SİYASAL İLE TOPLUMSAL ARASINDA ÇÖZÜM SÜRECİ

Barışa toplum desteği

VAN 15.03.2015 10:23:23 0
SİYASAL İLE TOPLUMSAL ARASINDA ÇÖZÜM SÜRECİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Çözüm Süreci’nin toplumsal tabanının genişletilmesinde önemli rol oynayan unsurları şöyle sınıflandırabiliriz: Devletin dilinin değişmesi; medyanın dilinin değişmesi, toplumsal algının değişmesi ve bu değişim ile sürecin asıl mahiyetinin topluma taşınması; Kürt Hareketi’nin Türkiyelileşme stratejisi.
Stargazete/ Açıkgörüş/ Galip Dalay / El Şark Forumu
2012’nin son günlerinde, varlığı bizzat dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından kamuoyuna duyurulan, Kürt meselesine Öcalan ile diyalog temelli barışçıl çözüm arayışında yaklaşık iki yıl geride kaldı. Bu girişim, Cumhuriyet’in Kürt meselesine çözüm arayışları hafızası incelendiğinde, Kürt tarafının aktörlüğünü ve özneliğini tanıması, süreci kamuoyunun bilgisi dâhilinde başlatması ve sürdürmesi açısından bir ilktir. Neticede, nasıl ki Kürtlerin varlığının inkârı ve tanınmaması Kürt meselesinin en temelindeki gerekçeyi oluşturuyorsa, Kürt hareketinin/siyasetinin özneliği ve aktörlüğünün inkârı da bugüne kadar Kürt meselesinin siyasal yollarla çözülmesinin önündeki en büyük engeli teşkil ediyordu. Bu yapısı itibariyle süreç, Kürt meselesi bağlamında devlet aklında gerçekleşen sahici bir kırılmanın tezahürüdür. Tarafların bu şekilde sorunu kamuoyunun bilgisi dâhilinde diyalog ve müzakere ile çözme arayışı Çözüm Süreci’nin arkasındaki siyasal kararlılığa işaret etmekteydi. Bu siyasal kararlılığın demokratik bir vasatta sürdürülebilmesinin yegâne koşulu ise süreci toplumsal bir tabana da oturtmaktan geçmektedir. Başka bir ifadeyle,
Çözüm Süreci siyasete ve topluma bakan çift değişkenli bir denklem üzerinden sürdürülmektedir. Tabii olarak da, süreç, bu iki alanda yaşanan gelişmeler üzerinden ya ivme kazanıp, ilerlemekte ya da tıkanmaktadır.
Geride bırakılan iki yıllık süre zarfında süreçteki tıkanmaların neredeyse hepsi siyasal alandan kaynaklandı. Buna mukabil, sürecin toplumsal zeminini sarsmak için gerçekleştirilen birçok provokasyona karşı tabanda radikal bir düşüş gerçekleşmedi. Tam aksine, sürecin başlangıcında toplumun genelindeki yüzde 40-45, Kürtlerde ise yüzde 70-75 seviyesindeki destek oranı, bugün sırasıyla Türkiye genelinde yüzde 60’lar bandına, Kürtler arasında ise yüzde 80-85 oranlarına ulaşmış durumdadır. Bu nedenle, sürecin geleceğine dair ortaya konulan pozitif resimlerin çoğu ana argümanını sürecin sahip olduğu toplumsal destek üzerine inşa ediyor.  Fakat bu rakamlar toplumsal kesimlerin hepsinin çözüm kavramından aynı şeyi anladıklarını veya çözüm reçetelerinin örtüştüğünü göstermemektedir.
