Türkiye içeride “millîyetçi“ dışarıda “mezhepçi“

Fars Haber Ajansı'na konuşan gazeteci-yazar İbrahim Sediyani, Türkiye'nin iç politikada 'milliyetçi' dış politikada 'mezhepçi' bir çizgiye kaydığını söyledi. Türkiye'deki İslamcılar'ın devletin yedek gücü olduğunu belirten Sediyani,

VAN 6.10.2012 16:34:08 0
Türkiye içeride “millîyetçi“ dışarıda “mezhepçi“
Tarih: 01.01.0001 00:00
FARS HABER AJANSI - Şu anda Suriyeliler’in gözünde Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir devlettir? Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu nasıl bir konumdadır?

     İBRAHİM SEDİYANİ – Şu an itibariyle Türk devletinin imajının sadece Suriye halkı indinde değil tüm Ortadoğu ve Mağrib halkları indinde kötü olduğunu düşünüyorum. Malatya’ya NATO Füze Kalkanı yerleştirmek, Libya’da NATO’ya ve ona bağlı güçlere varıyla yoğuyla katkı sunmak, Mısır’da devrim olur olmaz apar topar Kahire’ye gidip İhvan-ı Müslîmin cemaatine “Laiklik” tavsiye etmek, Suriye’deki terörün baş müsebbibi olmak, üstelik bütün bunları da birbuçuk milyarlık âzîz İslam ümmeti nezdinde oldukça karanlık bir sicili olan Suudî ve Katar rejimleriyle elele vererek yapmak, Türkiye’nin İslam dünyasındaki görece de olsa pozitif olan imajını bitirmiştir.

     Ancak Türkiye’nin sıkıntısı bununla da kalmayacaktır. Kendi içinde ırkçı – şoven bir rejimle yönetilen Türkiye’nin bu tavrı, başta Ortadoğu ve Mağrîb olmak üzere İslam dünyasında Kürdistan halkının haklı taleplerinin de daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Türk devletinin komşu Müslüman coğrafyalara yönelik düşmanca tutumu, İslam dünyasında Kürt halkını daha iyi ve daha yakından tanımaya sevkedecektir. Türk devleti için asıl ve en büyük sıkıntı o zaman başlayacaktır.

     Türkiye’de içeride “millîyetçi” dışarıda “mezhepçi” olan bir hükûmet işbaşındadır. Kendi içinde “millîyetçi” (Türkçü), sınırdan dışarı çıkınca da “mezhepçi” (Sünnîci) olan bir devlet mekanizması işliyor, Ankara’da.

     Kürtler şu an oluşan bu konjüktürel durumu iyi değerlendirebilirse, verdiği haklı mücadelede İslam dünyasından büyük destek alır. Fakat gözlemlerim, maalesef Kürtler’in hâlâ 1990’lı yılların kafasına göre hareket ettiği, hâlâ “İslam dünyası bizim durumumuza kayıtsız kaldı, şöyle oldu böyle oldu” edebiyatı yaptığı yönündedir. Bu söylem doğru olsa bile, Kürtler’in bu edebiyatı bırakıp oluşan yeni konjüktürel şartları değerlendirmesi, İslam dünyasından destek almaya çalışması gerekmektedir. Bu daha akıllıca olur. Fakat dürüst ve temiz insanlar, genelde hisleriyle konuşurlar ve kalplerinde ne varsa dillerinde de o vardır; “reel politik” pek bilmezler ne yazık ki. Bu da hayatın bir gerçeği.

     Meseleyi Erdoğan ve Davutoğlu şahsında değil de, devlet politikası bazında tahlil etmeyi daha uygun buldum. Sonuçta “fıkıh uzmanı” değilim ki, TC’nin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Washington’da ABD’nin dünya güzeli dışişleri bakanı Hillary Clinton ile “ÇAK” yapmasının abdestini bozup bozmadığına dair fetvâ vereyim. Hillary Clinton’la “ÇAK” yapmak, terasta İstanbul muhabbeti yapmak, bunlar abdesti bozar mı, fıkıhçılar daha iyi bilirler.   

 

     FHA – Türkiye’de medyanın ve İslamî kesimin Suriye’deki gelişmeler konusundaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani Türk medyası ile Türk İslamcılar diye bilinen kesimlerin Suriye olaylarına yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

     SEDİYANİ – Türkiye’de iki çeşit medya var artık, elhamdülillâh. Eskisi gibi tek sesli değil. Hükûmetin (veya devletin) yalanlarını “gazetecilik” adı altında halka yutturmaya çalışan bir medya hâlâ var. Fakat bunun yanında onurlu, bağımsız, gerçekleri yazan ve hakikaten “gazetecilik” yapan bir medya da var. Bunu hem Suriye, İran vb. “dış” konularda hem de Kürt sorunu, Alevîler’in sıkıntıları vb. “iç” konularda gözlemlemek mümkün.

