Siyasetnamede uyuz eşeğe uygulanan adaletin hatırlattıkları

Ahmet Ünlü

VAN 10.06.2018 14:17:51 0
 Siyasetnamede uyuz eşeğe uygulanan adaletin hatırlattıkları
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Siyasetnamede uyuz eşeğe uygulanan adaletin hatırlattıkları
Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından kaleme alınan ve 51 fasıldan oluşan Siyasetname; padişahın, âlimlerle devlet işlerini istişâre etmesinden tutun da nöbetçiler ve kapıcıların işlerine, yöneticilerin hata yaptıklarında ve suç işlediklerinde azarlanmalarına kadar kamu yönetimiyle ilgili birçok konuyu son derece ilgi çekici bir şekilde ve örnek hikâyeler ışığında anlatarak günümüze ışık tutmaktadır.

Yani Siyasetname’de önce konu basit bir şekilde anlatılmakta ardından da ilgili ilginç hikayelere yer verilerek konu pekiştirilmektedir. Bugünkü yazımızda bir hikaye ışığında günümüz yöneticilerine bazı hatırlatmalarda bulunacağız.

Adil hükümdar Nûşirevân ve zulme uğrayan yaşlı kadın

Siyasetnamede adaletiyle ünlü hükümdar Nûşirevân’dan sıklıkla bahsedilmektedir. Nûşirevân’ın bir yöneticisi, ikamet ettiği şehir civarında bir malikâne ve bahçe yaptırmak istedi. O havalide yaşlı ve fakir bir kadına ait bir parça arazi var idi. Halk Allah rızası için üstüne başına giyecek bir şeyler veriyordu. Yaşlı kadın dışarı hiç çıkmaz, bütün vaktini evde geçirirdi.

Derken bu yönetici yaşlı kadının bir parça toprağına “işimi görür” diye tamah ederek kendisine satması için birini yolladı. Kocakarı “Satamam, zira bu toprak benim daha çok işimi görmektedir. Rızkımı kazandığım dünyalık, bütün sermayem budur” diye cevapladı. Yönetici “Bedeli neyse öderim ya da karşılığında geliri daha yüksek bir arazi veririm” dedi. Kocakarı: “Katiyen olmaz, bu toprak benim meşru arazimdir, atam babam yadigârıdır. Komşuların hepsi beni tanır ve bana sahip çıkarlar, oysa senin bana teklif edeceğin toprak bana uzak düşer” dedi. Yönetici bu sözleri umursamadan zorbalıkla kadının arazisine el koyarak çevresini duvarla ördü. Acze ve fakre düşen kadın sonunda ya toprağının bedelinin ödenmesine yahut kendisine başka bir yerde arazi verilmesine rıza gösterdi. Daha sonra yaşlı kadın onun dergâhına varıp dil döktüğü halde yönetici başını öne eğdi; sessiz kalarak konuya teveccüh etmedi. Kadın huzurdan umutsuzca ve boynu bükük ayrıldı. Arazinin bedelini de alamadı.

Bir gün kendi kendine “Kalkıp şahın kapısına varayım. Çünkü bu zalimi başımıza musallat eden odur. Kulağıma adil birisi olduğu çalındı ve biliyorum ki nice meşakkatlere katlandım. Varıp Nûşirevân’ı bir göreyim. Eğer hakkımı teslim ederse ne âlâ, yok eğer umursamazsa ben de işimi Allah’a havale ederim. Belki sonra insafa gelir” dedi.

Şahın dergâhına varıp Nûşirevân’ı azametli ve görkemli bir şekilde gördü­ğünde kendi kendine şöyle düşündü: “Korkarım ki yayına girmeme müsaade etmezler. İyisi mi şu civarda bir yerlere pusayım da padişah atına bindiği anda önüne atlayıp feryatlar eylerim. Bakarsın dediklerime kulak verir de maruzatımı ona arz etme imkânı bulurum.” Kadının arazisine el koymuş olan o yönetici de hasbelkader Nûşirevân’ın yanında idi. Yanında maiyetinden kimse kalmayınca kocakarı Bismillah diyerek saklandığı çalılıktan fırladı. Nûşirevân’a doğru koşarak maruzatını arz eyledi: “Ey melik eğer cihangir isen şu zavallı kadının hakkını teslim et ve arzuhalime kulak ver” dedi. Nûşirevân derhal durdu. Arzuhalini alıp okudu. Kadının sözlerini can kulağıyla dinledi. Anlatılanları dinleyen Nûşirevân’nın gözleri dolmuştu. Yaşlı kadına dönerek: “İçin rahat olsun, işin buraya kadar olan kısmı seni, bundan sonrası bizi ilgilendirir, muradına ereceksin ve şehrine seni geri yollayacağım. Buralarda birkaç gün istirahat eyle. Zira uzun yoldan gelmişsin” dedi.

Melik Nûşirevân gece gündüz kocakarının anlattığı hadisenin aslını esasını, olayın kadının dediği gibi vuku bulup bulmadığını düşünüyordu. Kadının anlattıklarının doğru olup olmadığını güvendiği bir görevliye araştırttı. Kadının anlattıklarının doğru olduğu anlaşıldı.