Mevzubahis toplumsal destek, soyut, teorik bir başlık olarak veya barış kavramının en asgari, en iptidai şekli olan çatışmanın var olmaması hali olarak sunulan çözüm konseptine sunulan desteği ifade etmektedir. Ne zamanki süreç bir muhtevaya kavuşturulmaya çalışıldığında bu destek tablosu çözüm başlıklarına bağlı olarak değişiklik arz etmektedir. Bu noktada, nasıl bir çözüm ve kimin çözümü soruları önem kazanmaktadır. Toplum iki farklı çözüm beklentisiyle süreci desteklemektedirler. Bu iki kesim arasındaki makas, Suriye Kürt bölgesi ama özellikle de Kobani de yaşanan gelişmelerden sonra daha da açılmış bulunmaktadır. Bu resmin ortaya çıkmasında, Çözüm Süreci’nin muhtevasına dair tartışmaların kapalı bir şekilde, sadece aktörler nezdinde yapılmasından kaynaklanmaktadır. Bu da taraflara kendi tabanlarını sadece kendi çözüm reçetelerine sosyalleştirmelerine yol açmaktadır. Fakat dünyadaki diğer etno-siyasal meselelerin çözümü bize şunu göstermektedir: ne devletin ne de örgütün çözüm reçetesi nihai çözüm reçetesi olmaktadır. İkisinden sentezlenen yeni bir reçete muhtemel çözüm reçetesini teşkil edecektir. Bu da tarafların kendi çözüm reçetelerinden belli ölçüde feragat etmelerini ve buna tabanlarını da hazırlamalarını gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede geçen Cumartesi günü HDP ve hükümet yetkililerinin ortak açıklaması, ortak bir çözüm konseptinin geliştirilmesi ve ona toplumsal taban kazandırılması açısından önem arz etmektedir. Fakat, bundan sonra ortak bir çözüm konseptinin toplumsal zemininin mukim kılınması ise ancak Çözüm Süreci’nin bugüne kadar dayandığı toplumsal zeminin mahiyetinin anlaşılmasıyla mümkündür.
Barışa toplum desteği
Geride bırakılan süre zarfında Çözüm Süreci’nin toplumsal tabanının genişletilmesinde önemli rol oynayan unsurları şöyle sınıflandırabiliriz: Devletin ve medyanın dilinin değişmesi; buna mukabil, toplumsal algının değişmesi; Akil İnsanlar Heyeti ve benzeri sivil yapıların devlet alanında yaşanan bu değişim ile sürecin asıl mahiyetini topluma taşıması;   Kürt Hareketi’nin Türkiyelileşme stratejisi.
Devlet veya resmi ideolojinin aygıtları Türkiye’de kamusal söylemin şekillenmesinde başat bir rol oynamaktadır. Devletin kamusal söylemi şekillendirme kudretini yakinen hissetmemizi sağlayan temaların başında Kürt meselesi gelmektedir. Devlet, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt meselesinin az gelişmişlik, terör, şiddet ve ayrılıkçılık parantezlerine hapsedilmesinde başat rol oynadı. Nitekim Öcalan’ın “bebek katili”, Kürtlerin “bölücü”, PKK militanlarının “iflah olmaz teröristler” olarak toplumsal algıda kabul görmelerinin başlıca sebebi, devletin onları o şekilde konumlandırmasından ileri gelmekteydi. Fakat bu resim artık değişmektedir. Devlet aklının Kürt meselesi algısında yaşanan tedrici dönüşüme paralel olarak, devlet söyleminde de dönüşüm yaşanmaktadır. Öcalan artık “bebek katili” olarak konumlandırılmadığı gibi “çözümün en önemli ortağı”, “Kürt siyasetinde sağduyunun sesi” olarak lanse ediliyor. Bu da Öcalan imgesinin toplumsal algıda dönüşüm yaşamasında önemli bir işlev görüyor. Bununla birlikte, resmi söylemin “Kürdistan” kavramını da telaffuz etmesi, TRT 6’nin isminin “TRT Kürdi” olarak değiştirilmesi ve benzeri adımlar toplumsal psikolojinin Öcalan, Kürt, Kürdistan ve benzeri konularda belli ölçüde bir zihinsel dönüşüm yaşamasına ve normalleşmesine katkı sunmaktadır.
Benzer şekilde, bir iktidar göstergesi olan devletin kamusal söylemi belirleme gücünün en hızlı yansımasını bulduğu alanların başında medya gelmektedir. Devlet söyleminde yaşanan değişimin benzerini medyada da görmek mümkündür. Türkiye’deki ana akım medyanın Kürtler konusunda oryantalist bir yaklaşıma sahip olduğu, Kürtlere dair önyargı ve klişeler üzerinden Türk modernleşmesine ahlaki bir üstünlük pompalamak gibi bir işlev gördüğü bir vakıa olmakla birlikte, Çözüm Süreci konusunda göreceli olarak daha pozitif ve sorumlu bir performans ortaya koyduğu da yadsınamaz bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Kürt meselesinin siyasal çözümü artık eskiden olduğu gibi bir bölünme senaryosu olarak sunulmuyor. Öcalan’ın “bebek katili”, PKK’yı da “terörist bir örgüt” olarak takdim eden haberlerde dramatik bir düşüş yaşanmaktadır. Meselenin siyasi ve sivil boyutunu işleyen temalarda ciddi bir artış olması da, toplumsal psikolojinin Kürt meselesinin çözümü konusunda olumlu bir yöne evrilmesinde önemli bir rol ifa etmektedir.
