Teoride Olduğu Gibi Pratikte De Adaletin Olması Gerekmez mi?

İbrahim Sarmış (Misafir yazar)

VAN 30.07.2017 11:33:16 0
Teoride Olduğu Gibi Pratikte De Adaletin Olması Gerekmez mi?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İslam dininde tevhit inancından sonra en büyük ilkenin adalet olduğunda ve uygulamada adaletin olmazsa olmaz olduğunda şüphe yoktur. Ancak teoride durum bu şekilde olduğu halde pratikte hiç te böyle gerçekleşmediğini görüyoruz. Bunu mesela muhterem Prof.Dr.Hayrettin Karaman Hocamızın 2017 yılı Yeni Şafak gazetesinin Ramazan sayfasında çıkan yazılarında gördük. Bununla ilgili yaptığımız değerlendirmenin emri bilmaruf ve nehyi anilmünker görevinin yerine getirilmesinden başka bir amaç taşımadığından herkes emin olabilir.

Muhterem hocamız, ne kadar bilgili olursa olsunlar kişilerin yanılmaktan korunmuş olmadıklarını bizden daha bilirler. Onun için kişileri değerlendirirken, herkesin yanılma ihtimalini gözönünde bulundurarak olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirmek adaletin gereğidir. Fırka, mezhep, cemaat, tarikat, grup, parti, takım vd. anlayışıyla kişileri tasnif ederek bizden saydıklarımızın sadece olumlu yönlerini görmek ve savunmak, bizden görmediklerimizin ise sadece olumsuzluklarını dile getirmek adaletle bağdaşmayan bir tavırdır.

Mesela, Yüce Allahın cehennemlik olduklarını söylediği müşriklerin durumuna bakalım. Bunların “Onlara, yeri ve gökleri kim yaratmıştır, diye sorsan, onları Allah/aziz ve hakim diyeceklerdir”(Zumer 39/38; Zuhruf, 43/9), “Onlara yeri ve göğü kimin yarattığını, güneşi ve ayı kimin musahhar ettiğini sorsan Allah diyeceklerdir”(Ankebut, 29/61), “Gökten su indirip onunla ölmüş bulunan yer yüzünü dirilten kimdir? diye sorsan, Allah diyeceklerdir”(Ankebut 29/63), “Onlara, kendilerini kimin yarattığını sorsan, Allah diyeceklerdir”(Zuhruf, 43/87), “Onlara, yerden ve gökten kendilerine kimin rızık verdiğini, gözlere görme ve kulaklara işitme yeteneğini kimin verdiğini, ölüden diriyi ve diriden ölüyü kimin çıkardığını, işleri kimin yönettiğini sorsan, Allah diyeceklerdir. De ki Allahtan korkmuyor musunuz?”(Yunus, 10/31) ve benzeri ayetlerin seslendirdiği itiraflara bakarak müşrikleri değerlendirecek olursak hepsinin muvahhit kişiler olduğunu söyleriz. Ama bu itirafları yapan aynı müşriklerin değişik şekillerde Allaha ortak koştuklarını ve bu inançla öldüklerinde cehennemlik olduklarını Kur’anın baştan sona seslendirdiğini de görüyoruz. Kur’an anlatımın mesani/çift boyutlu olmasının adaleti ve mükemmelliği işte burada ortaya çıkmaktadır. Bu usul, müminlere de bir yol ve usul olmalıdır.

Ramazan ayı boyunca hocamızın Yeni Şafak gazetesinin Ramazan sayfasındaki yazılarında ne yazk ki bunu göremedik. Evet, Allahın Kitabını ve onun uygulaması olan Resulünün sünnetini, bu ikisi çerçevesinde ümmete hizmet eden alimleri ve söylediklerini tanıtmak yerine, tanıttığınız Ahmed Faruki Serhendi (İmam Rabbani), Celaleddin Rumi, Muhyiddin İbni Arabi, Niyazi Mısri’den yaptığı alıntılarda ve açıklamalarda bu usulü göremedik. Onun için genel olarak ümmetin ve onun bir bölümü olan bu toplumun Kur’an ve Peygamber bilgisinin yerlerde süründüğünü bildiğimiz halde, Kur’anı ve Sünneti topluma tanıtmak yerine, kaynağı ve muhtevası bulanık olan tasavvufun meşhurlarını ümmete sempatik göstermek için yapılan tek taraflı alıntılar hiç de isabetli olmamıştır.

Tamam, tasavvuf ve tarikat çevrelerine zaman zaman eleştiriler yaptığınızı biliyoruz. Aynı şekilde tasavvufa sempatinizin ve meylinizin olduğunu da biliyoruz. Bunu “Ben, Allah Resulünün izinden giderek İslamı onun gibi anlayıp kendi kabiliyeti ölçüsünde uygulayarak onun irşad gücüne kısmen de olsa varis olmuş bir mürşid ile irtibat kurmak suretiyle ondan istifade etmenin faydalı olabileceğine inananlardanım”(Ebu Hanife, Cafer es-Sadık ve Tarikat, Yeni Şafak, 26 Haziran 2011) sözleriyle belirtiyorsunuz. Bunun da ötesinde, bidat, hurafe ve şirkin kol gezdiği türbe ziyaretlerini eleştirenlere kızarak, “Türbe ziyaretleri, bazı zararları ve kusurları yanında, din duygusunun güçlenmesi ve dindarın tatmin bulması yönünde müsbet sonuçlar da doğuruyor. (...) “bid’at ve hurafe” kavramlarını istismar ederek ziyaretlere karşı çıkanların da bulunduğunu bilmeliyiz” (Yeni Şafak, 14 Ekim 2006) diyerek eleştirenleri istismarcılıkla suçladığınızı, din duygusunun güçlenmesi ve dindarların tatmin olması için bu ziyaretlerden medet umduğunuzu da biliyoruz.