     Diğer bir husus, şu anda iktidarda olan ve 10 yıldır ülkeyi yöneten iktidar Türk İslamcı – muhâfazakâr bir iktidar olduğu için, “merkez medya” artık Türk İslamcı basın oluyor.

     Türk İslamcılar’ın şu an itibariyle gerek iç politikadaki gerekse dış politikadaki duruşları tek kelimeyle utanç vericidir. Türk İslamcılar’ın siyasal duruşlarını bir cümleyle özetlemek mümkün: “İçeride Kürtler’e karşı TC’nin yanında, dışarıda ise İran’a karşı ABD’nin yanında.”

     Türkiye’de adına “İslamcılık” denen ucubenin düştüğü nokta, hal itibariyle bu. Bundan daha aşağısı olamayacağına göre, biraz yukarı çıkarlar belki diye ümit ediyorum.

     Bundan iki ay önce, kendilerini en “tevhîdî” ve “vahiy eksenli” olarak tanımlayan, her ağızlarını açtıklarında “İlk Kûr’ân nesli”, “Vahiyle arınmak” gibi ifadeler kullanan Türk İslamcı camiâ, İstanbul’da düzenlediği “Suriye Devrimine Destek” gösterisinde açıkça NATO’dan ve Türk devletinden silâh talebinde bulunmuş, NATO’ya açıkça seslenerek “Bizim ihtiyacımız insanî yardım değil. Bize silâh verin” diye çağrıda bulunmuştur. Bunun üzerine söylenecek söz var mı?

     FHA – Başbakan Erdoğan’ın Suriye konusunda bu kadar ön plana çıkmasıyla, “Kendisini iktidara taşıyanların (ABD ve İsrail yani) isteklerini yerine getiriyor” yorumları hakkında neler düşüyorsunuz?

     SEDİYANİ – O biraz rijit bir yorum olur. Yani Erdoğan için direk “ABD ve İsrail işbaşına getirdi” demek, bence insaf sınırlarını bir hayli zorlayan bir değerlendirme. Şu anda ABD ve İsrail’in isteklerine uygun işler yaptığından kuşku yok, ancak direk onlar tarafından işbaşına getirildiğini söylemek, insaflı bir söylem değil. Ayrıca ülkeye yaptıkları gerçekten iyi hizmetleri de var ve iyiliği, hayrı kim yaparsa yapsın, hayırla yâd etmek gerekir.

     Ben açıkçası, 2002 yılından beri ülkeyi yöneten AK Parti’yi 2011 yılına kadar destekleyen bir insandım. Yani ilk 9 yılında tam destek veriyordum. 2011 yılına kadar yazdığım yazılarda AK Parti aleyhine, Erdoğan ve Gül aleyhine yazdığım tek cümle bile bulamazsınız. Hatta o zamanlar, şimdi hükûmete toz kondurmayan Türk İslamcılar bana “Erdoğancı” diyorlar, “Tağut’a sevgi besliyorsun” diyerek beni aşağılıyorlardı. “Demokratik Açılım” paketine de en büyük desteği verenlerden biriydim. Fakat birincisi, Kürdistan’da gerçekleştirilen ve 34 masum Kürt gencini hunharca şehîd eden Roboski Katliâmı, ikincisi de Suriye topraklarında ektikleri fitne ve besledikleri terör, benim açımdan onların gerçek yüzlerini göstermiştir.

     AK Parti ve Erdoğan eskiden, Türkiye’de “Demokratik Açılım” paketi açıp hak ve özgürlükler alanında olumlu adımlar attıklarında, asimilasyon politikaları sonucu isimleri zorla değiştirilen köy ve şehirlerin eski Kürtçe isimlerini iade etmeyi düşündüklerinde, “komşularla sıfır sorun” politikasını benimseyip Suriye ile vizeleri kaldırdıklarında ve hatta sınırları bile kaldırmayı konuştuklarında, İran’la ve diğer bölge üllkeleriyle sıcak ilişkiler kurduklarında, AK Parti’yi can-ı gönülden destekliyor, öve öve bitiremeyen yazılar yazıyordum. O zamanlar da Türk İslamcılar düşmandı Erdoğan’a ve hükûmete. Fakat ne zamanki yoldan çıktılar, içeride tam millîyetçi ve hatta kemalist oldular, dışarıda ise komşu ülkelere terör ihraç etmeye başladılar, ben muhalif oldum, Türk İslamcılar da onların en büyük destekçisi. Bunun üzerine söylenecek söz var mı?

