Türk ‘abi’ de ‘devlet baba’ya isyan eder mi?

Birinci önemli soru, AK Parti hükümetinin Kürt sorununa bakışında köklü bir değişiklik olup olmadığı sorusudur.

VAN 11.04.2013 12:10:28 0
Türk ‘abi’ de ‘devlet baba’ya isyan eder mi?
Tarih: 01.01.0001 00:00

Ali Akel / t24

Cumhuriyeti tek kimlik üzerine kurup sistemleştiren politik anlayış, vatandaşlarının önüne bir alternatifle çıktı; ya Türk kimliğinde eriyip özünü yitirmek ya da karşı çıkıp yok olmayı göze almak.

Türk olarak dünyaya gelen bir ferdin Türk olmaması yaratılışın fıtratına aykırı iken, söz konusu politikaya tavır, sistem kurucu anlayış karşısında bir nevi irtidat durumu arz eder.

Kürt sorununda dili, dini, düşüncesi ne olursa olsun, Türk siyasetçisinden aydınına bütün kesimler, inşa sürecinde kendisini; ya devletin resmi ideolojisine uygun konumlandırmış veyahut baskıcı eğitim sayesinde sisteme uyarlanmıştır.

‘Devlet baba’ katındaki resmi ideolojiye uyumlu hal aşağıda, toplumun farklı katmanları arasında da kendisini aynen gösterir. Devlet-toplum dikey ilişkisinde Türk toplumunun Kürt algısı, eğitim ve her türlü propaganda aracıyla resmi ideolojiye uygun bir biçim kazanmıştır. En sosyalistinden en ümmetçisine en benim diyen yaklaşımlar bile, bu sebeple Cumhuriyet rejiminin ağlarına takılmaktan kurtulamadı. Kürt solu, belirli bir döneme kadar ‘ulus’ anlayışını merkez alan Türk soluna takılırken; Kürt İslamcılar ise yakın döneme kadar devleti kutsayan Türk İslamcı abilerinin peşinden yürüdü.  

Mesela, Kürt İslamcı kesimi için herhangi bir girişimde bulunmanın öncül koşulu, Türk dindaşlarına gitmek, bir nevi onaylarını almak, yapılacak işte onları ‘abi’ kılmaktı. Türk ‘abiler’in başını çekmediği bir olayın, birkaç unsuru bir arada taşıyan tek bir sonucu vardı; Kürtçü, bölücü, PKK yanlısı (çoğu zaman PKK’lı) olmakla suçlanmak ve yalnız bırakılmak olurdu.

  

Türk abilerin yükselişi

  

Ortadoğu, tarihi bir kavşaktan geçiyor.Kavşaktaki en kritik ülkelerinden biri olan Türkiye’de de tarihi günler yaşanıyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Newroz mektubu, tarihi dönemeçte Türkiye’yi, “yeni dönemin miladı”na götüren kilometre taşı oldu. Kavşağın sonunda Türkiye’nin varacağı yeri, son on yıldır ülkeyi yöneten Türk abilerin Kürt sorunu ile yüzleşebilme yeteneği gösterecek.

Türkiye’de yaşanan süreci daha iyi anlamak için bazı sorular sormak ve cevaplarına mercek tutmak gerekiyor. Birinci önemli soru, AK Parti hükümetinin Kürt sorununa bakışında köklü bir değişiklik olup olmadığı sorusudur.

PKK’nın 5.5 yıl süren eylemsizlik döneminin meydana getirdiği sosyal rahatlama ile gücünün zirvesine çıkan AK Parti hükümeti, selefleriyle mukayese edildiğinde ‘ayrışma’ alametleri gösteriyor. Ancak, yerleşik dil aşılıp (televizyonda 24 saat Kürtçe yayın, seçmeli ders ve mahkemelerde Türkçe dışında başka dilde savunma hakkı gibi...) eldeki veriler değerlendirildiğinde, ‘devlet baba’ paradigmasında kırılma yaşandığını söylemek oldukça zor.

Diyarbakır’da okunan mektubu, devlet ile Öcalan arasında süren görüşmelerin pekâlâ Newroz deklarasyonu olarak kabul edebiliriz. Buradan hareket edecek olursak, devlet ve PKK’yı  deklarasyon yayınlanmaya zorlayan şartlar nedir sorusunu de sormamız gerekir? Bu soruya cevap, bize aynı zamanda AK Parti hükümetinin Kürt sorununa nasıl baktığının cevabını da verecektir.

