Solun 15 Temmuz’u Anlamasına Mani Bazı Epistemolojik Engeller

​​​​​​​15 Temmuz’da sokağa çıkanların “kendiliğinden bilincinde” tabii ki sosyalistlerin aradığı hemen hiçbir şey yoktu. Kendi halinde insanlardı. Modern, değillerdi, ilerici, değillerdi, “sosyalist aydınlanma” yaşam

VAN 1.07.2018 08:30:05 0
Solun 15 Temmuz’u Anlamasına Mani Bazı Epistemolojik Engeller
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Ertuğrul Başer, STAR gazetesinin Açık Görüş ekinde 15 Temmuz darbe girişimine karşı halkın gerçekleştirdiği direnişe Türkiye solunun anlam verememesini veya okuyamamasını yorumluyor:

Hangi açıdan bakarsak bakalım 15 Temmuz, zorlu Cumhuriyet, demokrasi ve darbeler tarihimizin en sıra dışı olayıdır. En uzak göz için bile hatları etkileyicidir: Diptendir, yaygındır, uzundur, kitleseldir, kararlı ve sonuç alıcıdır, gözü karadır, hayat memat anında bir toplumun silkinişi, şeytanın bacağını kırışı, iradesine, varlık ve özgürlüğüne, kaderine sahip çıkışıdır. Daha ne olsun!

Bu türde tabandan halk hareketiyle (“devrim”) özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplum kurmak isteyen sosyalistlerin, onca darbe tecrübeleriyle, bu sıra dışı olaya mantıken ve ruhen, bırakın karşı çıkmayı, iştirak etmeleri ve (haydi diyelim o günlerde basiretleri bağlandı) sonrasında, “somut durumun somut tahlili” adına ilgisiz kalmamaları gerekirdi. Öyle ya 15 Temmuz’la kıyaslanamayacak Gezi olayları için bile ciltler doldurmuştular. Ama hiçbiri olmadı. 15 Temmuz sanki kâbus oldu çöktü üzerlerine, sol-seküler cenahta gördüğümüz bolca kör nokta (mesela FETÖ, mesela 249 şehit, hep o kör noktalara denk geliyor), duyduğumuz bolca sayıklama: “N’ayırn’olamaz, böyle darbe olabilemez”, “kontrollüdür kontrollü”, vb.

Oysa, 1989 Berlin duvarının yıkılışıyla sosyalist iktidar teknolojisi ve düşlerinin her açıdan iflas ettiği ve galibin, yani Batılı Modern Durumun kendinden başkaya kalbini ve kapılarını kapattığı, kendinden başkayı yıkım ve yokluğa layık gördüğü bir çağda, bu yeni dalga, Türkiye toplumunun (Dindar Müslümanların öncülüğünde) kabarttığı bu yeni eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık dalgası, devletçi CHP solundan önce sosyalist sol için fiilen ve zihnen yeni bir özgürleşme deneyimi olabilirdi.

Bu olağanüstü halin açıklanabilir nedenleri olmalı. Aşağıda, bu nedenlerden bazılarına, solun zihniyet dünyasını formatlayan kimi epistemolojik kabuller üzerinden ışık tutmaya çalışacağız.

Batı düşüncesinde bilme, bilgi ve bilen insan üzerine yapılan sorgulamalar (özellikle 16. yüzyılda Descartes’ten itibaren), bariz bir şekilde, var olmak, bilmek, eylemek veya yaratmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, yani Varlıktan arınmış bir Öznede karar kıldı. Bu aslında, Batılı Modern Durumun merkezi kategorisi olan Toplumsaldan arınmış Özgür Bireyden başkası değildi. Kendisinin ve varlığın üzerindeki kutsiyeti kazıyarak Tanrı, Din ve Gelenekle hesabı kapatmış, özgür, yani yere göğe, zamana ve cemaate ihtiyacı kalmamış ve içine taş gibi bir Bilme/Alma arzusu oturmuş bir Özne Bireydi bu.

Varlığın ve Toplumsalın birliğini sağlayan tüm kadim Tanrıları yeryüzünün dışına sürmüştü, artık bilginin, bilmenin ve kudretin tek sahibiydi: Fildişi kulesinde Mutlak bilgisi ve iktidarıyla Toplumsalda Tanrının yerini almıştı.

