Tenkitte Ölçü ve Denge

Yaşar Değirmenci

VAN 3.01.2018 09:43:38 0
Tenkitte Ölçü ve Denge
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Zaman zaman İslami camia içinde tenkitler yapılıyor, yazılar kaleme alınıyor. Tenkitin usulünü, üslubunu, âdâbını en iyi bilmesi gerekenlerin düştüğü hataları görünce bilmenin, duymanın, okumanın yetmediğini daha iyi anlıyorsunuz. Onun için “âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Denilmiştir. Aşçı çok iyi yemek pişirmesini bildiği, hatta pişirdiği halde o yemekten yemezse karnı doymaz. İyi bir elektrikçinin, bildiklerini uygulamazsa karanlıktan kurtulamayacağı gibi. Bilmenin yetmediğini; kendi fikir ve düşüncelerinin dışındaki yazılara, eserlere bile tahammülsüzlüğün “tenkit furyası”na dönüşmesinden daha iyi anlıyoruz.

Düşünceler önemlidir, şahıslar değil. Şahıslarla değil de fikirlerle-düşüncelerle uğraşırsak, bu metot, nefsaniyete açılan kapıların kapanması bakımından da bir ihtiyat mânâsı taşır. Fikri meselelerde, şahısları geri planda tutmak ve muhtevayı öne çıkarıp bir hakikat zeminin mücerretinde genişlik aramak çok faydalıdır. Bu metot, meselenin özel tarafını, istidat varsa, kendiliğinden halleder. Tersini yaparsanız, mümkün olanı da zora sokarsınız. Yaşadığımız tecrübeler, polemik üslubunun bize hiçbir faydasının olmadığını göstermiştir. Nice usta kalemler, polemik şartlarında verimsizliğe düşmekten kurtulamamıştır. Hiç yapmayacakları hatalara sırf polemik öfkesiyle sürüklendikleri de olmuştur. Herkes nefs taşıyor; içiniz dalgalansa da, yutkunup ölçülerinizi korumaktan uzaklaşmamanız gerekir. Aksi halde muhatabınızdan farkınız kalmaz. Nefsinize pay çıkarırsanız, yolunuz tıkanır. İnsanlar, yarıştırmayı, kızıştırmayı, birbirine üstünlük sağlama mücadelesini başlatmayı sever. Polemiği sever. Ayrıca derin şer güçler, Müslümanların bir kısmının tekelci, agresif ve birbirine düşman olmasını istiyor.  Bize düşen, bu gibi tesirlere kapılmamak ve bu gibi tesirlere kapılma ihtimallerine de meydan vermemektir.

Tenkiti niçin yapıyorsunuz, yaptığınız tenkit ilmî mi, tenkit yazınızın içinde hakaret, tahkir, tezyif var mı, Yazdıklarınız hakikaten “Allah Rızası”nı gözetiyor mu? Yoksa nefsiniz pay alıyor mu? Tenkitiniz faydalı mı, zararlı mı? Tenkit usul ve âdâbına uymamak kavga ve kargaşalara sebebiyet vererek “İslam Kardeşliği”ni zedeler. Hele bu tenkit, sokak ağzıyla, galiz kelimelerle yazılmış ve seviyesizce yapılmışsa bunun kime ne faydası var?  Tenkitler, ilmî seviyede yapılmalı. Böyle yapamıyorsanız bir sürü yazılmış “ilmî tenkit” yazıları var. Zahmet edip okuyun. Bakın bakalım o yazılarda bir tane “hezeyan” “zehir kusma” gibi sözler var mı? Bu ve benzeri yazılar, sözler belirli camialarda efdaliyet hastalığına tutulmuş olanlarda, tenkit ettiği muhataplarındaki ilmî seviyeye ulaşamayanlarda görülen bir nev’î hastalıklardır. Etrafında “eline sağlık, vermişsin cevabını” gibi sözler duyanlar da çok güzel tenkit yazıları yazdığını zannederler. Halbuki bunların ilim ve fikir meclislerinde esamîleri bile okunmaz. Çok iyi bildiklerini zannedip habire tenkit ettikleri sahalarda değerli eserler versinler de insanlar okuyup istifade etsin. Hem tenkit ettiğiniz hale de düşmemiş olursunuz. Zahmetli, meşakkatli, çileli de olsa faydalı olması bakımından bu yol takip edilmeli. Doğru-dürüst belirli kaliteyi tutturan, tenkit yazılarını bulamayacak mıyız? Böyle bir makale bile yazamayanlara “tenkit ahlakı”na uymayan yazı döşeyenlere, sohbetlerinde bu hususlara riayet etmeyenlere: “hani iz’an, hani insaf” demek lazım. “Emeğe saygı” göstermemiz gerekmez mi? Sevgiyle, itidalle, sabırla, düşünce sorumluluğu ve şuuru ile zerre kadar ilgimiz yok ise, bizim yazdığmız tenkit yazılarının müsbet tesiri olur mu? Bu toplumla, bu milletle, bu ümmetle onun meseleleriyle hiç ilgilenmemiş, sancısıyla sancılanmamış, derdiyle dertlenmemiş, problemlerinin halli için kafa yormamış, “zihin teri” akıtmamış insanlar ilim ve fikir adamının çilesini anlayamazlar.

