Tam yenmeden bu ülkeye rahat yok!

Ömer Altaş

VAN 21.04.2015 09:41:31 0
Tam yenmeden bu ülkeye rahat yok!
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Dağın eteklerinde akan büyük dereden, şehir merkezinde yer alan bahçeleri sulamak için su getirilirdi.

Sulama suyu; birkaç km yol kat eder, çoğunlukla bol taşlı toprak suyolundan kıvrıla kıvrıla menziline ulaşırdı.

Bahçe sulama işi sürerken bazen su azalır bazen de tamamen kesilirdi.

Geriye doğru adım adım ilerleyerek suyun neden azaldığını ya da kesildiğini tespit etmek gerekirdi.

Bu görevle, 10’lu yaşlardaki çocuklar olarak hayata dair bir gerçeğe şaşkınlıkla tanık olurduk.

Sulama suyunu, izinsiz kendi bahçesine yönlendirenler vardı. Hatta ilk bakışta anlaşılmayacak şekilde, suyun yönünü bahçesine çevirmek için gizli geçişler yapan kurnazlar olurdu.

Bahçe sulama işini yapanlar, en sorunsuz durumlarda bile “her şey yolunda” demezlerdi.

Konu siyaset olunca “her şey yolunda” tecrübesini akıldan bile geçirmemeli.

Doğal ve zorunlu sonuçlar, ihmallere, basiretsizliklere kurban gidebilir.

Evet, jeopolitik rüzgâr, Türkiye’nin demokratik dönüşümünün arkasından esiyor. Sivil devrim süreci, kendi yatağında önüne çıkacak her engeli kendi enerjisi ile aşacak gibi görünüyor.

Ama bu his, herkeste, gelişmeleri akışına bırakan bir ruh haline neden oluyor. “Ne de olsa bir kez daha zafer kazanacağız ” diye düşünüyorlar.

Etrafı bir koyvermişlik atmosferi sarmış durumda.

Bu havayı oluşturan müsebbibe kafa yormalı.

Çünkü bu; bizatihi Türkiye’nin yapısal dönüşümünü ilgilendiriyor.

Bütün avantajlara rağmen, önümüzdeki süreçlerin zaferle sonuçlanacağına dair mutlak bir vaat yok.

Tarih, kesin zafer beklentilerinin hezimetle sonuçlandığı nice öyküyle doludur.

Yerini terk eden savaşçılar nedeniyle daha imanın en zirvedeki ikinci savaşında bile (Uhud’da) yenilmek mukadder oldu.

Ülkedeki durumu, tek başına partiler arası politik mücadele olarak görmemeli. Hatta “oyların dağılımının ne olacağı” 7 Haziran 2015 seçiminin tali anlamıdır.

Asıl anlam; eski düzen unsurlarının ve müzmin muhaliflerin dilinde gizli. Onlar; genel seçimleri, varoluşsal son savaş olarak ele alıyorlar. Tüm farklılıklarına rağmen bu yüzden birlikteler.

Büyük dövüş ustasının öğrencilerine, fundalıklar arasında kaçan tavşanı yakalamaya çalışan tilkiyi göstererek verdiği ders gibi: “Söyle çekirge, kim kazanır? Karnını doyurmak için kovalayan tilki mi yoksa canını kurtarmak için kaçan tavşan mı?”

Bugüne kadar can derdindeki tavşan makamında olan bizdik.

Şimdi arkasına bakmadığı halde “galiba atlattım” diyerek hareketlerini yavaşlatan da biziz.

Bu seçim yalnızca bir seçim değil diyorlar!

“Onlara” göre bir savaş. “Onlar” Batılı güç merkezlerinin taşeronları.

Bu savaşta, karşı tarafta kim varsa, onlar, tam yenilmediklerinde ülke rahat yüzü görmeyecek!

Karşı taraf, tam ve kesin bir darbe almadan saldırılarından vazgeçmeyecek!

Onların; “koşulsuz olarak, toplumun iradesine saygılıyız” diyecekleri birliğe sahip olmalı.

