Şimdi Allah’a yakın olmak zamanı

Nihat Nasır

VAN 26.06.2015 13:09:40 0
Şimdi Allah’a yakın olmak zamanı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Rasyonalizmi fetişleştirenler, ister istemez, peygamberi herkes gibi (hâşâ) sıradan bir insan düzeyine çekmek, hadisleri topyekûn

devre dışı bırakmak, geleneksel İslâmî ilimleri köhnemiş saymak, medrese ve dergâhı hayatın dışına itmek, ulema ve meşayihi de,
‘aracılığa’ (hatta çok düzeysiz bir tabir kullanarak ‘komisyonculuğa’), soyundukları gerekçesiyle şirkle itham etmek durumunda kaldılar. Bütün bunları, asla Kur’an sayılamayacak olan ‘meal’ üzerinden gerçekleştirdiler elbette. Birçoğu ‘Arapça’ bile bilmiyordu…”

“Ey inananlar, Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya yol (vesile) arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.”
Maide Suresi, 35

“Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. Ve O’nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.”
İsra Suresi, 57

Kadim olana dönüş treni, kaçtı, kaçıyor!
Zira modernist yaklaşımlar nedeniyle İslâmî kavramlar dünyası altüst edilerek, eskiyle olan irtibat neredeyse yok edildi.
Eskiye, yani geleneksel olana düşmanlık, yeni zamanlarda, İslâm’la hesaplaşma peşinde olan hariçteki unsurların hoşuna gidecek tarzda dizayn edildi uzunca bir süre.
Zihinlerde, eskinin ne kadar yanlış ve kötü olduğu kanaatinin oluşması için ne mümkünse yapıldı, diğer bir deyişle.
Şu bir gerçek ki, imanı rasyonelleştirirlerken ‘akıl-zekâ’ ilişkisini zerre kadar hesaba katmadılar. İşin daha da vahimi, kendi zekâlarını tüm bir toplumun kavrama kapasitesinin üst sınırı olarak koydular.

Rasyonalizmi böylesine fetişleştirenler, ister istemez, peygamberi herkes gibi (hâşâ) sıradan bir insan düzeyine çekmek, hadisleri topyekûn devre dışı bırakmak, geleneksel İslâmî ilimleri köhnemiş saymak, medrese ve dergâhı hayatın dışına itmek, ulema ve meşayihi de, ‘aracılığa’ (hatta çok düzeysiz bir tabir kullanarak ‘komisyonculuğa’), soyundukları gerekçesiyle şirkle itham etmek durumunda kaldılar.
Bütün bunları, asla Kur’an sayılamayacak olan ‘meal’ üzerinden gerçekleştirdiler elbette. Birçoğu ‘Arapça’ bile bilmiyordu…
Bilenler de ‘belagatten’ ve ‘mantık’tan habersiz oldukları için zahirde doğruymuş gibi görünen ve azıcık irdelendiğinde nasıl müthiş bir yanılgıyla malul olduğu anında fark edilen, rasyoya endeksli tuhaf iddialar serdediyorlardı.

aa_picture_20150623_5697548_high

Dilerseniz onlardan birisini ele alalım bu yazıda.
Öncelikle peygamberi, dolayısıyla da hadisleri ardından sahabeyi, ulemayı ve meşayihi yadsıyan hatta bu zevata intisap halinde şirke bulunmakla suçlayan bu söylemin en temel argümanlarından birisini ele alacağız…

Binlerce kez esef olsun ki bu argüman, Kur’an’a dayandırılıyor ve ruhundan habersiz olunduğu için bu meal üzerinden inanan insanlara insafsızca hücum ediliyordu.
Meal, ‘Kaf Suresinin’ 16. ayetiydi…
“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.”