Devlet ve medyanın dilinde yaşanan bu değişim toplumsal algının dönüşmesinde önemli bir rol oynadı. Buna ilaveten, Akil İnsanlar Heyeti ve benzeri sivil toplum çalışmaları da toplumun Kürt meselesi algısının şekillenmesinde ve Çözüm Süreci’ne destek sağlanmasında önemli etki yarattılar. Ana gövdesini AK Parti ve Kürt hareketine yakın oluşumların oluşturduğu birçok sivil toplum kurulusu, süreç ile alakalı Türkiye’nin farklı muhitlerinde programlar düzenlediler. Türkiye Barış Vakfı’ndan İHH’ya kadar, belediyelerden işadamları derneklerine kadar birçok kuruluş gerçekleştirdikleri faaliyetlerle meselenin kamusal anlaşılmasına katkıda bulundu. Bu kuruluşlar ve heyetlerin yaptıkları çalışmalar, Kürt meselesi bağlamında siyasal merkezde yaşanan zihni dönüşümü veya yaklaşım farklılığını toplumun çeperlerine taşıma işlevi gördüler. Bu da Çözüm Süreci’nin toplumsal zeminini daha mukim kıldı.
Son olarak, kamusal tartışmalarda üzerinde fazla konuşulmayan fakat Çözüm Süreci’nin toplumsal tabanını kısmen genişleten ve daha da genişletme kapasitesine sahip unsurlardan biri de Kürt Siyasal Hareketi’nin Türkiyelileşme stratejisi oluşturmaktadır. Çözüm Süreci genel itibariyle iki ana toplumsal gruba dayanıyor: Kürt Siyasal Hareketi ile AK Parti’nin sosyal tabanı. CHP’nin ve hatta MHP’nin toplumsal tabanında sürece kısmi destek olsa da bu henüz ciddi oranlarda gerçekleşmiş gözükmemektedir. Ama CHP’nin, özellikle daha sol ve liberal seçmeninden, sürece daha fazla destek sağlamasının imkânları da göz ardı edilmemelidir. Bu kesimin bir kısmının sürece karşı takındığı yaklaşım önemli ölçüde onların AK Parti karşıtlığından beslenmektedir. Akil İnsanlar Heyeti’nin raporlarının da ortaya koyduğu üzere, ülkenin bazı bölgelerinde, özellikle de Ege’de, Çözüm Süreci karşıtlığının AK Parti karşıtlığından da beslenen bir tarafı mevcuttur. Bu noktada, HDP, Türkiyelileşme projesiyle bu kesimlerin bir kısmına ulaşabilirse, Çözüm Süreci’nin toplumsal tabanını biraz daha genişletmiş olacaktır. Başka bir ifadeyle, HDP’nin sola açılımı, AK parti ve geleneksel Kürt siyasal hareketinin etki alanına girmeyen bir toplumsal kesimin daha çözüm sürecine katılması manasına gelmektedir.
Çözümden kim, ne anlıyor
Çözüm Süreci’nin toplumsal zemini ile alakalı ortaya konulan bu resim, sürecin muhtevasından ziyade önemli ölçüde genel başlığı üzerinden şekillenmiş bulunmaktadır. Bu durum da süreçteki temel bir probleme işaret etmektedir. Türkiye’deki farklı toplumsal kesimler farklı çözüm formüllerini desteklemektedirler. Hükümet cephesi bu meseleyi, silahların susması, demokratikleşme ve bireysel haklar ekseninde ele alırken, Kürt hareketi çözüm kavramından, idari yapının yeniden dizaynı, güç paylaşımı, kolektif siyasal ve sosyal hakların tanınması,  anayasal güvence, statü ve benzeri durumları anlamaktadır. Aslında, bir sorunun iki tarafını oluşturan aktörlerin çözüm ile alakalı da farklı perspektiflere sahip olması tabiidir. Fakat buradaki temel mesele geride bıraktığımız iki yıllık süre zarfında tarafların çözüm anlayışları arasındaki makasın kapanmaktan ziyade daha da açılmış olmasıdır. Bu durum da Kürt meselesinin sahici çözümünün önünde güçlü bir engel teşkil edebilir.