Tasvip etsen de (doğru bulsan da), takbih etsen de (kötülesen ve yersen de) önemli olan üsluptur, ifade-i beyandır. “İfadeyi beyan ayniyle insan” denilmiş. Kültürlü, ahlâklı, faziletli, irfanlı kimseler bozuk ve sapık fikir ve görüşleri dahi seviyeli, gerekçeli, tutarlı tenkitlerle çürütebilir, bunların sahiplerine hakaret etmeden, saldırmadan yanlışlarını ortaya koyabilirler. Doğruyu "doğru" bir üslupla ve metotla vermek, güzeli "güzel" anlatmak, bize iyilikler ve büyük faydalar getirmez mi? O zaman tenkitlerimizde faydalı olmaz mıyız?

İnsanlığın kurtuluş programı olan İslam'ı, ona ekmek ve su kadar muhtaç olan insanımıza ve insanlığa en uygun şekilde anlatmak ve insanları Müslümanca eğitmek için işbirliği yapacak yerde birbirimizle uğraşıyoruz. İslam'dan veya Ehl-i sünnetten dışlıyoruz. Anlama ve yorumlama usulünde farklılık gösterenleri ehl-i sünnetten dışlamak, “sapkın”lıkla itham etmek ne kadar doğrudur? Dini açıklama ve uygulamaya yönelik farklılıklar fıkıh içinde bir kazanım değil mi? Kendileri ve tâbi oldukları imamların da beşer oldukları için yanılma ihtimali olabileceği, kendi anlayışlarından başka bir hakikat ve sahih anlayışın da bulunabileceğini kabul etmeleri halinde “makul ve mutedil” bir noktada çok kolay buluşma ve kaynaşma zeminini oluşmaz mı?  

Bakıyorsunuz imanı, ameli olan sohbet meclislerinin müdavimi olan bir “hoca” kalkıp ömrünü İslami ilimlere vakfetmiş bir başka hocayla uğraşıyor. Onun ilmî olarak yazılmış eserlerini tenkit ediyor. Tenkit yazılarında “muktezayı hal”in kale alınması icap etmez mi?  “Dalalet fırkası”na dahil etmekten tutun “zehir kustuğu”na varıncaya kadar. Bu kin-öfke ve nefretle nereye gidilir? “Hasım bir anlayış”ın kime ne faydası var? Niçin tenkitlerimizde üslubumuza dikkat etmiyoruz. Yapılan hatalar, düşülen yanlışlıklar varsa, bunu kardeşane söylemek varken, güzel olanları takdir etmek, tebrik etmek, teşvik ve teşekkür etmek varken bu kin ve öfke niye? Hele tasavvuf-tarikat meşrebiyle irtibatı olanlara bu durum hiç yakışıyor mu? Hani “nefs tezkiyesi” vardı? “Nefs muhasebe ve murakabesi” vardı? Üstelik bunları yaşamamız, hayatımıza geçirmemiz gerekiyordu. Ne oldu, nerelerde unutuldu?  İhtilaflı olunan hususlarda müminler arasında bir “ihtilaf ahlakı” olması gerekmez mi? Acaba Allah bizi birbirimizle mi imtihan ediyor? Ne zaman peşin hükümlerimizden, hakarete varan ifadelerimizden vaz geçeceğiz? Tenkitte ölçüyü ve dengeyi kaçırmak bazen öyle bir hal alıyor ki “Mekke- Medine civarındaki mescid imamlarına “namazımızı nasıl teslim ederiz”e kadar varıyor. Kafa karıştıran iç burkan nice tenkitler, vehimler, gıybetler, tecessüsler… Nasıl bir anlayış, nasıl bir idrak anlamak mümkin değil. “Mahşerin Provası” “Ümmetin İçtiması” olan aşk-şevk içinde “İslam Kardeşliği”nin canlandığı yerlerde (bizim de tenkitlerimiz bulunmakla beraber, başka bahis ve zamanda görüşülmesi-tartışılması gereken) Vehhabiliği öne çıkarmak hangi zihniyete hizmettir? Ehl-i sünnet hassasiyeti bunu mu gerektirir? Hep ölümüne tutku ve öldüresiye nefretin tehlikeli sularına mı yelken açmak gerek? Kendini açıkça hissettiren dinmez öfke, ‘mü’minler kardeştir’ düsturu içerisinde yapılmış bir eleştiriden öte, daha derin bir ‘iç rahatsızlığının’ kokusunu taşımaz mı? Ondan da öte, inanç sistemimizde "tevbe" gibi, "emr bilmaruf nehyi anilmünker" (iyi ve doğru olana teşvik, kötü ve yanlış olanı tenkit) gibi ibadet sayılan, güzelliklerin, vecibelerin de içi boşalmaz mı? 

