ŞİDDETİN ORTASINDAKİ ÇOCUKLAR

Yakup Aslan

VAN 15.06.2014 12:50:44 0
ŞİDDETİN ORTASINDAKİ ÇOCUKLAR
Tarih: 01.01.0001 00:00

ŞİDDETİN ORTASINDAKİ ÇOCUKLAR

Yakup Aslan

Musul’unİŞİD tarafından işgal edilmesi ve bayrak sendromu öncesi ‘dağa kaçırılan çocuklar’ haberleri gündemi işgal eden meselelerin başında geliyordu. Elbette önemli bir konudur, küçümsemek veya görmezlikten gelinmelidir anlamında söylemiyorum. Sorunun en önemli parçasıdır, zira çocukların hayatı,annelerin yürek acısı sözkonusudur, can güvenliği açısından İslami ve insani bir meseledir… Bir değil birçok yönüyle bizleri de fazlasıyla ilgilendiriyor. Hem insani, hem de İslami anlamda annelerin feryadına duyarsız kalmak mümkün değil. Konuyla ilgili haberlerden de anlaşılacağı gibi, yara kanamaya devam ediyor. Ortada bir sorun olduğu kesin! Sorunun parçalarının her biri diğeriyle ilintilidir. Bu sorun otuz yıldır çeşitli boyutlarda devam ediyor. Köyleri yakıldığından dolayı şehirlere göç ettirilen çocuklar, yoksulluktan dolayı çöplerin üzerinde yiyecek arayan, suç çetelerinin kucağına düşen, eğitimsiz kalan, ‘taş atan çocuklar’yasasıyla içeri atılan, ceza evlerinde tecavüze uğrayan veya güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu öldürülenler yine bu çocuklardır.

Evet tek sorun, çocuklarını dağdan indirmek için sokaklara çıkmak zorunda kalan beli bir grub aileden ibaret değildir. Bu çocuklar otuz yıldan beridir görünmez, hatırlanmaz, yok sayılıyor gibi dursalar da bir şekilde çatışmanın içerisindedirler. Polis baskınları veya sokaklarda bazen günlerce süren eylemlerin içinde onlar çocuklar var ve yine bunun devamında gelen polis baskınları, sokaklardaki şiddet en çok onlar üzerinde etki bırakıyor. Sıradan demokratik bir basın açıklamasının polisin şiddetine maruz kalması, TOMA’ların tazyikli su, gaz atması ve insanların en üst seviyede bir şekilde şiddete maruz kalması ve sokaklardaki çatışmalar onların gözleri önünde oluyor. Bu kendi başına onların güvenlik güçlerini öteki ve düşman olarak görmeleri için kafidir. Bunun devamında ya o küçücük beyinleriyle karşıtlık üretiyorlar veya oşiddet ortamından kurtulmak için, çevresindeki yoğun efsanelere özenerek dağa gitmenin yollarını arıyorlar. Bu zeminde olaydan yararlanmak isteyenler de yok değil. Belli bir konum veya çıkar elde etmek için çocukları etkileyen ve onların dağa çıkmasına yardımcı olan insanlar da var. Ancak kaçırılma veya zorla götürülme gibi bir algı yanlıştır. PKK, bunu ilk yıllarda yaptı ve çocuklarızorla dağa götürdüğünden dolayı büyük bir tepki alınca bundan vazgeçti. Hatırlayanlar bilir, köylerden aşiret çocuklarını zorla götürmeye çalıştıklarında, köylüler de devlete sığınacaklarını ve hatta koruculuk sistemiyle onlara karşı duracaklarını beyan edince bundan vazgeçilmişti. “Kaçırılıyorlar”veya “gönüllü gidiyorlar” şeklinde bir tartışmanın da sağlıklıolmadığını düşünüyorum. Çocuk veya büyük olsun hiç kimse evladının dağa çıkmasını ve o militarist yapı içerisinde heder olmasını istemez. Ancak herşiddetin, yok saymanın, ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmanın, istisnai hukukla ayrımcılık yapmanın kendi karşıtını ürettiğinden kuşku yok.

