği konusunda netleşmeyen bir tartışmanın Kürtlerden destek beklemesi doğru olur mu? İslamcılık, siyasal mekanizmaya dâhil olduğu sürece bu paradoksu hep yaşamak zorunda kalacaktır ki her halükarda müslümanlar siyaset yapma hakikatından kaçamayacaklardır.

Öncelikle siyasal zeminde belirginleşerek öne çıkan İslamcılığın varoluşsal olarak kendini kime, neye ve niçin karşı bir blok oluşturacağı sorusunu yanıtlamak gerekiyor.  Eğer İslamcılar, mevcut siyasal sistemin iktidar partisi üzerinden yeni bir İslamcılık düşüncesi ve “İttihadı İslam” yani İslami birliği sağlamak istiyorlarsa Türkiye’de hukuk ve hukuki zeminin laik olduğu unutulmamalıdır. İslamcılık için geriye kalan tek yol mevcut iktidar üzerinden İslam coğrafyasıyla siyasi, politik ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve hatta Türkiye’nin Ortadoğu’da bütünleştirici bir rol üstelenmesi kalır. Kürdistansız bir Ortadoğu düşünülemeyeceğinden bu projenin gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır. Yukarıda söylediğim gibi İslamcılık tartışmaları siyasal gelişmelerin ya da siyaset sahasının dışında gerçekleşmemektedir. Dolayısıyla Türkiye’de olası bir iktidar değişiminde sözkonusu projenin de hiçbir geçerliliği kalmayacaktır.  Gerek Osmanlı’da gerekse de günümüzde ileri sürülen “İttihadı İslam projesi söylediğimiz gibi siyasi bir projedir, siyasi projeler siyasal gelişmelere ilişkin olup değişken ve sığ özelliklere sahiptir.

Laik, demokratik teamüller düşünüldüğünde Sol ve Liberalistlerin de böyle bir davranış ve tutum içinde olduğu gerçeği ortaya çıkar. Öyleyse fark, gerilim sadece yöntemseldir; her iki tartışmada devletin siyasi, politik konjonktörü, rejimin niteliği ve resmi tezleri çerçevesinde şekillenmektedir. Henüz özgürlüğünü kazanamamış bir milletin rejim diye bir sorunu olmadığından, Kürtlerin böylesi bir tartışmanın içine çekilmesi doğru olmaz.

Anlaşılacağı üzere mesele İslam’ın geleceği değil İslamcıların siyasi iktidarı sahiplenmeleri ve  Türkiye devletinin geleceği, Ortadoğu’da geliştirebileceği siyasi manevralar konusunda kilitlenmiş durumdadır. Kürdistan’daki gelişmelerle ortaya çıkan İslamcılık tartışmaları bu açıdan taraflı ve bir o kadar ön yargı içermektedir.