Tombala

İsmailKılıçarslan

VAN 17.12.2017 10:24:00 0
 Tombala
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Tombala
O türküyü Süleyman için yazmışlar: “Neyinden korkayım kışın, yazın yağar kar başıma.”

Okumamıştı. Daha doğrusu okuyamamıştı. Babası geçip gidende anası, “bak oğul, sen artık eline ekmeğini almalısın ki bacınla bana bakabilesin” dediydi de Süleyman, çok sevdiği parlak siyah önlüğünü çıkarıp mahalleden İhsan abinin mobilya atölyesinde çıraklık tuttuydu.


Tuttuydu ya, çıraklıktan gelen parayla ocak mı tüter? Atölyeden çıkıp Rüzgarlı’da bir birahanenin bulaşıkçılığını falan da yaptı Süleyman ama kulak asma. 

Garip anası, güzel kadındı. Endamı da, yüzü de yerindeydi. Bir gün aldı karşısına Süleyman’ı, “oğul, Yozgat’a istiyorlar beni. Bacını kabul etti adam ama seni istemiyor” deyiverdi.



“Anladım” dedi, Süleyman. Yalandı. Yalanın kuyruklusuydu hem de. İnsan, hele 14 yaşında bir insan bunu nasıl anlasın? Bacısına baktı bir yol. Hastalıktan, gıdasızlıktan solmuş karanfile dönen bacısına. Kemiklerini saysan sayılırdı. “Gidin siz” dedi, “ben başımın çaresine bakarım.”

Pos bıyıklı Yozgatlı istasyoncu anasıyla bacısını alıp götürürken anası, Süleyman’a iki beden büyük hardal renkli bir palto verdi. “Babanındı. Önümüz kış. Giyersin” dedi.

İhsan usta, atölyede bir yer gösterdi Süleyman’a. Talaşın tozun arasında öksüre tıksıra, düşe kalka sivrildi. Askerlik celbi geldiği gün anasıyla babasını, ama en çok da çok sevdiği bacısını düşünürken hızara kaptırdı elini.

“Yaparım ben, üç parmak olmayınca n’olurmuş ki” dese de almadılar Peygamber ocağına Süleyman’ı.



İhsan usta ölünce karısı dükkânı sattı. Yeni gelen patron, “çolak adam işime yaramaz, kusura bakma delikanlı” dedi.

İşte o gün, eşyalarını toplayıp garajlara düştü Süleyman. Yozgat’a giden otobüslerin olduğu yazıhaneye baktı uzun uzun, oradan Bursa’ya giden otobüs olmadığını öğrenince şaşırdı. Kendine bir tarçın söyleyip Cüneyt Arkın filmi seyretti kahvede. Gidecek yeri yoktu. Yatacak yeri yoktu. Yapacak işi yoktu. Üç parmağı yoktu.

“Ulan dünya, bütün kapıların yoka çıkıyor” deyip, yere kuvvetle tükürdüğü anda, “tombala oynar mısın abi, Malbuş var kazanırsan” dedi yılların tombalacısı çolak Bahattin. Süleyman, “oynarım” deyip Bahattin’e baktı. Daha ziyade Bahattin’in dirsekten olmayan sol koluna baktı. Elindeki siyah bez torbaya baktı. İç cebinden çıkardığı tombala kağıtlarını tek eliyle seçtirip, yine tek eliyle taş çektirmesine baktı. Bu taşları müşterisine okutup tombala kağıdına çinko gelip gelmediğini kontrol ettirişine baktı.



“Yaparım ben bu işi. Şart olsun yaparım” diye geçirdi içinden Süleyman. Bahattin’e, “hele bir çay ısmarlayayım sana kurban olduğum” dedi. İşi dinledi. Uzun uzun dinledi. Bahattin en sonunda, “bak delikanlı, sevdim seni, bizim işin sırrı eksilttiğin taştadır. Çok değil ha. Beş bilemedin altı taş eksiltecen. O zaman zor olur çinko yapması. Anladın mı?” deyip, çay paralarını da ödeyip kalktı.

Süleyman o gün Ulus'tan siyah bez torbayı da, tombala takımını da, ödül olarak vereceği sigaraları da temin etti. İsmetpaşa’da geceyi geçireceği bir sabahçı kahvesine girdi. Eşyalarının arasından o hardal renkli paltoyu buldu. İç cebini çektire çektire söktü. Astara yedi sekiz paket sigara sığardı.



Taş eksiltmeye eli varmadı bir türlü. “Harama hile katmamak lazım, tek eksik olan parmaklar olsun” diye düşündü o eski sızlamayı hatırlayıp.

Sabahçı kahvesinin masasına alnını yerleştirdi. Bu işten çok para kazanırsa bacısının yanına, Bursa’ya gidecekti.

Ağladığını kimse duymasın diye dudaklarını ısırarak daldı uykuya.