Bütün örgütlerin hedefinde çocuklar var ve bunlardan belirli bir kesimi bir şekilde onları sıcak savaşlara sürüyorlar veya beyinlerini yıkayarak potansiyel savaşçıhaline getiriyorlar. Çocuklardan suç çeteleri oluşturanlar veya onları fuhuşve uyuşturucu batağında kullananların mantığı da aynı. Zihinleri henüz zehirlenmemiş çocuklar onların elinde daha rahat biçimleniyorlar.

Çark böyle dönüyor. Sistem, sorunu bitirmenin yerine hergün yeni bir sorunla toplumun önüne çıkıyor. Şu topraklarda bir yönüyle, bir şekilde bu meseleyle yüz yüze gelmemiş bir insan yoktur. Köylerde belli bir saygınlığı ve yaşam tarzı olan çocukların, o hayattan koparılıp şehrin kuralsızlığına terk edilmesinin başka bir sonucu da olamaz. Yoksulluk ve eğitimsizlik neticesinde her türlü sosyal imkandan yoksun olan çocuklar sokaktan, yapılan propagandadan veya yaşadıkları şehirlerde tanık oldukları olaylardan en çok etkilenen kesim oldular.

Medyanınşimdiye kadar yok saydığı sorunun bir parçası olan annelerin çocuklarını talep etmelerine yönelik neler söylenmelidir. Hiç kimse, bugüne kadar bu ve benzeri sorunlarda duyarsız olan ulusal medyanın ‘Amerika’yı yeni keşfetmiş gibi’davranmasını samimiyetle bağdaştığını söyleyemez. O zaman, bu sahiplenmenin tesadüfü olmadığını görmek lazım. Filistin’de Siyonistlere taş atan çocukların varlığını “intifade” hamasi duygularıyla savunan bir zihniyetin, Kürdistan’daki çocukları düşman olarak göstermesi hangi sağlıklı zihnin ürünü olabilir? Algı mühendisliğiyle şekillendirilen gündemlere göre hareket etmek de en az ulusal medyanın ikiyüzlü davranması kadar, sorunludur.

Şimdi meseleye nasıl bakılması gerektiği konusuna gelelim. Olay bir bütündür. Yaklaşık bir yıllık barış sürecinde insanların savaş dolayısıyla ölmemesi veya tutuklamalarının asgariye inmesi, kalıcı bir çözüm için geçerli değil. Atılmasıgereken adımlar atılmamıştır. TMK’dan dolayı yaklaşık 2000 çocuk “taş atan çocuklar” uygulamasıyla yargılanıyor ve önemli bir kısmı cezaevlerinde tutulmaya devam ediyor. Dağdan inip güvenlik güçlerine sığının 18 yaşın altındaki bir çocuk yine bu uygulamayla 45 yıl cezaya çarptırıldı. Bingöl'de 2011 yılının Aralık ayında 14 yaşındayken güvenlik güçlerine yakalanan ve bir askerin kendi montunu giydirme görüntüleri nedeniyle, 'Askerin şefkati' başlıklı haberlere konu olan Hasan Salık, 45 yıl hapis cezasına çarptırıldı... Buna benzer örnekleri artırmak mümkündür. Yine ilave olarak son 20 yılda yüzlerce çocuk öldürüldü.Hatta çözüm süreci devam ederken bile onlarca çocuk polis kurşunuyla ya öldürüldü veya yaralandı. Örnek olarak, Kızıltepe'de 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın 6. ölüm yıldönümünde bu defa da Şırnak'ta 12 yaşındaki Ahmet Açar askerler tarafından vurularak ağır yaralandı. Türkiye'de son 20 yılda polis ya da askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren çocuk sayısı ise 350'den fazladır. JİTEM’in en belirgin olduğu 1992 ile 2006 yılları arasında asker ve polis kurşunuyla ölen veya yaralanan ve tutuklanıp en ağır şekilde cezalandırılan çocukların sayısı çok fazladır. Bir yaman çelişki…İsrail cumhurbaşkanına “çocukları nasıl öldürdüğünüzü iyi biliyoruz!”diyen başbakan, hiçbir zaman Türkiye’de katledilen veya hapsedilen çocuklar konusuyla ilgilenmedi. Bu normal karşılanabilir mi? İktidar, egemenlik bahanesiyle bu örtbas edilebilinir belki. Ancak, medyanın veya bugünlerde çocuklardan dolayı merhamet duyguları kabaranlar da seslerini çıkarmadı. Asker veya polis tarafından öldürülen, şiddet gören, tutuklanan çocukların sayısına bakıldığı zaman Türkiye'nin karnesininİsrail’den çok da parlak olmadığı görülür. Peki bu çifte standardın sebebi nedir?

