'Sorumluluk ahlakı' bağlamında Ak Parti-BDP işbirliği

KÜRŞAT BUMİN

VAN 14.02.2013 13:10:50 0
Tarih: 01.01.0001 00:00

Spielberg'in 'Lincoln'unu izleyen çoktur aranızda mutlaka...

'Sinema'dan konuşmak haddimizi aşmaksa da, Lincoln'u canlandıran Daniel Day-Lewis'i kutlamadan geçmek istemem doğrusu. Bir sinema yazarının dediği gibi gerçekten de 'muhteşemden de öte' bir oyun sergiliyor.

Filmin ana konusu malum; Lincoln, Temsilciler Meclisi'nden köleliği yasaklayan bir anayasa değişikliği geçirmek istiyor. Özellikle Cumhuriyetçiler'e karşı savunulan bu değişiklik taslağı radikal grubun büyük desteğiyle oylanmayı beklemektedir. Grubun liderinin meclisteki konuşmaları gibi Demokratlar'a karşı girdiği polemikler de nefis… (Yeri gelmişken: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler'in bugünün ABD'sinde sergiledikleri politikalar nasıl da farklıymış… Bu büyük değişimin Demokrat Başkan Franklin Roosevelt'in döneminde gerçekleştiğini de hatırlayalım.)

Tasarının kanunlaştığı oturumda söz alan (Mehmet Acar'ın sözleriyle) 'öfkeli radikal' (Tomny Lee Jones) sözlerine başlamadan önce grubundan bir arkadaşının şu önerisi-tavsiyesi ile karşılaşır: 'Bütün insanlar doğal olarak eşittir' diyerek konuşma, 'Bütün insanlar kanun önünde eşittir' demekle yetin.

'Öfkeli radikal' bu öneriyi-tavsiyeyi geri çevirmez ve sözlerine 'Bütün insanlar kanun önünde eşittir' diyerek devam eder. Cumhuriyetçiler 'doğal eşitlik'in altını çizmeyen bu sözler karşısında telaşlanırlar, hatibin samimi konuşmadığını ileri sürerler. 'Öfkeli radikal' bu tercihinden dolayı bir yoldaşı tarafından da kınanır. 'Öfkeli radikal'in bu eleştiriye cevabı önemli olanın bu anayasa değişikliğinin geçmesine tanıdığı önceliğin hatırlatılması şeklindedir.

Bu sahneler bana bu köşede daha sözünü ettiğim iki kavramı hatırlattı. Bunlar 'sorumluluk ahlakı(etiği)' ve 'kanaat ahlakı' kavramlarıydı.

'Kanaat ahlakı' düşüncenin ya da 'hakikat'in peşine düşerek düşünmek, konuşmak ve eylemeye işaret eder.

'Sorumluluk ahlakı' ise 'hakikat' peşinde koşmaktan çok 'pratik sonuçları' göze alan bir duruşu temsil eder. 'Hakikat' ile farklı bir ilişki kurar, 'toplumsal yarar' gibi nedenleri öne alır. Tahmin ettiğiniz gibi siyasetçinin ahlakı tabii ki 'sorumluluk ahlakı'nın en iyi örneğidir.

Bu iki 'ahlak-etik' konusunda hemen akla gelen bir özlü söz Machiavelli'ye aittir. Modern politikanın kurucusu olarak anılan İtalyan düşünürün şu sözleri yani: 'Bu dünyadan ayrılırken, ardımda daha iyi bir dünya bırakmayı, iyi biri olmuş olmaya tercih ederim.'

Bu sözler –tabii ki- 'siyaset ve moral ilişkisi' bahsi açılınca akla gelen sözlerdir.

Gelelim Ak Parti ve BDP arasında 'süreç'e ilişkin yakınlaşmaya:

'Türk medyası' her zaman olduğu gibi bir âlem gerçekten… Ak Parti ve BDP arasında 'yeni Anayasa' – 'başkanlık sistemi' konusunda giderek gelişen işbirliği arayışını dünyanın en tabii gelişmesi gibi hiç mi hiç 'şaşırmadan' müjdeleyebiliyor!

Bu yeni sürece ilişkin benim fikrim mi?

Bu yeni süreç 'iç savaş'a son verecek ise benim açımdan da hoş geldi sefalar getirdi… Bu olumlu tablo ancak bu şekilde oluşacaksa taraflara akıl vermek hakkını –ve yetkisini- kendimde görmüyorum tabii ki. Yanlış olarak 'başkanlık' olarak sözü edilen sisteme –açıklanan öneriler çerçevesinde- kendimi hiç mi hiç yakın hissetmesem de, sürecin sonunda eğer 'iç savaş'ın bir daha geri gelmemek üzere ülkeyi terk etmesi gerçekleşecek ise, 'Şimdilik kaydıyla bu sistemi de tecrübe edelim' diyebilirim.

'Sorumluluk ahlakı' ve 'kanaat ahlakı' kavramlarının bu süreçle ilişkilendirilmesine gelince:

Ben Başbakan'ın 325'ten kımıldamayan grubunun sayısını 330'un üzerine çıkartabilmek için 'Milliyetçiler'den umut kesmesi üzerine yüzünü BDP'ye dönmesini Machiavelli tarzı bir seçim olarak anlıyorum. Tabii ki 'sorumluluk ahlakı'nın öne çıktığı bir seçim bu. Benzer bir seçimi BDP tarafı için de dile getirebiliriz. Karşılaştığımız ahlakın-etiğin 'kanaat ahlakı' olmadığı açık herhalde. Başbakan'ın (ve açıklamalarını tekrarlayanların) bugüne kadar BDP hakkında hangi sözcükleri kullandığını hatırlayın… Bu sözlerden 'Bütün insanlar doğal olarak eşittir' ilkesini çıkarabilmek mümkün müydü? Her şey bir yana 'Zerdüştlük' yakıştırmasını hatırlasınız yeter de artar bile. Demek ki 'kanaat ahlakı' alanından uzak bir konumdayken 'sorumluluk ahlakı'nın bir gereği olarak yepyeni bir sürece giriyor gibiyiz. Ama olsun, 'siyasetçi'nin zaten –Machiavelli'yi de şahit göstererek- 'sorumluluk ahlakı'yla hareket ettiğini söylememiş miydik?