Umutsuzluk ruhlarına yazılmalı.

Halk iktidarına tam razı olmalılar.

Biraz onlardan biraz bizden olmaz.

Yarım iktidar, eksik zafer; daha fazla ölüm, daha fazla maliyet demek.

Haziran seçimine “kendimize” bakarak gitmemeliyiz.

Bu seçimlere “taşeron networküne” bakarak gitmeli.

Bu kez kesin ve net yenildiklerini anlamalılar.

Savaşların, devrimlerin ve medeniyetlerin tarihine bakıldığında bu en temel kuraldır.

7 Haziran'da yeni anayasayı yapacak iradeyi sandıktan çıkarmalı.

Bu zorunluluğu herkes görmeli.

Normalde; HDP mutlaka barajı aşmalı, anayasayı tüm partiler birlikte yapmalıydı. Bu toplumcu, demokrat duruşun temel kuralı.

Ama HDP artık, eski BDP’nin yeni Türkiye partisi değil. HDP’yi karargâh olarak seçen üst akıl, HDP’yi sinsice yeni bir “taşeronlar” cephesine dönüştürdü. Eski düzenin, statükonun yeni yüzüne... Onlar yerlerini böyle belirlediler.

Batılı güçlere, HDP üzerinden de bir sonuç alamayacaklarını göstermeli.

Bunu başarmak ancak etkili bir “algı yönetimi” ile mümkün olur.

Tek başına mitinglerle, TV programlarıyla değil “fısıltı lobisini” harekete geçiren dinamiklerle olur.

Örneğin, Başbakan’ın yaptığı gibi felsefesini bile açıklamadan Demirtaş’a “hain” denmemeli. Bu üslup zarar verir.

Tercihleri ne olursa olsun “Kürt halkını” cepheye koyan tüm davranışlardan kaçınmalı.

İnce ayırmalı.

HDP arkasına gizlenen, Kürtlükle ilgisi olmayan “aklın” istediği de tam bu.

Türkiye’de Kürt meselesi son durağına varmış değil. Kürt meselesi, şu an, dış tepkilere son derece duyarlı bir dönem yaşıyor. Kürtleri ayrıştıran siyaset muhafazakâr seçmeni bile HDP’ye iter. Kürt kimliğini önce bütün görmeli sonra içine girmeli.

Kürt halkı kendi içindeki batıcılarla henüz yüzleşmiş değil. Bu süreç, bir süre daha, yüzleşmeye izin vermeyecek. Kendi habitatındaki tüm sorunları erteleyecek.

HDP’yi, CHP üslubuyla eleştirmemeli. HDP’yi muhatap almadan, daima ve ısrarla Kürtlerle konuşmalı.

Ana çelişki, Demirtaş’ın, Abdullah Öcalan’ı bile elimine etmeye çalışması.

Öcalan’sız HDP formülünün hayata geçirilmek istendiğini, Demirtaş’ın yıkıcı söylemleriyle Kürtlük birikimini, geldiği yerden almadan konuştuğunu Kürtler de görmeli.

Bu realiteyi, HDP içindeki aklı başında, yerli, oyunu gören elitler ifade etmeli.

Demirtaş, manipüle etmek yerine halkının sesini dinlemeli. Batı'nın yeni Truva atına binmemeli. Barış yolunu harap eden bir üsluptan vazgeçmeli.

Esas olarak Abdullah Öcalan, bu tarihi kritik eşiğe dikkat çekmeli. Herkes için iyi olan şeye kendi elitlerini ikna etmeli.

Konu HDP olunca çalışılmamış, süzgeçten geçmemiş hiç bir açıklama yapılmamalı. Eski düzen üslubunu çağrıştıran bir dil kullanmamalı.

Aslında günün temel ihtiyacı: “Fısıltı lobisini” harekete geçirmektir.

En net şekliyle; 7 Haziran seçiminin kaderini, “fısıltılar” belirleyecektir.

