SİYASAL KURUMSALLIK VE ŞİDDETİN KURUMSALLAŞMASI

Süleyman SEYFİ ÖĞÜN

VAN 10.08.2015 11:35:24 0
SİYASAL KURUMSALLIK VE ŞİDDETİN KURUMSALLAŞMASI
Tarih: 01.01.0001 00:00
Şiddet hangi ahlâkî temele oturtulmak istense de kendi sürecini tamamlar. Yâni kendi kendisini kurumsallaştırır. Modern dünyânın pratikleri bize, siyâsal kurumsallaşma ile şiddetin kurumsallaşması arasında giderek açılan makası ortaya koyuyor.
7 Haziran seçiminden sonra, Türkiye’de şiddet nüksetti. Ne zaman yatışır ve sona erer göreceğiz. Ama şiddetin hüküm sürdüğü yerde siyâset de zorlaşıyor. Hattâ siyâsal akıl, bir yerden sonra şiddetin aklını üstlenebiliyor. Kanaatimce en mühim tehlikelerden birisi de bu. İşte tam da bu sebeple, şiddetin tırmanmaya başladığı bugünlerde bazı temel ayırımları hatırlamak ve kavrayışlarımızı zindeleştirmek hayâti bir zorunluluk olarak duruyor.
Siyâsal akıl çok basit bir şekilde ortaya koyacak olursak, şiddet aklının, belki devreden çıkarılmadığı, ama kurallara tâbi kılındığı “medenî” bir duruma işâret eder. Samimiyetle ortaya konulmalıdır ki, siyâset değil, şiddet târihsel olarak veridir. Artık-değerin şekillendiği ve acımasız bir paylaşıma konu olduğu ilk zamanlardan bu yana bu, böyledir. Bütün mesele, şiddetin nasıl kontrol altına alınacağı meselesidir. İşte siyâsal durum, yine çok basit olarak ortaya koyalım; şiddetin düzenlenmesinden ibârettir.
Siyâsal durum şiddeti, pek çok elden alır ve siyâsal iktidârın “tek elden”, lâkin “koşullu” kullanımına devreder. Yâni, kabûl etmeliyiz ki, kontrollü ve sınırlı düzeyde de olsa siyâset şiddeti içerir. Bu aşamada esas mesele, özellikle de “güvenlik” ya da “düzen” ihtiyaç ve endişelerini istismâr ederek, siyâsal iktidârların bu ayrıcalığı bir “keyfiyete” dönüştürme riskidir. Daha antikitede bu riskin farkına varılmıştır. Nitekim klâsik siyâset felsefesi “tiranlık” ya da “zorbalık” olarak bilinen rejimleri siyâsal rejim skalasında “kabûl edilemez” olarak tanımlamış ve siyâsal durum ile telif edilemez bulduklarını açıkça ifâde etmişlerdir.
Modern dünyâda ise bu daha hassas bir konudur. Modern siyâsetin kurumsallaşma kapasitesinin, geleneksel siyâsetten daha ileride olduğunu kabûl etmeliyiz. Hukûkîlik, temelde siyâsal kurumsallaşmaları derinleştirmek sûretiyle, şiddetin iktidâr cihetinden keyfi kullanımının engellenmesi yolundaki yaygın bir irâdeyi ifâde eder.
Pekiyi, o zaman “siyâsal şiddet” olarak bildiğimiz durumlar nedir? Madem ki “siyâset” ve “şiddet” bu kadar ayrık iki küreyi ifâde ediyor, “siyâsal şiddet” ne demek oluyor? Bu soruyu da çok basit olarak cevaplayalım: Siyâsal şiddet, yukarıda işâret ettiğimiz “meşrû”, “sınırlı” ve “koşullu” kullanımın dışında tek bir şeyi ifâde eder: siyâsal gerekçeli şiddet.
Siyâsal iddiaları olan bir şiddetin varsayımında ya siyâsal yolun anlamsızlığı düşüncesi ya da mevcut siyâset yolununun kendi taleplerine kapalı olduğu yolundaki bir algı yatmaktadır. Bence her ikisi de aynı neticeye varıyor. Bu algı siyâset yolunu aşmak ya da açmak için şiddete “geçici” olarak başvurmayı meşrû görülebileceğini söyler ya da imâ eder. Yâni “şiddet”, kurtuluşa kadar katlanılması, hattâ anlayış gösterilmesi gereken geçici bir fenâlıktır.
Bu algı ya da meşrûluk temellendirilmesi târihsel olarak, çok sayıda kanıtla çok kuvvetli bir şekilde ispatlanmıştır ki son derecede yanlıştır. Şiddet hangi ahlâkî temele oturtulmak istense de kendi sürecini tamamlar. Yâni kendi kendisini kurumsallaştırır. Modern dünyânın pratikleri bize, siyâsal kurumsallaşma ile şiddetin kurumsallaşması arasında giderek açılan makası ortaya koyuyor. Bir misâlden gidelim: 1970’li senelere damgasını vuran Güneydoğu Asya’daki şiddet yüklü sosyalist direniş bütün dünyânın sempatisini topluyor, hattâ devrimci romantik edebiyatlara ilham veriyordu. Sonuçta pek çoğu “düşmanlarını” yendi ve zafere ulaştı. İyi de ne oldu? Bir kaç milyon insanın ölümünden sorumlu Pol Pot rejimi nereden türedi? Siyâsal şiddet yüklü direniş hareketleri “kazandıktan” sonra, zâten içerdikleri ve çeperlerde aşama aşama kurumsallaştırdıkları şiddeti, kazandıkları siyâsal coğrafyada merkeze taşıdılar. Hepsi bu. Geçici fenâlık saydıkları şiddetten arınmadılar, tam tersine ona teslim oldular. Bu yaman çelişkinin farkına varıp, daha başlangıçta şiddeti reddeden; “göze göz” diye canhıraş bağıran bir Hintli militana “işte tam da bu sebeple insanlık kör oluyor” diyen Gandhi’yi burada bir kere daha anmamak olmaz.
Araçlar amaçlar ile uyumlu olmadığı zaman savrulmalar ve sapmalar kaçınılmaz oluyor. Şiddet ile siyâsal bir kazanım elde edilmiyor. Şiddeti, siyâsete özgü olan boyutları dahil, aşmak bu konularda çok daha derin bir kavrayışı gerektiriyor. Bunun metodları çok daha zor ve ince. Kolay olan ise şiddeti haklılaştırmak. Zâten yapılan da bu.
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/siyasal-kurumsallik-ve-siddetin-kurumsallasmasi/#sthash.bcEf4SyS.dpufYenişafak/Süleyman SEYFİ ÖĞÜN