Başka bir ifadeyle, AK Parti tabanını farklı bir çözüme sosyalleştirirken, HDP ise başka bir çözüme ikna etmektedir. Ortalama bir AK Partili seçmenin Çözüm Süreci’nden anladığı en temel şey silahların susmasıdır. Bu, Kürt meselesi gibi etno-siyasal bir meselenin siyasal boyutuyla daha sahici bir şekilde ilişkiye geçmek için gerekli ortam hazırlayıcı bir şart olabilir, fakat çözüm olamaz. Buna karşın, yukarıda ifade edildiği gibi, Kürt Hareketi’nin toplumsal tabanı ise siyasal statü, hükümranlığa kolektif ortaklık, aktörlüğü tescillenmiş Öcalan’ın daha fazla hareket kabiliyetine sahip olduğu imkânlara kavuşturulması, Kürtçenin kamusal ve eğitim alanındaki kullanımında hiçbir kısıta tabii tutulmaması ve benzeri başlıklara Çözüm Süreci kapsamında sosyalleşmekteler. Ezcümle, teorik bir başlık olarak Çözüm Süreci toplumsal bir tabana sahip. Benzerini Çözüm Süreci’nin sahip olması gereken muhtevası için söylemek henüz mümkün değil.
Suriye Kürt Bölgesi’nde (Rojava) yaşananlar ile özellikle de Kobani’de Kürtler ile IŞİD arasındaki savaş bu resmi daha da karışık bir hale getirmiş durumdadır. Rojava’da yaşananlar, Kürt Hareketi’nin toplumsal tabanında silahların bırakılması meselesinin yeniden sorgulanmasına yol açtı. Silah tekrardan “Ortadoğu’daki Kürtlerin kazanımlarının neredeyse yegâne garantisi” olarak algılanmaktadır. Bu noktada, hükümetin Çözüm Süreci’nde eski maksimalist yaklaşımı terk edip, daha realist ve daha makul yaklaşım olan Türkiye’deki silahlı mücadelenin sonlandırılması prensibini benimsemesi doğru yönde atılmış bir adımdır.
Çözümün sivil sahipleri
Sonuç olarak, önümüzdeki dönemdeki en temel meseleyi, hükümet ve Kürt siyasetinin ortak uzlaşısına dayanan bir çözüm muhtevanın ortaya konulması ve bu muhtevanın sivil sahipliği sorununu çözecek, onu toplumsal bir tabana kavuşturacak girişimlerde bulunulması teşkil etmektedir. Bu çerçevede, Türkiyeli bir kompozisyona sahip bir üçüncü göz, tarafların üzerinde anlaştıkları konulara sadık kalmalarını denetlemesi, bu konuda bir basınç uygulayabilmesi açısından önemlidir. Bunu tamamlayıcı bir şekilde, Akil İnsanlar Heyeti’ne benzer bir yapı ise tarafların üzerinde anlaştıkları çözüm muhtevasını toplumsal bir tabana kavuşturmak için Türkiye ölçeğinde çalışmalar yapabilir. Birbirini tamamlayıcı bu iki adım, Çözüm Süreci’nin muhtevasının toplumsal zeminini oluşturma potansiyeline sahiptir.
Sürece daha fazla şeffaflık kazandırılması, uzlaşılan içeriğin Kürt Hareketi ve Hükümetin daha fazla ortak açıklamalarıyla kamuoyuna duyurulması diğer bir önemli noktayı teşkil etmektedir. Böylesi bir strateji de, çözüm sürecinin muhtevasına dair farklı toplumsal kesimler arasında açılmakta olan makasın kısmi bir şekilde kapanmasına yardımcı olabilir. Buna ilaveten, hem Kürt siyasetinin hem de hükümetinin Çözüm Süreci sonrası Türkiye tahayyülleri ile siyasal vizyonlarını kamuoyuyla daha fazla paylaşmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu şekildeki sesli bir paylaşım kamuoyunun Çözüm Süreci’nin muhtevasıyla ilgili algısının şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Şu ana kadar, Çözüm Süreci’nin toplumsal alandan neşet eden bir tepkiden dolayı kesintiye uğramadığı dikkate alınırsa, siyasetçilerin Çözüm Süreci’nin içeriğine dair daha şeffaf ve cesur olmaları için uygun bir zeminin var olduğu aşikârdır. Bundan sonraki temel meseleyi, bu uygun zemin üzerinden nasıl bir ortak çözüm perspektifinin geliştirileceği oluşturmaktadır.
.iktibasdergisi