     Bundan iki sene öncesine kadar AK Parti Hükûmeti hakikaten iyi işler yapıyordu. İçeride ülkemiz demokratikleştiriliyor, dışarıda ise komşu ülkelerle bahar havası yaşıyorduk. Benim tam da hayâl ettiğim şeydi bu. Fakat birden bire ne oldu, nasıl yüzseksen derece saptılar, akıl alır gibi değil.

     FHA – Türkiye – İran ilişkileri neden dibe vurdu? Buna sebep olan Türkiye mi yoksa İran mı?

     SEDİYANİ – Bunun birden bire nasıl böyle olduğunu bir önceki soruya cevap verirken söyledim. Malatya’ya kurulan NATO Füze Kalkanı, Suriye’de ABD paralelinde, Suud ve Katar rejimleriyle elbirliği yapılarak ekilen fitne ve anarşi tohumları, ilişkilerin dibe vurmasının ana sebepleridir. Fakat dediğim gibi, Türkiye iki sene öncesine kadar böyle değildi. Gazze için gemiler seferber eden, uluslararası alanda emperyalist baskılara karşı görece de olsa İran’ı savunan bir Türkiye vardı.

     FHA – Suriye’de son dönemde en çok konuşulan ve ön plana çıkan konulardan biri de Kürt sorunudur. Olası bir rejim değişikliği Suriye Kürtleri’nin durumunu nasıl etkiler sizce? Kürtler kurulucak yeni Suriye’de nasıl bir statü istiyorlar?

     SEDİYANİ – Kürtler yeni kurulacak Suriye’de nasıl bir statü istediklerini, 4 Temmuz 2012’de Mısır’ın başkenti Kahire’de Suriye muhalefetini biraraya getiren konferansta dile getirdiler. Suriye Kürtleri, “Kürtler’in halk olarak tanınması ile haklarının garanti altına alınması”nı içeren ortak bir önerge sundu. Ancak önerge, TÜRKİYE, SUUDÎ ARABİSTAN ve KATAR destekli Suriye Ulusal Konseyi’nin başını çektiği kesimlerin karşı çıkması üzerine konferans tarafından reddedildi. Bunun üzerine Kürtler konferanstan çekildiler ve Suriye muhalefeti ile yollarını ayırdılar. Türkiye, Suudî Arabistan ve Katar destekli Suriye muhalefetinin “Kürt düşmanı” gerçek yüzünün ifşâ olması üzerine, Türk devletinin güdümündeki bu hareketin başarıya ulaşıp da kuracağı devletin, Kürtler açısından şimdiki Suriye devletinden daha kötü olacağını anlayan Kürtler, ilk orada, Mısır’ın başkenti Kahire’de “kendi başlarının çaresine bakma” kararı aldılar. Suriye’ye döner dönmez de Kürdistan’daki şehirlerin yönetimine el koydular ve Kürdistan’ın özgürlük yürüyüşünü başlattılar.

     Kürtler’in genelinin kanaati o yöndedir ki, eğer “Suriye Muhalefeti” denilen silâhlı mücadele başarıya ulaşır ve Suriye’nin şimdiki rejimi yıkılırsa, kurulacak olan yeni Suriye’nin Kürt halkı açısından daha kötü olacağı yönündedir. Bizim topraklarda “Görünen köy kılavuz istemez” diye bir atasözü vardır. Türk devletinin, Suud ve Katar devletlerinin kimliklerine bakmak bile bunu anlamak için yeterlidir. Kendi topraklarındaki 20 milyon nüfûslu “Kürt” kimliğini bile tanımayan, sırf Kürtçe’dir diye 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin coğrafî ismi zorla değiştirip onlara Türkçe uyduruk isimler veren, Kürtçe eğitimin “bölücülük” olarak yaftalandığı, daha mahkemelerde Kürtçe savunmayı bile kabul etmeyen Türklük devletinin güdümünde kurulacak bir devletin Kürt halkına verebileceği ne olabilir?

     Kürtler’in olası “Yeni Suriye”de talep ettikleri hakları, özerkliklerini ve özyönetimlerini ilan eden Suriye Kürtleri’ni tıpkı Halepçe gibi katliâmla tehdit eden, “Hepinizi yok ederiz” diyen Özgür Muaviye Ordusu mu verecek Kürtler’e, yoksa Allâh’ın her günü gazete ve televizyonlarında Kürt halkına küfredip saldıran Türk İslamcılar mı?