 

Müslüman'ın tekfiri, tadlili, iftira ve gıybeti sadece kul hakkı'na girmez. Allah hakkı'na da girer. Zira mü'mine tekfir, Allah'ın yasakladığı bir haramdır. İftira etmek haramdır. Karalamak, tahkir, tezyif ve gıybet de haramdır. Bir haramı işlemek Allah hakkına tecavüzdür. Bunları yapan insan sadece kuldan helallik istemeyecek Allah'tan da af dilenecek ve istiğfar edecek. Bir de, eğer bu günahlar bir başka mü’minin ve mü’minlerin yanında yapılmış onlar da etkilenmişlerse, aynı yol ve usullerle o etkilenen insanlara yanlış yapıldığının ilanı şarttır ki günahın tevbesi tam olsun. Bir hocamızın bu münekkitler(!) için söylediği şu sözler ne kadar mânidar. “Dillerinin, kalemlerinin keskin yanını koca koca âlimlerin enselerinden bir türlü çekemediler. Nerede imanının bedelini ödemiş bir âlim var, onun etini yiyerek semirmeyi beslenme alışkanlığı haline getirmişler. Bunlar içlerinde çamur, sıvayacak alim yüzü arıyorlar.”

Tenkit (Eleştiri) ibadettir. Yeter ki tevbe sadedinde, sevgi temelinde, adalet ve itidalle yapılsın. Kur'an'ın inanan insana yüklediği "tevbe" ve "istiğfar" yükümlülüğü, özeleştiriden, kendini tenkitten başka bir şey midir? "Emr bilmaruf nehyi anilmünker ise başkaları için yapılmış bir "istiğfar" anlamını taşır ve toplumsal bir farzdır. Kur'an, bu vazifeyi terk eden toplumların, inanç gruplarının, ümmetlerin sosyal ve ahlaki çözülmeye maruz kalıp yok olacağını haber verir. Devamlı tenkit ve kusur bulma psikolojisi, insanı o hale getirir ki; Hırçınlık, iticilik, bencillik, mücadelecilik-kavgacılık yönelişleri karakterimizi sarmaya başlar. Bir yabancılaşma hali, bizi hakimiyeti altına alır. Bu, ani değil, kademeli bir biçimde gerçekleşir. Siz, gelişiyoruz zannederken, bazı derin zaafları meziyetmiş gibi benimsediğinizin farkına varamazsınız. Yaşanan bu "fıtrat dışı" hayat normalmiş gibi gelir. İnsanlar nefsini koruma kaygısını-tutkusunu öne çıkarır. Bu psikoloji o kadar siner ki üstüne başına; yolda yürürken yahut bir yerde otururken bile, bir korunma ve muhtemel tehlikelere saldırıyla karşılık verme duruşu onda tabileşir. Sevgiyle, sempatiyle ve empatiyle bakmak yok.  Şartlarının elverdiği bir taarruz biçimiyle hemen eyleme geçer. Yatkınlığı varsa ve uygun görürse kavgayı bile hemen göze alır...

Birbirimizle tartışırken İslâm ahlâkının, edep ve terbiyenin, hikmetin sınırlarını çiğnemeyelim. Mürüvvetli, âlicenap, müeddeb, kâmil Müslümanlar olarak adalet, insaf ve itidal dairesinde tartışalım, müzakere edelim. Ölçülü ve dengeli olmayı, makul ve mutedil bir hal içinde bulunmayı içselleştirelim. "Değer ölçüsü" kullanmak bize çok zor geliyor. Haddini bilmeyen neyi bilir ki? Tenkitte ölçü ve dengeyi kaçıran insanlar, nefsini korur gibi yanlışını korur hale geliyor. Ortak noktalar aramak, her nedense, sadece bizim değil, bütün insanların hiç sevmediği bir şey. Hep ayrılıkları, farklılıkları düşünüp konuşuyoruz. Böyle yaptığımız için de, geçinemiyoruz, sürekli gerginlikler içinde mutsuz oluyoruz. Peki bu durum bize yakışıyor mu?  

Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Göz nuru dökülen, alın teri, zihin teri akıtılan, fikir çilesi çekilerek yazılan eserleri bir kalemde karalamayalım. Hatasız tek kitabın Kuran-ı Kerim olduğunu unutmayalım! İnsan en büyük hataları başkasının hatalarını düzeltirken yaparmış. Niçin böyle oluyor? Çünkü araya nefis giriyor ve insan çeşitli üstünlük, aşırılık ve tatmin duygularına kapılarak ölçüyü kaçırıyor. Farkında olmadan kaabil-i hitap olmaktan çıkar duruma geliyor. Tenkitler, “İslam kardeşliği”ni zedelememeli, zaafa uğratmamalı. İnsan bindiği dalı, dayandığı temeli, beslendiği kökleri hırpalamamalı. Küstürmemeli, gücendirmemeli. Öz eleştiri. Özün tahribine dönüşmemeli. Birbirimizi anlamaya gayret etmeli, “müminler kardeştir” düsturuna riayet edilmeli vesselam.