Steril-saydam toplum

Bu Modern Özne Birey, Bilimler vasıtasıyla bilmeye başladığı için, geçmişte insanların henüz onun gibi nesnel bilemediği, objektif bilgiden mahrum olduğu zamanlara ait bilgiler hurafeydi, geriydi, yanlıştı, ideolojiydi ve onlarda ısrar etmek bağnazlıktı, gericilikti. Klasik modernlik bu hakimane, mütekebbir epistemolojik konumu, karşı demokratik direnç ve akıntılar nedeniyle (çeşitli düzeylerde özgürlük, eşitlik ve adalet talepleri, vb.) keyfince sürdüremez, sonuna kadar götüremez. Toplumsaldaki her doğruluk iddiası az ya da çok kamusal bir tartışma ve mutabakata yaslamaya çalışır geçerliliğini. Bu demokratik eşiği aşarak, söz konusu konumu sonuna kadar götüren, radikalleştiren Faşist veya Sosyalist Birey oldu. O nedenle Nazizmin/Faşizmin yükselişinde veya Yugoslayva İç Savaşı’nda sosyalistlikten nasyonal sosyalistliğe geçen “sıradan” veya “seçkin”, militan veya teorisyen pek çok insan olmasına şaşırmamak gerekir. Temel arzu, her türlü skolastiği, temelsiz inanç, kanaat, hurafeyi, ideoloji veya yanlış bilinci tasfiye ederek sıfırdan, belli bir Mutlak Doğruya göre kusursuz, ari, saydam ve steril bir toplum kurmaktır!

Bu, dediğim gibi, Modern Bireyin gerçekte yapmak istediği ama toplumsalın ve siyasalın, insan ruhunun ve demokrasinin direnci karşısında geri adım attığı yerdir. Bu bağlamda vurgulanması gereken, Sosyalist durumun radikal bir Modernlikten başka bir şey olmadığıdır. Ana iddialarının neredeyse tamamı açık veya zımni olarak Modern Duruma içkindir. O yüzden Anadolu kıtasının, Derin Türkiye’nin 15 Temmuz’la açığa çıkan bir hesabı varsa, bu hesap Modernlikledir.

Öznenin bu dokunulmaz, yarı-Tanrı pozisyonu, Özne ile Nesne arasında derin bir yarılmayı ima eder. Aktif, kadir, değerli Özneye karşılık pasif, tabi, değersiz Nesne. Toplumsalda Özgür Birey ile öteki Özgür Bireyler arasında (Özgürlük ve Bireyin tanımı gereği) öngörülen boşluğun beslediği ve bu boşluğu besleyen bir yarılmadır bu.

Bilen Öznenin iktidarı

Bilen Öznenin iktidarını tescil eden bu yarılma bir kere ortaya çıktığında, her yere sirayet eder, farklı kisveler altında zihne ve dünyaya yayılır. Toplumsala, tabiata, hayvana, vahşiye, siyaha, Yahudi’ye, kadına, Müslüman’a… İhtiyaçların ve eğitimin evrenselliği ölçüsünde, Batılı Modern Durumun tedrisatından geçen bütün bünyelere! Temel form hep aynıdır: Öznenin/Bireyin dışındaki tüm dünyadan yırtılışı: Atomizasyon, izolasyon, yabancılaşma, kibir, narsizm, tahakküm, Kardeş ve merhamet kaybı ve elbette kör şiddet. Nesne (Bilinen/Bilemeyen), Öznenin bilme, kuşatma, müdahale etme, hüküm altına alma arzusuna ne kadar direnir, kendini ele vermez, teslim etmez ve böylece midye gibi kendi aleminde ve kendisi gibi kalma eğilimi gösterirse, Özne Bireyin bilme ve müdahale şiddeti de o kadar artar.

Özne ile Nesne arasındaki şu anda geri dönülmez gibi görünen yarılmayı mahşerin iki karanlık atlısı nihayete erdirdi. İlki bilimler ve bilim-teknoloji cemaati. Bunun için dönüp dünyamızı getirdikleri yere iki saniye bakmak yeter, bir üçüncü dünya savaşı tehdidini, utanmadan, yerküreyi uzayda bir toz bulutu haline çevirebilecek bir nükleer savaş tehdidiyle nötralize eden dünyamıza! İkincisi, bu yarılma eşliğinde makul bir dünyada oluş halinin fren-denge yapılarını parçalayarak Modernliği radikalleştiren totalitarizmler (faşist ve sosyalist Modernlik “deneyleri”).

Toplumsal için konuşuyoruz. Burada sosyalistler Marksizm sayesinde toplumsalı deşifre eden bilimsel bilgiye sahip olduklarına inanırlar. Peki sokaktaki vatandaş, işçi, proleter? Onlar bilimsel bilgiye sahip değildir, o yüzden kafalarında olağan hayat içinde, olağan insani muhakemeyle “kendiliğinden”, Gelenekten, Dinden edindikleri bilgiler, pek makbul değildir, eksiktir, yanlıştır, yanıltıcıdır, tamire muhtaçtır. O yüzden ona, “doğru sosyalist/devrimci bilgiye” sahip özel bir merkez tarafından (bu,Marksizm ile donanmış, o sayede her zaman Doğruyu bilen öncü partidir) “dışarıdan bilinç” verilmesi gerekir. Bilen Özne (Marksist/Öncü Parti) Bilemeyen Nesneyi (İşçi Sınıfı, Kitleler, Halk) kavrar, kuşatır ve “devrimci pratik” içinde ona Sosyalizm için gerekli en uygun şekli, bilinci, kıvamı verir. Tayin edici olan her zaman Özneden Nesneye doğru bilinç akışıdır.Sosyalist muhayyilede “bilinç” o yüzden kilit bir yer tutar. Rasgele bir “devrim” sohbetinde “halkı bilinçlendirmek”, “bilinçsiz”, “çok bilinçli”, “dışarıdan bilinç”, “yanlış bilinç”, “kendiliğinden bilinç”, “sınıf bilinci”, “politik bilinç” gibi terimler havada uçuşur.