  

PKK gerçeği ve Kürt sorunu ile tanışma

 

Çok özet bir şekilde dışardan başlayarak içeriye doğru gelmeye çalışalım. Ortadoğu’daki yeni süreçte, Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmiyet kazanması, Suriye’de benzer bir yapının oluşması ihtimali ve PKK’nın buralardaki varlığı ve nüfuzu, söz konusu şartların sınır ötesi ayağını tanımlar.

Esas dönüp bakmamız gereken yer ise sınırın iç tarafında, -ki bu iç/dış sınırların, Kürtlerin arasına çekilen sınırlar olduğunu hatırlatmaya bilmem gerek var mı?- son birkaç yılda yaşananlardır. Geçmişi 2008 yılına uzanan Oslo görüşmeleri süresince PKK’yı kendi (devlet) çizgisine çekmeye çalışan Türk hükümeti, süreç çökünce PKK’ya karşı, Sri Lanka hükümetinin Tamil gerillalarına yaptığına benzer operasyonlara girişti. 2009’da başlayan KCK tutuklamaları, sınırın içi ve dışında yapılan operasyonlar ile Türkiye, bir anda 93’teki yıllarına geri döndü. 1993’teki süreç dönemin ‘ruhuna’ aykırı bir durum sergilemezken, neredeyse 20 yıl sonra 93 ruhuna dönülmesi ise yeni dönemin ruhuna pek aykırı düştü. Bu açıdan geçtiğimiz birkaç yılı devletin yeni yöneticilerinin, “PKK gerçeği ile tanışma, Kürt sorununu öğrenme”dönemi olarak tanımlamak yanlış olmaz. 

İçerde yaşanan gelişmelerin diğer önemli bir ayağını ise hükümetin kendisinden bekleneni verememesi üzerine, Kürtlerin genel olarak AK Parti’ye koyduğu mesafedir. Başbakan Tayyip Erdoğan, demokratikleşme yolunda bir avuç gönül vereni ile yürüdüğünü sıkça ileri sürdüğü konuşmalarında ‘yalnızları’ oynayarak tüm krediyi hanesine yazarken, toplumdaki demokratikleşme talebi ile çelişkiye düşer. Ve altını çizerek ifade etmek gerekir ki, Erdoğan’ın demokratikleşme adımlarına en büyük desteği, ‘devlet baba’ya karşı konumlarından dolayıPKK’yı da kapsayacak şekilde Kürtler vermiştir.

Kürtlerin büyük desteğini aldığı halde hükümetin devletin ‘Kürt ezberini’ okumaya devam etmesi, PKK’nın toplumsal tabanını daha da genişletti. İslamcı, liberal, demokrat Kürtler ile PKK arasındaki çizgi erimeye başlarken, Ankara ile olan çizgi ise gittikçe kalınlaştı. PKK’nın devlete karşı meşru görülen mücadelesi son yıllarda ilk kez ‘makbul’ olarak görülmeye de başlandı ki, bu daha önce izlenen bir durum değildi. Daha açık bir ifadeyle bu durum, Kürtlerin devlete karşı yabancılaştığını, ayrışmanın derinleştiğini gösteriyordu. (Ruşen Çakır ile röportaj bu konuda daha iyi bir fikir verebilir.)

  

İki tarafın da gördüğü ortak tehlike

  

Bütün bu gelişmeler üzerinden Newroz deklarasyonuna mercek tuttuğumuzda, bunun bir tercih değil zorunluluk olduğunu görürüz. Mektuptaki, “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler” ifadelerinin, her iki tarafın da kabul ettiği ortak tehlike olarak okunabilir. Devletin ‘beka’ sorunu ile karşı karşıya kaldığı açık bir şekilde görünürken, statükoda ısrarın her iki tarafa da kaybettireceği, tarihi kavşağı birlikte dönmenin ise herkese kazandıracağı açıktır.

Öcalan’ın mektubunda kullandığı dil, üslup ve ifadelere paralel bir yaklaşımın hükümet kanadında da görülmesi önemli ve son bir soruyu daha sormamızı gerektiriyor: Kullanılın dilin aynı olmaya yakın düzeyde benzer olması aynı ruha da işaret ediyor mu?

