Tamirci Mahmut

Ahmet Maruf Demir

VAN 22.09.2015 09:44:57 0
Tamirci Mahmut
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Sabah namazını kıldıktan sonra hemen kalkmadı. Bağdaş kurarak bir süre öylece, seccadesinin üzerinde oturdu. Tamirci Mahmut'u düşünüyordu. Üç yıl önceki bir hatıraydı. Nereden gelmişti ki aklına? Duâ niyetine mırıldandı. Yüreğini bir ayet titretmiş gibiydi. Hira ile uçurum arasındaydı sanki. Ne kadar vakit geçtiğini bilememişti. Çok az sonra… Kulağı, yavaş yavaş doğan güneşin uyandırdığı kuşların sesine takıldı.

Kuşlar: "Onlara, Tamirci Mahmut’u anlattın mı?" diye sordular.

Kendisi: "Anlatmayı çok düşündüm. Ama onun karakterine uygun kelimeler seçmekte zorlandım. Bu yüzden Tamirci Mahmut’u anlatıp anlatmamakta kararsız kaldım." diye cevap verdi.

Kuşlar: "Kelimeler değerlidir. Fakat Mahmut da öyledir. Anlat!" dediler.

Kendisi: "Peki, anlatacağım." sözünü vererek oturduğu yerden kalktı. Seccadesini topladı. Çalışma masasına geçerek yazmaya başladı:

"Tamirci Mahmut...

Uzun boyluydu. Benden bile daha uzundu. Her zaman gülerdi. Tebessüm çehresini sarmıştı. Atılgandı. Gözü pekti. Misafirperverdi. İş bilmez bir hüviyetin iş bitiren reçetesiydi!

Suriye’de savaş başlamadan önce motosiklet tamirciliği yapmıştı. Savaş çıkınca ekmeğinden olmuştu. Yılmamıştı. Mücadelesine cihad ederek devam etmişti. Bu esnada da bacağından yaralanmıştı. Tedavisi çok uzun sürmemişti. Bir süre sonra ise iyileşmişti.

Her ne kadar iyileşse de bacakları yine de eskisi gibi değildi. Bu yüzden de onu sınıra yollamışlardı. Sıfır noktasına. Kadınlara ve çocuklara bakan bir ekibin içinde bulmuştu kendisini.

İlk olarak, Suriye sınırındaki gezici aş evlerinde çalışmıştı. Daha sonra Sağlık Ocağı kurulunca bu kez de sağlıkçı önlüğü giymişti. Boynundan steteskobu çıkarmaz, elinden de iğnesini düşürmez olmuştu.

Tamirci Mahmut'u, Suriye sınırındaki işte bu sağlık ocağında tanımıştım. Üzerinde sağlıkçı önlüğü, boynunda steteskobu ve elinde iğnesi olduğu bir sırada da onu seyre dalmıştım. Elinde her türlü imkânı olan bir doktorun katlettiği halkı, elinde sadece iğnesi olan bir tamircinin kurtarma çabasını izlemiştim.

Ona nasıl doktor olduğunu sorsaydım eğer, tebessüm eden çehresiyle ve o moral veren kendine has üslubuyla…

‘Motosiklet tamirciliğe ile insan tamir etmek arasında çok fark yok ki! Motosikleti çalıştıran şey nasıl ki motoru ise, insanın da motoru kalbidir. Motor bozulursa yapılacak şey eskisini atıp yenisini getirmektir. Bu kadar basit yani. Ayrıca kalp kapakçıklarına gelirsek, bunlar da motosikletteki silindir kapağı dediğimiz zerzevata tekabül eder.

İnsandaki mide, motosikletteki kartere... Akciğer, hava filtresine… Adale/Kas, krank miline… Kalp pompası, yağ pompasına… Atardamar, su pompasına… İnsandaki solunum, sindirim ve boşaltım sistemleri ise, motordaki emme, sıkıştırma, ateşlemeye tekabül eder.

Ki motosikleti ayakta tamir ettiğimden olsa gerek; gelen hastaları da ayakta tedavi ediyorum!’ derdi, büyük ihtimalle. Gülümsetirdi.”

Mahmut hakkındaki intibası ve çok az bir tanışmışlığın kendisinde bıraktığı duygular işte bunlardı. Sabah namazından sonra aklına düşmüş ve ardından kuşların ısrarıyla Mahmut hakkında o günkü duygularını bugün kaleme dökmüştü.

En sonda ise...

"Tamirci Mahmut!

Bundan sonraki hayat hikâyesi şu an nasıl devam ediyordur?

Hala gülümsüyor mudur?

Acaba kendisi şu an Akdeniz sahillerinin kumlarında gülümseyen çehresiyle ayaklarının izini bırakıyor mudur?

Yoksa artık gülmeyip de ağlıyor mudur?

Gözyaşları, kucağındaki yavrusunun kurumuş dudaklarını ıslatıyor mudur?

Eşi kendisini her zaman gülerken hatırlasın diye; ‘Hıçkırıklarım biber gazından hanım.’ diyor mudur?

Yüzlerce kilometrelik yolları aşındırdığı hâlde ailesine, ‘Çok az kaldı.’ yalanını söylüyor mudur?

Avrupa'nın sınırlarında, dikenli tellerin öte tarafına -o küfretmez- bir tükürük yolluyor mudur?

En önemlisi ise o da beni düşünüyor mudur?

Peki o beni düşünüyor mudur?

Beni düşünüyor mudur?

Ya da ‘Sadece düşünmek yetmez.’ diyor mudur?”

Sorularını sorup...

Bitti.

Kendisi mi yoksa yazdıkları mı bilinmedi!

Dedim ki: Çocukluğumuzda bayram geceleri heyecanımızdan uyuyamazdık. Büyüdük. Acılarımız da büyüdü. Şimdi de uyuyamıyoruz!