Hatırlanacağıgibi, 28 Mart 2006 Diyarbakır'da meydana gelen olaylarda güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 14 kişi yaşamını yitirmişti. Yaşamını yitirenlerden 6'sı ise çocuktu. Olayların yaşandığı dönemde Başbakan Erdoğan'ın "Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun terörün maşası haline gelmişse gerekli müdahale ne ise bunu yapacaktır. Bunun böyle bilinmesini istiyorum" demesinin, bu şiddet sarmalını ürettiği açıktır. 2006 yılında İsmail Erkek (8), Abdullah Duran (9), Enes Ata (8), Mahsum Mızrak (17), Emrah Fidan (17), Fatih Tekin (3) isimlerindeki çocuklar parkta, balkonlarında veya olayı izlerken öldürüldüler. 15 Şubat 2008'de Şırnak'ın Cizreİlçesi'nde 16 Şubat günü 16 yaşındaki Yahya Menekşe panzerle ezilerek öldürüldü.

2004 tarihinde Mardin'in Kızıltepe ilçesinde İskenderun'a gitmek üzere kamyonuna binmek isteyen şoför Ahmet Kaymaz (31) ve 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz, ayaklarında terlikleriyle beraber katledildi. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın minik bedenine otopsi sonucunda tam 13 kurşun sıkıldığı ortaya çıkmıştı. Ceylan Önkol, 28 Eylül 2009 günü koyunlarını otlatırken Tapantepe Taburu'ndan atılan hava mermisi sonucunu parçalanarak can verdi. Hatta ordu aileden özür dileyeceğine "Ceylan'la yıpratılmak isteniyoruz" dedi. Bir yıl aradan sonra bu kez Karabük'ün Safranbolu ilçesinde Edanur Avcı, küçük bedeniyle bir askerin silahından çıkan kurşunun kurbanı oldu. 4 Kasım günü evinin önünde oynarken 125'inci Jandarma Er Eğitim Alay Komutanlığı'ndan yapılan "atış-talim" kurşunuyla öldü. Ceylan Önkol'un ölümü üzerinden askerlerin yıpratıldığını ileri süren Jandarma Genel Komutanlığı, cinayetin hemen ardından Edanur'un hayatını kaybetmesiyle ilgili idari soruşturma başlattığını duyurdu. Ceylan Önkol konusunda takınılan tutumun Edanur Avcıkonusunda farklılaşması, Kürtler konusunda istisnai bir hukuk ve tavır geliştirilmiş olduğunu göstermiyor mu? Cizre'de 9 Ekim 2009'da yapılan gösterilere polisin müdahalesi sırasında evlerinin balkonunda annesi Kevzer Uytun tarafından emzirilirken güvenlik güçlerinin kullandığı gaz bombasımermisinin başına isabet etmesi sonucu 18 aylık bebek Mehmet Uytun, annesinin kucağında yaşamını yitirdi. Hakkari'de Bayramı'nın birinci günü olayların çıkması üzerine, Biçer Mahallesi'nde bir uzman çavuş tarafından nişan alınarak, kafasından vurulan 15 yaşındaki Enver Turan hayatını kaybetti.