Gezi ve Paralel olayları bambaşka dış görüntüler içindeydi. Ama fısıltı lobisi, şaşırtıcı bir şekilde sonuç alıcı gücünü gösterdi. Gezi kalkışmasını, “anti-İslamlık”, Paralel ’in darbelerini,“anti-millilik” olarak kodladı. Sonunda her iki cephede, ‘felsefi olarak’, tam anlamıyla yenildiler.

Bu seçimin yönünü bu kez “kimlik siyaseti” belirleyecek.

Türkiye, 7 Haziran 2015 seçiminde, en sıcak yapısal sorunu ile yüzleşiyor.

Seçim öncesinde, yine “dava” ve “Paralel” argümanları devam ediyor. Gelinen noktada bu tutum, stratejik olarak eskidi. Türkiye burayı aştı ve yönünü belirledi.

Artık, kimlik siyasetini en iyi yöneten kazanacak.

Bunun en önemli sacayağı tabi ki MHP tabanıdır. MHP tabanında, HDP barajı aşabilir düşüncesiyle bir yığılma olmaktadır. Orada daha şimdiden önemli bir enerji birikti.

AK Parti; bu enerjinin kendinde birikmesinin “daha iyi olacağına” Orta Anadolu’yu ve Karadeniz’i ikna etmeli.

AK Parti bir taraftan salon toplantıları, Manifesto, Sözleşme, Beyanname vb. faaliyetleri yürütürken diğer taraftan halkla direk temasını yoğunlaştırmalı. Fısıltı merkezine akıllıca stratejik akınlar yapmalı.

O merkezden alınan felsefi, kurucu, algı yönlendiren, kanaat oluşturan, aklı ve kalbi ikna eden, rafine ve öz deyimlerle toplum içine akmalı.

Halka, birbirlerine heyecanla söyleyecekleri anahtar cümleler verilmeli.

Örneğin, önceki seçimlerde Türkiye’nin her yerinde, kulaktan kulağa fısıltı halinde duyulan“MHP mutlaka mecliste olmalı” sözünün ne kadar etkili olduğunu gördüğümüz gibi.

HDP’de olduğu gibi MHP’de de, “hayati “nedenlerle birikme var. Yeni fısıltı “MHP güçlü temsil edilmeli ki bölücüleri mecliste dengelesinler!”

7 Haziran devletin de bekası ve istikrarı seçimidir. Bu nedenle Devlet Bahçeli bir kez daha en kritik evrede sorumluluk üstlenmelidir.

Aynı şekilde, Kürtler; Tayyip Erdoğan’ı hedef alan saldırıların aslında Kürtleri hedef aldığına ikna edilmeli.

Kürtler kanaatlerini kendi kendilerine belirlemeli ve söylemeliler.

Fısıltının ruhu budur.

İki tür Kürt seçmen de algı değişimine ihtiyaç var. Birincisi HDP’li Kürtler için.

“HDP barajı geçmezse kazanımlarımız heba olur”

Bu algı şöyle değiştirildiğinde bir taşla iki kuş vurulacaktır: “Tayyip Erdoğan’a bir şey olursa, her şey heba olur, işler tersine döner, bizim asıl teminatımız o.” Bu algı, kor halinde zaten var. Sadece harlanması gerekiyor.

İkincisi bölgede giderek yaygınlaşan fısıltıdan etkilenen muhafazakâr Kürtler için:

“Biz HDP’yi kendi haline bırakırsak hepten gâvurlar teslim alacak.”

Görülüyor ki, akıllı stratejilerle tahkim edilmesi gereken Türkiye’nin siyaset rotasında, R. Tayyip Erdoğan merkezli bir yol var.

‘Tam yenme felsefesinin’ bundan daha iyi bir yolu yok.

“Her şey yolunda” dememeli.

Kenetlenerek bütün enerjiyi bu yola teksif etmeli.

Bu; demokratik, sivil Türkiye devriminin de, AK Parti’nin de, hükümetin de tek çıkış yolu.