'Merdiven stratejisi'ne göre yürütülen süreçte hükümet, ilk basamağı çıkmış, üzerine düşen tüm somut adımları atmıştır.

Avukat görüşmelerinin başlaması talep edilirken, Öcalan'la BDP'li vekillerin görüşmesine yol verilmiş ve böylelikle siyasal çözüm alanı kuvvetlendirilmiştir.

TMK'ya göre suç sayılan Nevruz alanındaki bazı görüntüler tolere edilmiş, Başbakan'ın 'Olumlu bir gelişme' değerlendirmesiyle, Habur sendromuna kapı aralanması engellenmiştir.

KCK davalarında, son üç ayda 100'e yakın tahliye kararı çıkması, hükümetin güvenlikçi eksenden demokrasi eksenine geçerek çizdiği çerçevenin, hukuk zihniyetine de tesir ettiğini gösteren önemli bir veri olmuştur.

Başbakan'ın 'baldıran zehri' metaforunu kullanması, Adalet Bakanı Ergin'in 'Annelerin ağlamaması için çalışmak suçsa, ben bu suçu işliyorum' çıkışı siyasî iradenin tüm risklere rağmen sürecin arkasında durduğunun kanıtıdır.

Tabii, tüm bunlar olurken, çözüm karşıtı saflardaki sıklaşmalar da artmış; bildiriler yayınlanmış, tehditler savrulmuş, suç duyuruları yapılmıştır. Muhtemelen arkası da gelecektir.

Böylesi bir ortamda, PKK'nın ateşkes ilan etmesi, hem Öcalan'ın 'Silahlar sussun, fikirler konuşsun' mesajının özü hem de sürecin dinamikleri bağlamında yetersiz bir adımdır. Sınır dışına çekilme, PKK'nın sürece ilk somut katkısı olacaktır. (Kamu görevlilerinin serbest bırakılması, Karayılan'ın da itiraf ettiği gibi, süreçle tamamen ilgisiz, Öcalan'ın talep ettiği bir durumdur.)

İşte tam bu noktada, gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemek gerekir.

BDP'nin ve PKK'nın, sınır dışına çekilme için yasal zemin şartını koşması, kabul edilmesi mümkün olmayan, dünyadaki diğer örneklerle de bağdaşmayan bir taleptir.

Devlet, yasa koyucu ve koruyucu niteliği olan ve bu bağlamda meşruiyetin kaynağı olan bir varlıkken, PKK, sosyolojik ve siyasî karşılıklarına rağmen yasa dışı bir örgüttür. Yasa dışı şekilde elinde silah bulunduranların, yasal alana dahil olması mümkün değildir. Hükümetten bunu talep etmek -adına ister terör örgütü, ister isyan hareketi deyin- neticede silahlı bir örgütün yasal bir oluşum olarak tanınmasını talep etmekle eşdeğerdir. Bir hukuk devletinde, bunun kabul görmesi imkânsızdır.

İşin hukukî boyutu bir yana; sadece siyasî getirisine bakmak bile bu talebin anlamsızlığını görmeye kâfidir. Zira böylesi bir yasa teklifi Meclis'e geldiğinde, CHP ve MHP'den destek bulmayacağı açıktır. Üstelik, süreç karşıtı iki parti, bunu mümbit bir propaganda malzemesine çevirme fırsatını da sonuna kadar kullanacaktır. Ayrıca, yasa bir şekilde Meclis'ten geçse bile, muhalefetin onu Anayasa Mahkemesi'ne taşıyacağı ve mahkemenin de Anayasa çerçevesinde yasayı iptal edeceği kesindir. O halde, bu talebin hem siyasî hem de hukukî olarak süreci tıkayacağı kesindir.

Sınır dışına çekilme, bir güvenlik meselesidir. Güvenlik ise yasamanın değil, yürütmenin alanını ilgilendirir. Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatı'nı ilgilendiren bir husustur. Bu dört kurum da hükümete ve Başbakanlığa bağlı olduğuna göre, yasamayı işin içine çekmeye çalışmak, arabayı atın önüne koşmaktır.

Gelelim Başbakan'ın 'Silahları bırakıp çekilsinler' açıklamasına... Bu günlerde, ekranlarda hep şöyle bir mizansen gündeme getiriliyor. Silahlı PKK'lılar, ellerini kollarını sallaya sallaya, güvenlik güçlerimizin gözlerinin içine baka baka önlerinden geçiyorlar. Başbakan'a da soru, böyle bir kıvamda sorulduğu için, devletin başı olarak başka türden bir cevap vermesi beklenemezdi. Unutmayalım ki, Başbakan, geçen yıldan bu yana tam dört kez sınır dışına çekilindiği takdirde, 1999'da olduğu gibi operasyon yapılmayacağı, herhangi bir olumsuzluk yaşanmayacağı taahhüdünü verdi. Hükümetin, güvenlik güçlerine verdiği talimatı, bundan daha açık söylemesini beklemek beyhudedir.

Eğer PKK da hükümetin adımlarını boşa çıkarmak istemiyorsa, sınır içine görünmeden girdikleri gibi, sınır dışına da görünmeden çıkabilir. Ancak PKK ve BDP, meclis kararında ısrar ettiği takdirde, Öcalan'ın yine devreye gireceği kanaatindeyim. Çünkü hayatî nokta, silahlı mücadele devrinin bittiğinin kabul edilmesiydi. Okyanuslar aştıktan sonra, derede boğulunmaz.