1989 yılından günümüze kadar asker veya polis tarafından 350'den fazla çocuk öldürüldü. En çok çocuğun öldürüldüğü yıl ise 1992 yılı oldu. Anne karnında öldürülen çocuklar hariç, yıllara göre öldürülen çocuk sayısı ise şöyle: 1989 yılında 2, 1990 yılında 41, 1991 yılında 22, 1992 yılında 115, 1994 yılında 94, 1995 yılında 17, 1997 yılında 7, 1998 yılında 8, 1999 yılında 12, 2000 yılında 3, 2004 yılında 1, 2006 yılında 8, 2008 yılında 5, 2009 yılında 7, 2010 yılında 7.

Daha önce de belirtildiği gibi öldürülen çocukların on misli fazlası ya işkence gördü, ya hapse atıldı veya başka şebekelerin eline terk edilip, suç makinesi haline gelmesine göz yumuldu. Dolayısıyla çocuk meselesinin bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Asimile etmek maksadıyla devşirilen çocukların hurafelerle, art niyetli düşüncelerle kişiliksizleştirilmesi çocuk meselesi çerçevesi içerisinde üzerinde çok da durulmayan yanıdır. Akıntıya tersten yön vermeye çalışan medyanın, fotoğrafı bir bütün olarak görmemesi veya göstermeme çabası içerisinde işine yarayan noktalar üzerinde durması anlaşılır olabilir, ancak insan hakları alanında faaliyet gösteren kimselerin böyle bir ayrımcılığa, ötekileştirmeye, kine, nefrete alet olması kabul edilir değil…

Kürdistan’da neredeyse yüz yıla yaklaşan bir sorun var, bu sorun aldatma, oyalama, hile ve kurnazlığın terk edildiği bir kardeşlik ekseni üzerinde halledilebilinir. Bütün sorun bunun içinin boşaltılmasından kaynaklanıyor. Evet, çocuklarla birlikte büyüklerin de savaştan, şiddetten, yargı baskısından, militarist yöntemlerden uzak tutulmalıdır. Bunun çözümü de ancak, barış ve kardeşlik ortamının geliştirilmesiyle mümkün olacaktır. Dağa çocuklar gitmesin, savaştan uzak dursunlar… Ancak şunu da görmekte fayda var, “dağa gitmesin” dediğiniz çocukları sokaklardan, eylemlerden, tutuklanmaktan veya şehirlerde öldürülmekten alıkoyacak bir düzenleme yapılmalıdır. Bunun adı, aldatmaya dayalı olmayan barıştır… Sorun çözülmediği müddetçe, dağa çıkanların, öldürülenlerin veya ceza evlerinde olanların çocuklarını, tepkilerini buşekilde ortaya koymaya çalışmalarından uzak tutamazsınız. Sosyoloji bunu dayatıyor. Hiçbir eğitim, hiçbir sosyal yapı buna engel olamıyor. Bu alana devletin ne büyük harcamalar yaptığı ve bunların sonuç vermediğini görmemiz gerekir. Devlet ritüelinden kaynaklanan her yoz akıl, sorunu çözmek için icat ettiği yöntemler soruna sorun eklemekten başka hiçbir işe yaramıyor. Tecrübeler bunu göstermiştir.

