TOPLUMSAL ŞİZOFRENİ VE ÖTEKİLEŞTİRME HASTALIĞI

Modern çağ insanının yaşamakta olduğu zihinsel bölünmenin yegâne ilacı toplumsal bütünleşmeden başkası değildir

VAN 21.10.2016 17:26:37 0
TOPLUMSAL ŞİZOFRENİ VE ÖTEKİLEŞTİRME HASTALIĞI
Tarih: 01.01.0001 00:00
Dünya Bülteni/Tuba Karacan
Büyük kentlerde modern yaşamın parçası bireyler olarak yoğun bir stres yaşatmaktayız. Çoğu zaman farkında olmadığımız ama günlük yaşantımızın rutini haline gelen bu baskı, yalnızca kendimizle değil, çevremizle de ilişkilerimizi zorluyor. Gitgide daha tahammülsüz, daha bezgin, daha karamsar bireyler oluyoruz. Bencil modern çağ insanı; trafikte, iş yerinde, alışverişte, hastanede aklınıza gelebilecek her yerde karşımıza çıkıyor ve bize çok benziyor.
Şüphesiz; ümitsizlik, tahammülsüzlük ve saldırganlık, yalnızca modern kent yaşamının doğurduğu bir insan tipi değil. Ülkemizde ve dünyamızda yaşanan acıların da ruhsal yaşantılarımızda bir karşılığı var. Hemen her gün gazete ve televizyonlardan evimize akan acılar karşısında hissettiğimiz çaresizlik bir yandan duyarsızlaştırırken, diğer yandan yoğun bir öfke ve engellenme duygusu da yaşatıyor. Yasımızı yaşayacak vakit bulamadan yeni bir travmatik olayla karşı karşıya kalmak ruhlarımızı yorgun düşürüyor. Geleceğe dair ümitlerimiz yittikçe yitiyor.
Toplum olarak bu gerginliğin ne kadar farkında olduğumuz tartışılır ancak olaylar karşısında verdiğimiz aşırı tepkiler toplumsal ruh sağlığımızın çok da iyi olmadığını gösteriyor. Sözel ve fiziksel şiddet her geçen gün artıyor. Aile içi huzursuzluklar boşanmaların artmasıyla, gençler arasında yayılan kötü alışkanlıklar alkol ve uyuşturucu kullanımının ortaokul çağına inmesiyle sonuçlanıyor. Kendimizden olmayana tahammülsüz, karşımızdakini anlama konusunda sabırsız, hatalara toleranssız hale gelmiş bir toplum olarak gerçekle bağlarımızı tamamen koparmak üzereyiz. Toplumsal şizofreni kapımızda!
Peki ne yapmalıyız?
Bu zihinsel bölünmenin yegâne ilacı toplumsal bütünleşmeden başkası değildir. Toplumun en temel birimi olan aile ve bu çekirdeği oluşturan fertler olarak önce kendi tutarlılığımızı, sonra aile bütünlüğümüzü, sonra toplumsal bağlarımızı güçlendirmek adına kafa yormalı, çaba harcamalıyız.
Bize benzemeyeni, bizim gibi düşünmeyeni, bizden farklı yaşamak isteyeni ötekileştirip yok sayma eğilimi, aslında kişinin kendi iç çatışmalarının da bir göstergesidir. Kendi iyi ve kötü halleriyle, doğru ve yanlışlarıyla, eksik ve ilkel yönleriyle yüzleşemeyen kişilerin kendilerini mükemmel zannetme eğilimleri; kendi beğenmedikleri yönlerini yok saydıkları gibi, kendileri gibi olmayanı da dışlamayı ve yok saymayı beraberinde getirmektedir.
Kendi ailelerimizde bu sürecin nasıl başladığına bakacak olursak ilk göze çarpan nokta; çevreyi sürekli eleştiren anne babaların çocuklarının etrafla barışık olmasının mümkün olamayacağı gerçeğidir. Başkalarıyla kıyaslanarak büyüyen bireyin kendisini asla yeterli ve değerli göremeyeceğidir. Kendisinden memnun olmayan birinin başkalarına karşı hoşgörülü ve anlayışlı olması beklenemeyeceğinden bu insanlar yaşamı boyunca mutsuz ve çatışmacı bireyler olarak toplumda var olacaklardır.
Toplumsal şizofreninin gelip dayandığı noktanın aile olması çok da şaşırtıcı olmamalıdır. Fert fert kendimize geldiğimizde, toplum olarak da sağlıklı tepkiler vermemiz mümkün olacaktır. Bu bağlamda her anne babanın en temel görevi, çocuklarına benimsedikleri değerleri aktarırken, kendileri gibi olmayana da tahammüllü olmayı öğretebilmektir. Kendi çocuğunun farklı görüş ve düşüncelerine saygı ve anlayış gösterebilen ebeveynler rol model olarak bunu en etkili biçimde öğretme şansına sahip olacaklardır. Aksi durumda en yakınını bile kendisi gibi düşünmediğinde ötekileştiren bir anne babanın, çocuğundan kendisine ve başkalarına saygılı davranmasını beklemesi, hayal kırıklığından öte olamayacaktır