     Eğer bunlar sözlerinde samimî iseler ve Suriye Kürtleri’ne bu hakları vereceklerse, öyleyse bu hakları önce Türkiye’deki Kürtler’e versinler de, görelim. “Halep oradaysa arşın buradadır” diye boşuna dememişler. Hem bu “hak vermek” de ne ola ki? Bu topraklar hepimizin ise, neden hep sen bana hak veriyorsun? Gel ben sana hak vereyim! Kürdistan olsun ve orada bizler Türkler’e ve Araplar’a “haklar” verelim. Kabul ederler mi? Allâh-û Teâlâ Kürtler’i onların emrine girsinler diye mi yarattı ki, onlar Kürtler’e hak veriyor? Hakları Cenab-ı Hakk vermiş ve herkese de eşit şekilde vermiş. Elinde silâhla poz verip “Allâh-û Ekber” diye bağır, ondan sonra başarıya ulaşıp devletini kurunca da “Efendim bizim ırkımız Kürtler’den daha Ekber’dir.” Böyle bir vicdanı hangi dîn, hangi peygamber, hangi ahlak kabul eder?

     FHA – İran’ın Suriye üzerinden Lübnan Hizbullahı’na ve HAMAS’a verdiği desteğin İsrail’in yayılmacı şahinlerini rahatsız etmesi ve hatta yayılmayı durdurması nedeniyle, bu meseleyle ilgili Batı politikalarının İsrail şahinlerinin arzuları yönünde geliştiği iddiasına ilişkin neler söylemek istersiniz?

     SEDİYANİ – İddiâ değil apaçık gerçektir bu. Bugün birbuçuk yıldır Suriye devletine karşı savaşan örgütler açıkça söylemiyorlar mı, “Suriye’yi halledersek sıra İran’a gelecek” diye. Yani bunu gizleme gereği bile duymuyorlar.

     Eğer ABD ve İsrail bugüne kadar İran’a saldrımaya korktularsa ve hâlâ dahi çekiniyorlarsa, bunun sebebi Suriye ve Hizbullâh’ın varlığıdır. Suriye’deki rejimin yapısı ve ideolojik karakteri, bu gerçeği görmemize engel değil.

     FHA – Bölgede bir Şiî – Sünnî çatışması ABD, İsrail ve Rusya’nın işine gelir mi? Onların işine yarıyorsa önlemek için neler yapılması lazım?

     SEDİYANİ – Rusya’nın pek bir işine gelmez ama ABD ve İsrail’in arayıp da bulamayacağı bir nimettir bu. Emperyalist güçler Müslüman toplumları hep iki fitneyle biribirine kırdırtmıştır; “mezhepçilik” ve “kavmiyetçilik”. Şu anda bu, Suriye özelinde “mezhepçilik” fitnesiyle tutuşturulmaya çalışılıyor.

     Mezhepçilik fitnesini önlemenin yolu, Müslümanlar arasında vahdet ve ittihadı sağlamaktır, bu yönde çaba ve gayret sarfetmektir.

     Bu noktada hem Türkiye medyasına hem de İran medyasına büyük sorumluluklar düşüyor. Müslüman toplumlar arasında fitne ve düşmanlık tohumları ekecek, hitap ettiği toplumu yekdiğerine karşı kışkırtacak yayınlardan hem Türkiye medyası hem de İran medyası şiddetle kaçınmalıdır.

     FHA – Türkiye ve İran,  Suriye konusunda önemli bir aktör olabilir mi? Türkiye ve İran’ın avantaj ve dezavantajları neler?

     SEDİYANİ – Bu iki ülke başından beri Suriye konusunda ortak hareket etmiş olsalardı, bütün bu acıların hiçbiri yaşanmazdı belki. Fakat kendi mahallendeki kardeşlerine düşman olup okyanus ötesinden dostlar edinir, onların himayesinde siyaset izlersen, dökülen kanların da mesulü olursun.

     Amerika istedi diye Kore’ye asker gönderdin; Amerika adına öldün / öldürdün. Amerika istedi diye Somali’ye asker gönderdin; Amerika adına öldün / öldürdün. Amerika istedi diye Afganistan’a asker gönderdin; Amerika adına öldün / öldürdün. Amerika istedi diye Suriye’yi yerle yekzan ettin; Amerika adına öldün / öldürdün.

     Bir de utanmadan barıştan, kardeşlikten söz ediyorlar. “Bölgenin ağabeyi” imiş!

     Hayır, sen “ağabey” falan değilsin.

     Sen tam da Malcolm X’in dediği şeysin; “Sen bir yerli Tom Amca’sın!”...

     Cesim İlhan

     FARS NEWS AGENCY