Kimler mi bunlar?
İsimlerini buraya yazmayı gereksiz görüyorum fakat Ramazan ayı münasebetiyle medyada bolca sahne alan, Müslümanların inançlarıyla istihza etmekle kalmayıp daha çok İslâm düşmanlarını memnun edecek fetvalar veren birtakım kimselere şöyle bir nazar etmeniz, eminim sizi rahatlıkla sonuca götürecektir.
Hemen tanıdınız onları değil mi?

Evet, işte bu modernist taife, öteden beri, ulemayı ve meşayihi ‘komisyonculukla’ suçluyor ve yine bu mealden hareketle peygamberin bile ‘vesile’ olamayacağı gibi fasit bir hüküm çıkarıyorlar.
Yaklaşım hep şu oldu.
‘Madem Allah, herkese şah damarından daha yakındır, öyleyse kim, kimi, nereye yaklaştırıyor?!. Bu ayet dururken (doğrusu meal olacak), kim sizi Allah’a yakınlaştırma iddiasına bulunabilir?!’

Zahirde doğruymuş gibi görünen bir iddia değil mi?..
Oysa doğruyla uzaktan yakından akrabalığı olmayan ve tabirimi mazur görün, zekâdan nasip almamış fasit bir mantık örneğidir bu söylem…
Nasıl mı?
İzah edelim…

Yapacağımız ilk iş, doğru düşünmeyi sağlayacak olan doğru soruları sormak olacaktır.
Zira doğru sorulmamış bir sorunun doğru cevabı asla olamaz.
“Ve biz ona şah damarından daha yakınız” mealini merkeze koyarak ‘bu ayet dururken kim, kimi, nereye yaklaştırıyor?’ sorusu, bahsini ettiğimiz yanlış sorunun ta kendisidir.

Doğru soru şudur!..
Allah’ın insanlara şah damarından daha yakın olması, insanların da Allah’a yakın olmasını gerektirir mi?
Cevap, kesinlikle ‘hayır!’dır.

Şöyle düşünelim.
Firavun da, Hz. Musa da insan olmaları hasebiyle Allah’ın kullarıdır.
Dolayısıyla Allah, Firavun’a da, Hz. Musa’ya da şah damarlarından daha yakındır.
Peki, bu hakikat, Firavun’un Allah’a yakın olmasını sağlar mı?..
Hele bu yakınlığın, Hz. Musa’nın Allah’a olan yakınlığı ile bir mukayesesi olabilir mi?…

Yanılgının nedeni anlaşılıyor değil mi?…
Allah’a yakın olmak gibi kavramsal bir olgu, eşyanın birbirine yakınlığını ifade eden somut yakınlaşmayla karıştırıldığı için…
Yani bir anlamda, rasyoyu imanın yerine ikame edip aklın göze indirgenmesine neden olunduğu için…

Demek ki, Allah’ın kullarına şah damarından daha yakın olması kulların da Allah’a yakın olduğu gibi bir sonuç üretmez.
Zaten başka bir ayet mealinde (Maide Suresi,35) bu husus net bir şekilde açıklığa kavuşturulmuştur.
“Ey inananlar, Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya yol (vesile) arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.”

İsra Suresi, 57. ayet mealinde bu husus daha çarpıcı bir biçimde beyan buyurulmuştur.
“Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. Ve O’nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.”

Bu kutsi fermanların hilafına, üstelik başka bir ayet istismar edilerek, inanan insanların Allah’a yakınlaşmalarının önüne set çekenler, hangi insafla, hangi izanla ve hangi akılla bu apaçık gerçeği yok sayma teşebbüsünde bulunmuşlardır dersiniz?..

Kılavuzu ‘rasyo’ olanın akıbeti, bu feci yanılgıdan başka bir yola çıkamaz elbette!..
Ama husumet gözleri görmez edince, ayet meali bile bir inkârın (Allah muhafaza) ‘vesilesi’ yapılabiliyor görüldüğü üzere…

Şimdi, Ramazan ayını vesile edip Allah’a yakınlaşma zamanı…