Nûşirevân yaşlı kadının arazisini gasp eden yöneticiyi cezalandırır

Nûşirevân huzurdakilere dönerek, “Size soracağım şeye layıkınca cevap verin” dedi. Huzurdakiler: “Baş üstüne” dediler. Nûşirevân: “Yönetici olarak atadığımız falanca kimsenin ne kadar malı mülkü vardır?”

Huzurdakiler: “Yöneticinin mal ve mülklerini sıraladılar ve sizin devlet-i şâhâneniz sayesinde daha ne şatafatı olduğunu bir Allah bilir.”

Nûşirevân: “Allah’ın kendisine nice nimetler ihsan buyurmuş olduğu mal sahibi, mülk sahibi birini düşünün ki; zavallı, takati kalmamış, sabaha birini akşama birini yediği sadece iki ekmeği olan zayıf bir kocakarının elindekine tamah ederek tutup ekmeğini zorbalıkla gasp ediyor. Böyle birinin hakkı nedir?”.

Ekâbir başını öne eğerek: “İmkân dairesinde verilebilecek en şiddetli cezaya çarptırılmalıdır!” Nûşirevân, bu yöneticiye gerekli cezayı verdi.

Nûşirevân diğer yöneticilere şöyle seslendi: “Biliniz ki ben laf olsun diye iş yapıp söz konusu kişiye karşı bir hata işlemedim. Bundan böyle zulüm ve gaddarlık eyleyen kişi bu yöneticiyle aynı kaderi paylaşır. Yeryüzünde bozguncuların kökünü kazır, zalimlerin elini eyledikleri zulümden çekerek cihanı adalet ve hak ile mamur kılarız. Aynı akıbeti paylaşmamak için elinizden geldiğince iyi işler yapmaya azmediniz.”

Kadına gerekli ihsanlarda bulunduktan sonra, “Dergâhımızın kapısı zulme maruz kalanlara her daim sonuna kadar açıktır. Allah zalimlerin elini mazlumların yakasından çekmek için bize bu saltanatı ihsan eylemiştir” dedi. Daha sonra çevresindekilere, “Her nereden gelirse gelsin dergâhımıza iltica eden kimi kimsesi olmayan düşkün ve miskinlerin hallerini saklı tutmayıp devamlı bizi haberdar kılasınız” dedi. Ardından yedi yaşındaki bir çocuğun dahi elinin erişebileceği zillerin asılı olduğu bir zincir yapmalarını emretti. Dergâha şikâyet için varanlar o zinciri sallayarak zilleri çaldırırdı. Zillerin sesini duyan Nûşirevân çalan kişiyi huzura kabul eder, maruzatını dinler ve hakkını zalimden alırdı.

Aynen öyle yaptılar. Nûşirevân’ın bu cezasından cümle ordu ve halk derin bir korkuya kapıldı. Haksızlığa uğrayanların hakkını teslim ediyor, hiç kimsenin zulüm ve zorbalık etmeye gözü kesmiyordu. Nûşirevân’ın devleti sapasağlam ayakta kaldı. Cümle âlem huzur içindeydi. Yedi yıl boyunca bir Allah’ın kulu o zincire dokunmadı.

Uyuz eşeğin adalet zincirine sürtünmesi kaderini değiştirdi

Yedi yıl sonra saray kapısının önünde kimseciklerin olmadığı, muhafızların pineklediği bir öğle vakti çan sesleri yükselmeye başladı. Nûşirevân sesi duyar duymaz derhal iki hadimi görevlendirerek: “Bakın bakalım kimmiş şikâyete gelen” dedi. Hadimler gelip baktıklarında bir de ne görsünler: Sarayın kapısından bir yol içeri dalarak sırtını zincirlere sürten sıska, çelimsiz, uyuz bir eşekten baş­ka bir şey değildi. İki hadim Nûşirevân’ın huzuruna vararak, “Efendimiz, şikâyete gelmiş birisi mevzubahis değildir. Sadece sıskası çıkmış, çelimsiz, uyuz bir eşek ya keyif aldığından ya da kaşındığından sırtını zincire sürtüyor” dediler. Nûşirevân: “Yanlış düşünüyorsunuz. Zira bu eşek bile adalet talep etmeye gelmiştir.”

Eşeğin sahibini bulmalarını ister ve sahibi bulunur ve eşeğin yaşlandığı için dışarı kovulduğunu ve eşeğin aç susuz kaldığını öğrenir. Eşeğe zulmeden kişi cezalandırılır.

Şu halde, padişahlar işte böyle idiler. Fakir fukarayı, kimi kimsesi olmayanları gözetirlerdi. Yönetici ve memur olarak atadıklarına, dikkatli olmalarını buyururlardı. Zira bu cihanda iyi bir namla anılmak diğer cihanda ise kurtuluşa ermenin sırrı bundadır; Yöneticilerin yerlerine çakılıp kalmamaları, ulaşılmaz yapılar ardına sığınmamaları ve rahatsızlık vermemeleri, halka aklı başında ve iyi muamele etmeleri ve dolayısıyla memleketin huzuru için onların belirli süre sonunda yerleri değiştirilmelidir. Bakalım bu hikayeden kimler ne anlayacak?