Tevazu: Müslümanın Yanında Değer Bulmak

RECEP ARDOĞAN

VAN 22.03.2017 09:54:39 0
Tevazu: Müslümanın Yanında Değer Bulmak
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Güzel sözler ancak ona yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir…” (35/Fatır, 10.)

Son zamanlarda, sahabiler ve İslam âlimleri hakkında bir üslup dikkati celb ediyor.

Ancak, bundan önce Anadolu kültürünün bir hususiyetini ortaya koymak gerekir. Bu kültürde, saygı esastır. Babaya adıyla hitap edilmez. Bir peygamberden veya bir sahabiden söz ederken, sadece adı söylenmez, mutlaka ya bir saygı ifadesi ya da bir dua ve selam cümlesi kullanılır. Bu kültür ve irfanımızın ayrıt edici hususiyetlerindendir. Öyle ki bedevi Arapların “Ey Muhammed!” hitabını bir saygısızlık addederiz. Hz. Peygamber’in ismini selam (s.a.) ve dua (s.a.s.) ile anarız. Yine Aşure günlerinde Hz. Huseyn’in yasını tutmak, dövünmek, Sünnilere karşı bilenmek, bir sapkınlık ve zulüm olduğu gibi, onun şehadetini siyasi bir hataya indirgeyici yaklaşım da duyarsızlık ve şuursuzluktur. Hz. Huseyn’in (r.a.) şehadetini anlatırken, ondan “Hüseyin” olarak söz etmek de Anadolu kültürüne uymaz.

Peki, son yollarda bizim dilimiz mi değişti, kültürümüz mü değişti? Yoksa bazıları, saygı ifadeleri kullanmayı bir zül sayacak kadar büyüdüler, pereştiş mi kazandılar?

Kültürel mirası, anlamak, ilmen ve fikren eleştirisini ve değerlendirmesini yapmak, mutlaka onları ‘eskiler’ olarak görmeyi; onları küçümsemeyi mi gerektirir?

Aslında burada ilim adına çok ciddi bir problem vardır. Çünkü bir ilim adamının, kendinden önce yaşamın ilim adamlarını küçümsemesi, ilmin değerini bilmemesi, tanımaması demektir. Oysa o ilim adamlarının değeri, fiziki varlıklarından veya yaşadıkları zaman ve mekândan değil, ilimlerinden ve ilim dünyasına katkılarından gelir. Bunun farkında olmamak, bir ilim adamının ciddi bir ayıbıdır.

Kültür ve ilim mirasımızın köşe taşlarını küçümsemek, kendi ilim ve kültürünü de bir makaradan ibaret görmek demektir. İslam ilim ve medeniyet mirasının değerini takdir edemeyen biri, İslam ilim ve medeniyetine nasıl katkıda bulunabilir? Buna onu maddiyat dışında ne motive edebilir?

Burada günümüzde özgüvenin sekülerleştiği ve bir megalomaniye dönüştüğüne de değinmek lazım. Megalomani, psikolojide rahatsızlık olarak görülüyor. Ama, oldukça yaygın…

Bu konuya devam etmeden önce, Maturîdî âlim Nureddin es-Sâbûnî’nin başından geçen bir olaya değinelim.

 Sâbûnî, hacca gider ve aylar süren yolculuk sırasında çeşitli ilim merkezlerinde de konaklar. Âlimlerle görüşür. Eş’arî kelamcı ve “Tefsir-i Kebir”in müellifi Fahruddin er-Razi tarafından rivayet edilir ki, dönüşünde memleketi olan Buhârâ´da, İslam beldelerini gezdiğini ve [kendisi gibi] usûl ilmine vâkıf bir âlim bulamadığını söyler. 

“Fakat Meclisinde bulunan Horasan ve Iraklı dinleyici­ler bundan müteessir olur, durumu Râzî’ye haber verirler. Râzî, Buhâra´ya geldiğinde Sâbûnî’yi evinde ziyaret eder ve daha önce söyle­diği sözleri tekrar ettirir. Müteakiben Sâbûnî’nin, hac yolculuğu esnasında bahis konusu ettiğini söylediği “Ru´yetullâh” ve dolayısıyla “Vucûd delili” mevzuunda münazaraya girişirler. Râzî bir kaç sözle hasmının “âlim ve mütehassıs olmak şöyle dursun, ukalâ zümresinin dışında bulunduğunu isbat” eder.” (Razî, Münazarât 7-12’den nakleden Topaloğlu, Bekir, Maturîdiyye Akâidi, Ank. 1995, s. 21 vd.)
Razî’nin bu anlattıkları doğruysa, kibrin bir âlimin kibrinin neye mal olduğunu görüyoruz. Razî’yi okuyanlar da onun enaniyet peşinde koşturduğuna (!) hükmedeceklerdir. Oysa tevazu, hataları gizleyen bir örtüdür; bu örtü kalktığında tüm kusurlar fâş olur. Tevazu, hedef küçültmektir, tevazu kalkınca insan hedef olur. Gerçek tevazu, sahibine sadakatsizlik yapmaz, onu hedef göstermez.

Konumuza dönersek, her şeyi bildiğini vehmetmeye başlayan biri, gülünç durumdadır. Çünkü iddiası ilminden büyüktür.

Ayrıca kibir, onun yeni şeyler dinlemesine, farklı bilgiler öğrenmesine, zamanın fikir zenginliğinden haberdar olmasına mani olur. Bildiğini düşünen kimseye kimse bir şey öğretmez. O yeni şeyler öğrenmemesini de gerekli ne varsa bildiğine bağlar. Zaten bildiğini söyledikçe, ufkunu daraltır. Bildiklerine bağnazlıkla bağlanır, farklı bilgilere kendini kapatır. Ağzı kapalı testiye okyanusu boşaltsanız alacağı bir şey yoktur.

Elbette bu satırların bir megaloman için bir anlamı olacağını düşünülemez. Ama, ilim yoluna girenlerin, megalomaniye düşmemek için dikkatli olması gerekir. Âlimlere hürmet, ilim adamını onurlandırır.

Kendini bilen Rabb’ini bilir. Kendini bilmek, insanın varlık pramitinin neresinde olduğunu bilmesidir. İnsan varlıklar âleminde nerededir? Birey, insanlık âleminde nerededir?

Kendini bilmek, kendini varlıklar âlemindeki yerinin altına düşürmemektir. Kendisini, gerçek konumun üstünde vehmetmemek, egosunu tazim etmemektir. Rabb’ini bilmenin ve onu tazim etmenin hayata ve topluma yansıması da tam burada ortaya çıkıyor. İnsanoğlu, Rabb’ini tazim etmekle hem Aziz olan Allah’ın yanında onur bulur hem de hem de nefsinin çukur (ters-bombeli) aynalarından kurtularak yalın benliğini gözlemleme fırsatı elde eder. Egosunu, bir dev aynasında seyretmez.

Müslüman, Müslümanın değeri düşürmez. Müslüman, değerini ve onurunu ancak Allah’ın ve müminlerin yanında bulur: “Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (4/Nisa, 139.).

Allah’ın el-Azîz isminin tecellileri, O’nu Azîz bilen kulunda görülür. Çünkü, değerini ve öz-saygısını sübjektif yargılarında, vehimlerinde, şeytanın iğvasında aramayan kuluna Allah değer verir.