SIR VERMEZ ZENCİLİĞİMİZ

MEHMET AKİF ŞAHİN

VAN 7.05.2015 09:56:14 0
SIR VERMEZ ZENCİLİĞİMİZ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Umudumuz caddelerin kuytularına yalınayak sığınmış işçi babalarımızın yüzlerine biriken ekmek kavgasıdır. Çoğumuz sokakların dişleri arasında çiğnenmiş bir cesedi taşıyoruz.
 
Biz yirminci yüzyılın zenci çocuklarıyız. Oyuncaklarımız; ışıltılı bir dünyanın sergüzeştini anlatır. Gövdemizin rengini modası geçmeyen bir aşkın meyveleridir. Antik çağların rüyalarında peydahlanan hazreti âdemin meşru çocukları vermiştir. Oyunlarımızı miras bırakan bizi oyalayan karanlığın kumpaslarına borçluyuz. Gece ve gündüz niyetlerimize giydirilmiş nakışlı elbisedir. Aydınlığın ve karanlığın bize dönük yüzü vardır. Hangisinin gölgesine sığınırsak o bizim tercihimizdir.
Yaşamak yarım bardak bir umut gibi ellerimize kelepçelenmiş zincirlerdir. Köylerin ve şehrin varoşlarına kaçak yapılmış kerpiç gecekonduların çamurlu düşünceleri bize aittir. Gökdelenler gibi beton binaların akıl almaz burjuvazinin gölgesinde kravat bağlamakta bizim işimizdir. Merhametsiz sokakların kırbaçlarıyla yaralanan ellerimizle umutlarımıza dokunan hayallerimizi de biz kurarız. Ruhlarımız; küçük hayallerin peşinde koşan uçurtmalar gibidir. Büyüdükçe dünyanın bize acımayan gölgesini görürüz. En büyük tutkumuz mahallemize düşen ilan makbuzlarındaki yalancı haberlerin geçici heyecanlarıdır. Umudumuz caddelerin kuytularına yalınayak sığınmış işçi babalarımızın yüzlerine biriken ekmek kavgasıdır. Çoğumuz sokakların dişleri arasında çiğnenmiş bir cesedi taşıyoruz.
Kaldırımların merhametine bırakılmış bir sistemin çakıl taşlarıyız. Her gün bir umutla doğan güneşin merhametli ışıkları yüzümüzü aydınlatır. Dillerimiz dolaşmadan seslerimiz gökkuşağının rengi gibi komşularımızın kulaklarında yankılanır. Sırlarımızı esir alan şehre yaklaştıkça ruhumuza düşen gölge ağırlaşır. Suskun dudaklarımıza düşen buruk bir korku gözlerimize esaret katar. Yürüdükçe içimize biriken tütsülenmiş heyecan ellerimizdeki titrekliği okul sıralarına taşır. Kimimiz suskun akşamların hüznünü yaralarımıza kapatıp gözlerimizin dalıp gittiği hüzünlerin eşiğinde uyuruz. Kimimizi yüreklerden gelmeyen mekanik bir zil sesinin tıslayan yankısı uyandırır.
Adına eğitim denilen bir şarkının politik hesaplarla söylenmiş nakaratlarını dinleriz. Günümüzde bu şarkı dörtlükler halinde söylenir. Biri dörtle dördü toplar, biri beşe üçü ekler. Biri boyumuzu hesaplar, biri aylık düşünür, diğeri mevsimlik düşünür, hepsi bizi düşünür. Hepsi kendine düşünür. Kimse bize sormaz. Ruhlarımız hayatlarımıza giydirilmiş kalıpların tutsak köleleridir. Başkalarının hayalleriyle umutlarımız filizlenir. Dört mevsim değişen siyasetin görünmeyen kılıcı dillerimizden dökülen okul şarkılarıyla temizlenir. Elimize düşen kitap sayfalarında umutlarımız dört şıklı sorularla sorulur, bir her zaman doğrudur, biri doğrudur. Dört yanlış bir doğruyu götürür.
Şarkılarımız dörtlükler halinde ezberlenir.