Türklere ve Kürtlere “kendi öz kültürleri ve uygarlıklarına uygun” bir sistem kurma çağrısının yapıldığı mektupta, Öcalan’ın şahsında Kürt tarafının eşitlik temelinde barış talebi gayet açıktır. Ortada somut bir kazanım olmadan Öcalan’ın PKK güçlerini sınırın ötesine çekilme çağrısı yapmasının sadece örgüt kadroları arasında değil, genel olarak Kürtler arasında sessiz bir tartışmanın fitilini ateşlediğini buraya not düştükten sonra mektubun doğurduğu iki önemli sonuca daha işaret etmemiz gerekir. Birincisi, Erdoğan’ın “Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehri içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz” dediği zehri, Öcalan, milyonların önünde içmiştir. İkincisi ise, 21 Mart tarihi itibariyle Kürttarafının barış masasını tekmeleme ihtimal ve argümanı ortadan kalkmıştır.

Mektubun diğer tarafında duran devlet için ise bugün aynı keskinlikte konuşmak mümkün görünmüyor. Başbakan Erdoğan’ın Akil İnsanlar Komisyonu’nda yer alan isimlere yaptığı konuşmaDışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Newroz’dan önce Dicle Üniversitesi’nde verdiği konferans, devletin yeni süreçte nerede durduğunu göstermesi açısından önemli ipuçları veriyor. Türk ile Kürdün bin yıllık beraberliği, kadim millet parçası olmaları, tarihdaşlıkları gibi kavramları üzerinden yeni bir sayfa açarken, bu beraberliğin son doksan yılında devletin Kürtlere (ve de Türklere) çektirdiği acıları paranteze alarak, devletin hakim dilini aynen koruyup, Kürtleri yeni dönemde nesne gören politik yaklaşımlarla ortak bir gelecek inşası mümkün olmaz.

  

Son 29 yılı doğru okumak

  

Barışa ve ortak gelecek inşasına giden yol; görece dil ve üslup yumuşamasından değil, sorunun özüne inmekten geçiyor. Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle Türk ile Kürdün bin yıllık beraberliğini son 29 yıl üzerinden okumak yanlış bir tarih tespiti olur. Ancak son 29 yılı, doksan yıldır devam eden Kürt sorunundan kopartarak sadece terör boyutuna indirgemek, “fitne-fesat”dönemi olarak tanımlamak ilk yanlıştan daha büyük bir yanlışın doğmasına sebep olur.

Her cümleye “terör” kelimesiyle girmek, zalimin zulmü ile zulme isyan edeni aynı kefede eşitlemek, hak ve adalet temelinde bir eşitleme olmaz. Olsa olsa, devletin günahlarını, mağdurlarına fatura etmek olur. 

Barışa ve ortak gelecek inşasına giden yol; önce hava yollarından değil, hak ve özgürlüklerden geçiyor. ‘Devlet baba’nın meşhur ‘Cumbabası’ Süleyman Demirel, Türkiye’nin gelişmişliğini anlatırken, geçmişte sahip olduğu helikopter sayısı ile anlatırdı. Bir ülkenin yollarının genişliği, örümcek ağına benzeyen demir ve havayolları hiç kuşku yok ki, o ülkenin refah düzeyine, kalkınmasına ve sınırlı da olsa bazı yerlerde de hak ve özgürlük alanlarının genişliğine de işaret eder.

Kaldı ki, ülkelerin siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmeleri geçmişleriyle değil, başka ülkelerin gelişmişlik düzeyleriyle mukayese edilerek ölçülür.

Ve kaldı ki, bugün ileri demokrasi diye sayılan ülkelerin tamamı önceengin hak ve özgürlük alanları inşa ederek refahlarına refah katmışlardır. 

Barış ve ortak gelecek inşasına giden yol; bugün evet, “acılara, ayrılıklara, ayrışmalara”vurgu yapmaktan değil, ortak değerler, ortak sevinçlere vurgu yapmaktan geçiyor. Ancak ortak gelecek, ortak zaferler ve ortak sevinçler için bugün gerçekleri örtmenin, ötelemenin, ötekileştirmenin zamanı hele hiç değil.

Zaman ve mekan, Türk’e de Kürt’e de öznesi ortak sıralı cümleler kurmayı zorunlu kılıyor.Gerçek şu ki, üniversite amfilerinde ve saray salonlarında Kürdü sadece cümlenin nesnesi yapan uzun konuşmalar, “Türk’ün yeniden dirilişi manifestosu” nutukları olmaktan öteye bir işlev görmez. Çözüme götürmez, barış getirmez.

Tarihi sorumluluk ve yükümlülük, bugün, her zaman olduğundan daha fazla Ankara’da oturanların omuzlarındadır.