TARİH, GEÇMİŞ, ERMENİ MESELESİ

Akif EMRE

VAN 18.04.2015 10:28:41 0
TARİH, GEÇMİŞ, ERMENİ MESELESİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Gerekçeler, dönemin şartları, bir imparatorluğu batıran zihniyetin bugüne faturası olarak önümüze sürülen uygulamalar ne olursa olsun sağlıklı bir toplum tüm bunlarla yüzleşmesini bilir. Bu yüzleşmenin yapılması için de her şeyden önce neyin geçmişimize ait, neyin tarihe ait olduğunun idrak edilmesi gerekir.
Yenişafak/ Akif EMRE
Önümüzdeki haftadan itibaren Ermeni meselesiyle alakalı uluslararası düzeyde beklenen tartışmalar yaşanacak. Malum 1915 Ermeni tehcirinin 100. yılı nedeniyle başta Ermeni diasporası, lobiler bir ‘soykırım’ tanımı çıkartmak için yoğun bir kampanya içindeler.
Ermeni meselesinin gerçekte ne olduğu ile ilgili tanımlama yapılmadan, bugün doğuracağı hukuki sonuçlar adeta yok sayılarak, bir tartışma yürütülüyor.
Bizdeki tartışma iki farklı uçta yapılıyor; “geçmişte yaşananları kabul edip tarihimizle yüzleşmemiz gerekir” diyenlerle “zinhar böyle bir insanlık suçunu işlemiş bir millet değiliz” diyen indirgemeci yaklaşımlar.
Her şeyden önce geçmişimiz dediğimiz hatıranın kendi başına tarihimiz olmaya kafi gelip gelmediğini sorgulamak durumundayız. Hangi geçmiş tarih sayılmalıdır. Yahut yüzleşmemiz gereken her geçmiş tarih midir?
Bu çerçeveden bakılınca bugünümüzü inşaya göre kurgulanmış tarihle yüzleşmek ne kadar mümkün? Biraz daha açalım. Ermeni tehciri ve sonra yaşananlar karşısında en küçük tereddüde mahal bırakmayan resmi söylem ve bunu destekleyen entelijansiya, bürokrasi kurguladığı tarihi elbette sorgulamayacaktır. Ancak bu elitlerin önemli kısmının tarihle kurduğu ilişki ve en azından tarihin belli bir bölümüne bakış açısı, tam da karşı çıktıkları söylemden, daha doğrusu siyasi tezden yana tavır aldıklarını gösterir. Bu denli büyük çelişkinin nasıl mümkün olduğuna en somut örnek Abdülhamid üzerinden yaşanan ideolojik ayrışmada ortaya çıkar.
Resmi tarih tezi ve muhalif de olsa Batıcı bakış açısı Abdülhamid için “kızıl sultan” yakıştırmasını rahatlıkla kullanır. Malum, Abdülhamid için “kızıl sultan” sıfatı Avrupa’da Ermeni milliyetçileri tarafından yaygınlaştırılmış, Abdülhamid’in Ermeni katliamı yaptığını ima eden bir karalama kampanyası yürütülmüştür. Bu konuda hiçbirinin sorgulayıcı duruşu yoktur.
Yine Abdülhamid’e yönelik Yıldız Camii çıkışında Ermeni komitacıların bombalı suikast girişimi de bugün Ermeni meselesini tabu haline getirenler dahil tüm Batılılaşma yanlılarınca alkışlanmış bir girişimdir. Malum, Osmanlı aydınlanmasının medar-ı iftiharı Tevfik Fikret, hedefini bulamayan suikast için hayıflanmış ve bir şiir bile yazmıştır: “Ey yüce patlama, ey öc alıcı duman, /Kimsin? nesin? bu saldırıya iten ne, sebep ne? kim? /Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın! /Attın… ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!”
Abdülhamid’e karşı, yani gericiliği temsil eden Halife’ye, ayrılıkçı harekete rağmen Osmanlı’yı bir arada tutmaya çalışan Padişaha karşı ideolojik birliktelik, aynı zamanda Ermeni olaylarının hasım tarafı durumuna düşüyor.
Bir ulus devlet inşası için Ermeni olaylarını görmezden gelenler, aynı zamanda her ne olmuşsa olanlardan bir parça sorumluluğu olan elitlerdir. Bu bakımdan yaşadıklarımızın her zaman “tarihimiz” olduğu anlamına gelmiyor. Abdülhamid’e “kızıl sultan”, bombalı suikastçıya “şanlı avcı” diyen bir kadronun olup bitenlerle yüzleşmesi, en azından ideolojik ve siyasi olarak mümkün değildir. Resmi tarih bu dönemde birilerini hain ve kızıl ilan ederken birlerini ve bir dönemi de övgüyle yad edecektir.
Bu tutumun daha muhafazakar tezahürü bizim böyle bir zulmü işleyecek millet olmadığımız tezidir. Evet, bu milletin geçmişine, tarihine haksızlık etmemek ayrı bir şey ama diğer taraftan da geçmişle yüzleşmek aynı zamanda sonuçları bugünlere kadar uzanan bir ideolojik kurguyla da hesaplaşma demektir.
Diğer taraftan tarihle, bu topraklarla, bu toprakların değerleriyle bir aidiyet bağı olmayan kesimler için ise yaşananları, Nazilerin Yahudilere uyguladığı türden, sırf dini ve etnik sebeplerle uygulanan soykırımla eşdeğer tutup, bu şekilde tanımlanmasını savunmak da tarihle yüzleşmek hiç değildir. Her şeyden önce soykırım bir insanlık suçu olarak hukuki bir tanımdır ve bunun yaptırımları vardır. Uluslararası hukukun bu şekilde tanımlayarak yaptırım uygulamaya başladığında bu tür ‘tatlısu liberalleri’nin hayatlarının ne kadar etkileneceğini düşündüklerini hiç sanmıyorum.
Benzer bir çelişki örneği, tarihin bu safhasında millet-i sadıka olarak bilinen Ermenilerin hangi tarihi koşullarda isyana ittiği, Osmanlı-Rus-İngiliz rekabetinde Rusların ve İngilizlerin belirleyici rolü, daha da vahimi Ermenilerin emperyal hesaplar uğruna ortada bırakılması gibi faktörlerden bihaber olarak ne geçmiş ne tarih değerlendirmesi yapılamaz.
Gerekçeler, dönemin şartları, bir imparatorluğu batıran zihniyetin bugüne faturası olarak önümüze sürülen uygulamalar ne olursa olsun sağlıklı bir toplum tüm bunlarla yüzleşmesini bilir. Bu yüzleşmenin yapılması için de her şeyden önce neyin geçmişimize ait, neyin tarihe ait olduğunun idrak edilmesi gerekir.İKTİBAS DERGİSİ