Barışsürecini sekteye uğratmak veya bilmediğimiz bir hazırlığa zemin hazırlamak maksadıyla medyanın araçsallaşmasına daha dikkatli yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Sorunu bir bütün olarak ele almadığımız sürece, sanal gündemlerin arkasında sürüklenmemiz kaçınılmaz olacaktır. Medyanın oluşturduğu gündemlerin gerisinde, çoğu zaman derin planların uygulamada olduğunu unutmamak gerekir. Gerçek bir barışa veya çözüme dair ciddi bir adım atılmamışken, ceza evlerindeki tutukluların durumunda herhangi bir değişme olmamışken ve hatta hasta mahpuslar konusunda ciddi adımlar atılmıyorken çocuklar konusunun duygusal bir atmosfere taşınmasının, sadece gerçekleri gizlemeye yönelik olduğunu düşünüyorum. Hazırlıklar bitti de yeniden eskiye dönüş için, bahaneler mi üretiliyor? Bu bir yıllık Barış Süreci içerisinde gizliden süren çalışmalara birkaç örnek: Toplu Konut İdaresi (TOKİ), tarafından yaptırılan bu kalekolların sayısı da devletin çözümün aksine bir savaşhazırlığı içerisinde olduğu ve Kürt sorunun çözümü noktasında çatışmalı ortamdakiısrarını sürdürdüğünü yansıtıyor. 341 kalekolun yaklaşık maliyeti 1,5 milyar TL. Milli Savunma Bakanlığı tarafından 1 milyar 455 milyon 701 bin 262 TL'ye ihaleye çıkartılan 341 adet yeni kalekolların büyük bir bölümü son bir yıllık süre içerisinde tamamlandı. Sınır hattına ve stratejik bölgelere yapılan bu kalekollardan Van ili sınırları içerisinde bulunan 22 kalekolun 21'i yine bunlarla birlikte yapılan 30 kuleden 26 tanesinin yapımı özellikle PKK’nin geri çekilmesiyle birlikte hızlı bir şekilde tamamlandı.

Dersim'de 5'i kale, 16'sı mobil karakol ve 31 tanesi de askeri kule olmak üzere toplamda 52 askeri üssün 22'sinin yapımına geçtiğimiz yıl içerisinde başlandı. Bölgedeki askeri üslerin yapımı yetmezmiş gibi "güvenlik yolu" adıaltında yüzlerce kilometre uzunlukta yol inşaatları da hızlandırılan askeri çalışmalardan birisi. Sözkonusu yollar için Milli Savunma Bakanlığı şirketlerle toplam 820 kilometre yol için protokol yapılırken, bu yolların büyük bir bölümü de bahar aylarıyla birlikte yapılmaya başlandı. Yine aynı şekilde, onlarca güvenlik barajı bu süreç içerisinde hızlı bir şekilde yapıldı.

Askeri maksatlarla yapılan bu masraflarla, bütün bölge tarihinde hayal bile edemeyeceği refah seviyesini kavuşabilir, eğitim, ekonomi, imar ve diğer sahalarda modern toplumların sahip olduğu şartları yakalayabilirdi. Türkiye’nin diğer sınırlarında karakol yapılmasına şahid olan var mı? Bunca karakol yapımlarının bir yıl içerisinde tamamlanmış olmasını samimiyetle bağdaştırmak imkansızdır. Elbette, bütün bu olumsuzluklara rağmen çocukların dağa çıkmasıcan yakıcı bir sorundur. Ancak, bunun sorunun sadece bir parçası olduğunu unutmamak lazım. Vurulan, mahpus, hasta veya suça sürüklenen çocuklar ana sorunun bir parçasıdır ve sorunu bir bütün olarak ele almakta fayda var. Bu sorunun bir bütün olarak değerlendirilmesi çözümün daha sağlıklı zeminde gelişmesine de katkı sunacaktır. Parçacılık, sadece bazı sorunları örtbas etme endişelerine yardımcı olacaktır.

Çocuklar konusunda söylenecek daha çok söz olduğuna kimsenin kuşkusu olmasın. Bütün uluslar arası yasalarda, anlaşmalarda, yönetmenliklerde çocukların savaştan uzak tutulması kararlaştırılmış olmasına rağmen, savaşlarda en çok çocuklar kullanılıyor. En basitinden, Van’da kahramanlık örneği olarak çekilen kurtuluşsavaşındaki 120 çocuğun filmi veya Filistin’de sürekli özentiyle anlatılan küçük çocukların İsrail askerlerinin militarist şiddetine karşıdireniş hikayeleri bile hakim olan mantığı anlatmaya yeterlidir.Bununla birlikte Diyarbakır’da annelerinin çocuklarının geri getirilmesi perspektifinde gerçekleştirdikleri eylem vesilesiyle, zulüm sarmalında öğütülmeye çalışılan çocuklar konusunda, görüşlerimi bu şekilde özetleyerek tartışmaya açmak istedim.