Teoride Olduğu Gibi Pratikte De Adaletin Olması Gerekmez mi? (2)

İbrahim Sarmış (Misafir yazar)

VAN 2.08.2017 09:34:47 0
Teoride Olduğu Gibi Pratikte De Adaletin Olması Gerekmez mi? (2)
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Peygamber sevgisiyle coşan cahil halk yığınlarının Nur-i Muhammed’i mitolojisini seslendirmesi yetmiyormuş gibi, İslam aleminin seçkin alimlerinden biri olarak bildiğimiz muhterem Hayrettin Karaman hocamızın 1959 yılında yazdığı belirtilen “Ya Resulallah” şiirinde “Seni sevmekle eşyayı yarattı Kadîru Hallâk-Bu sırra ermeğe senden şefaat yâ Resulallah-Buna şahit ve bürhandır Hitabı Rabbimin “levlâk”-Senin şanın dü kevneyne siyadet ya Resulallah” (Yeni Şafak, 19 Nisan 2011) sözleriyle elli yıl önce bunu seslendirdiğinizi de biliyoruz.

 

Bunu, Rabbani’nin Mektubat kitabından yaptığınız Nur-i Muhammedî yahut Hakikat-i Muhammediye anlatımlarındaki mitolojiyi ve tevhid dışı söylemi eleştirmeden vermenizde de görüyoruz. (Bakınız. Hayrettin Karaman, Hakikat-i Muhammediye (I), İmam Rabbani’den (Yeni Şafak, 3 Haziran 2017).

 

Nur-i Muhammedi anlatımlarının mitolojiden öteye geçmediğini ve sırf Hz.Muhammed’i abartmalarla diğer peygamberlerin üstüne çıkarmak için kullanıldığını sizler de çok iyi biliyorsunuz. Bunu görmek için mesela Prof.Dr. Şinasi Gündüz XE "Şinasi Gündüz" hocanın Anadolu’da Paganizm XE "Paganizm" , kitabına (s.52-53, Ankara Okulu Yayınları, 2005) bakmanız yeterli olacaktır.

 

Felsefesi ve pratiği ile Tasavvufun İslam’dan ve İslamdışı kültürlerden alıntılarla oluşan eklektik bir sistem olduğunu sizler de biliyorsunuz. Buna rağmen, diğer bütün islami ilimler gibi tasavvufun da Şeratın ölçülerine bağlı olması gerektiğini vurgulamak amacıyla da olsa (Yeni şafak, 24 Nisan 2017) adı geçen tasavvuf meşhurlarından yaptığınız Şeriata ve Hz.Muhemmed’e sevgi ve bağlılığı gösteren, öven, yücelten alıntılar tek taraflı olup tıpkı müşriklerin yukarıdaki itiraflarına bakarak onların halis muhlis muvahhitler ve Allahın dostları olduğunu göstermek gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Bu değerlendirmenin bir haksızlık veya mutlak tasavvuf düşmanlığından kaynaklanmadığını görmek için Peygamber ve Şeriat dostu olarak ümmete teşhir ettiğiniz bu kişilerden birkaç örnek vermekle yetineceğim.

 

Mesela, kendisini Hatemu’l-Evliya olarak nitelemesinden hareketle bulanık kültürün de kendisini hatemu’l-evliya/son veli olarak nitelediği İbni Arabi’nin bir örnek olarak “Şüphesiz inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da fark etmez. Zira onlar imana gelmezler”(Bakara/6) ayetinin açıklaması olarak yazdığı aşağıdaki saçmalıklardan da okuyucuları sakındırmak gerekip gerekmediğini ilim ehliyetinize bırakıyorum.

“Ya Muhammed, bana (Allah’a) olan sevgilerini gizleyenler var ya, seni göndermiş bulunduğum tehdidinle/inzarınla onları uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar senin sözüne inanmayacaklardır. Zira onlar benden başkasını düşünmezler. Hâlbuki sen onları hiç düşünmedikleri ve görmedikleri şeyle tehdit ediyorsun. Onlar sana nasıl inanırlar ki ben onların kalpleri üzerine mühür vurmuşumdur. Oraya benden başkasını koymamışımdır. Kulaklarını da mühürlemişim, âlemde benden başka bir söz işitmezler. Gözlerinde de beni görme sırasında benim aydınlığımdan bir örtü vardır. O örtü onlardan masivayı/başka her şeyi gizlemiştir. Onlar benden başkasını görmezler. Onlar için benim katımda büyük azap/tatlı hayat vardır. Onları bu yüce görüşten sonra senin uyaracağın seviyeye indiririm ve benden perdelerim. Nasıl ki sana da böyle yapmıştım... İşte yarattıklarım arasında benim emirlerim de böyledir. Onları gizlemişimdir. Onlara rızamı vermişimdir. Onları asla kızdırmam.”1

 

Bunları ve sayısız benzer saçmalıkları bilmeyip İbni Arabi’den yaptığınız alıntılara ve Şeriata bağlılını belirten övgülere bakan saf bir mümin acaba yazarı hakkında sizce ne düşünür?! İbni Arabi ve benzerleri konusunda Müslümanların yüzyıllardır kamplara ayrılıp çatışmasının, bir tarafın onu şeyhi ekber (en büyük şeyh) olarak anarken, diğer tarafın şeyhi ekfer (en büyük kafir) olarak tanımasının sebebi bu tek yanlı tanımak ve tanıtmak değil midir.

 

Oysa tasavvuf meşhurları da Allahla ve Peygamberle görüşen, kitapları vahiy olan, kutsal ve ermişlik zırhıyla kuşatılmadan, diğer ulema gibi görülüp doğru söylediği kadar yanlış da yapabilen kişiler olarak değerlendirilseydi, insanlar onlar hakkında da uçlarda dolaşmadan doğrusuna doğru, eğrisine eğri der geçerdi. Ama ne yazık ki tasavvuf dünyası onları hep vahiy ve ilhamla hareket eden masum rabbaniler ve kutsal ermişler olarak tanıttığı, yanlışlarını savunmalar ve tevillerle görmezden gelerek dokunulmaz ilan ettiği için hep tartışma ve kamplaşmanın odağı olmuşlardır.

 

 

Not: Yazı dizisi devam edecek