Kendiliğinden bilinç

15 Temmuz’da sokağa çıkanların “kendiliğinden bilincinde” tabii ki sosyalistlerin aradığı hemen hiçbir şey yoktu. Kendi halinde insanlardı. Modern, değillerdi, ilerici, değillerdi, “sosyalist aydınlanma” yaşamamışlardı, kafadan ve gönülden Geleneğe, Vatana ve Dine (üstelik İslam dinine) yaslıydılar. Bütün bunlar sosyalistlerin onları yok sayması için yeter sebepti ve kategorik olarak reddedildiler. Rasyonel, muhakemeye, vukufa dayalı bir retten çok, radikal Modernliğin bir ön şartı olarak, Geleneğin, Geçmişin, İslam’ın reddiydi bu, vakıf olunamayanın reddi! Böyle bir “kitlede/güruhta”, dünyayı güzelleştirecek bir bilinç değil, olsa olsa kör, yıkıcı, linççi, hınç yüklü bir bilinç olabilirdi. Hatırlanırsa o dönemde epeyce “gencecik askerleri linç eden, başlarını kesen rövanşist kalabalıklar” hikayesi döndü ortalıkta, hala da dönüyor.

Nitekim 1970-80 arasında bir Özgürleşme Dalgasına öncülük eden sosyalist sol, o dönemde, daha sonra 15 Temmuz’u var edişine tanık olacağımız bu Derin Türkiye’de/Anadolu’da, taşra muhafazakarlığının iyice kararttığı bir husumet, taassup ve tutuculuk ve faşizm (ülkücülerin sorgusuz sualsiz bağlandığı yatak) ve şiddete teşne, linçe yatkın bir öç, hınç birikmesi görür. Sıkıştığında kıyımlar, linçler püskürten, Maraş’ı Sivas’ı Çorum’u doğuran bir kör kuyu. Böyle gördüğü için de o Türkiye’nin kendisine açtığı krediyi bir şiddet sarmalında kısa sürede sıfırladı (1977-78) ve bir daha da öyle bir kredi göremedi. Evet, burası Türkiye’ydi, bütün kimlikleri yaralıydı, bütün kimliklerinde bir öç/hınç birikmesi vardı, ama bunun belki de en az olduğu yer bu, 15 Temmuz’da kendisini ortaya koyan, Türkiye’nin Gelenek ve İslam’la karılmış çimentosu, Derin Anadolu kimliğiydi.

Şöyle ki: Modernliğin radikal bir yorumu olarak Sosyalizm, Modernliğin kendi öz toprakları dışında Türkiye gibi ülkelerde sosyalist Bireyde bir geç kalmışlık telaşına, sil baştan, Mutlak Doğruya (Marksist teori) uygun, steril, kusursuz bir toplum kurma arzusunun (aslında bir iyilik arzusunun) katmerlendirdiği derin bir aciliyet hissine yol açtı ve her türlü normali şaşırtan, sabır ve makuliyet hissini paralize eden negatif, yıkıcı bir enerji açığa çıkarttı -özellikle sıkışma anlarında, kitlelerin “dışarıdan bilinç”in hakkını vermediği, ondan uzaklaştığını hissettiği zamanlarda patlak veren her türlü “devrimci şiddet”in ya da genel Modern Durumda Bireyin toplumsaldan yırtılışı, yalnızlık ve özgürlüğü derinleştikçe patlak veren her türlü “modern şiddet”in türediği gözedir, köktür burası. O nedenle, Modern Şiddetin Türkiye topraklarında yakından tanık olduğumuz iki versiyonu yanında, yani bahis konusu kuramsal ve ruhsal sosyalist “devrimci şiddet” ile diğer “klasik”, darbe mekanikleriyle ülkeyi bir dehşet evine çeviren darbeci, Kemalist “devrimci şiddet” yanında, sabır taşına dönmüş Derin Türkiye’nin “şiddet/hınç potansiyeli” gerçekten komik kalır.

Her şeye rağmen sosyalistler yine de 15 Temmuz’u görebilir ve onu var eden kimliği kabul edebilirlerdi: Onların“kitlesi” olmayı kabul etmesi, hayran hayran hep onların ağızlarına bakması şartıyla. Ama Dindar Müslüman, Muhafazakâr kimlik birilerinin kitlesi olmayı değil Kendisi Olmayı seçti, kesif bir dünya karanlığında el yordamıyla da olsa kendi yolunda, Kendi Olmaklığına yürümeyi.