Şeytan İşi

Ahmet Maruf Demir, Çözüm Sürecini ve gelinen noktayı değerlendiriyor.

VAN 11.09.2015 10:01:00 0
Şeytan İşi
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Ahmet Maruf Demir / Haksöz Haber

Oyun Gerçekten Varsa ve Bu Denli Büyükse Nasıl Bozulur?

Çözüm Süreci Bitti mi?

Çözüm sürecinin baş muhatabı olan C.Başkanı tarafından bitirilmiş değil. Kendisi Çözüm Sürecinin buzdolabına kaldırıldığını söylemekte. Çözüm süreci hakkında böyle bir metafor kullanılması önemlidir. Sonuçta, buzdolabına bırakılan her ne varsa hayat verici şeylerdir!

***

Bu Noktaya Nasıl Gelindi?

Hatırlarsanız Devlet Bahçeli, Çözü süreci için şunları söylüyordu: "Masanın bir kenarında A. Öcalan, diğer kenarında ise R.T. Erdoğan var."

El-Hak doğru olan da buydu. Çünkü her ikisi de birçok kesim tarafından bu işi çözecek ‘tek’ insan/lar olarak görülüyor ve biliniyordu.

Ne tuhaf ki o günden beri bu iki isim yoğun bir şekilde de itibarsızlaştırılıyor. Farklı kesimler olarak gözükse de tek bir ağızdan çıkmış gibi, birine sürekli "diktatör, katil, masayı deviren adam"; bir diğerine "Öcalan bu şartlar altında bize talimat veremez, devletin adamı, ajan"türünden yaftalamalarda bulunuldu, bulunuluyor.

Oysa bu iki isim "silahlı unsurlar ülke dışına çıksın" noktasında mutabıktılar ve hala da mutabıklar. Çözüm sürecinin nihayeti de buna bağlı diyorlardı. Ki hala da diyorlar!

Bu yüzden de "Barış", "Barış Yürüyüşü", "Silahlar Sussun", “Eller tetikten çekilsin” gibi eylem ve bildirgelerde bulunanlar, görece “iyi niyet” taşısalar dahi bu gerçeği görmedikten sonra yapacakları her türlü çağrının nakıs kalacağı muhakkak.

Savaşı sonlandıracak tek şey “Dolmabahçe Mutabakatı’ndan” çok daha öncesine gitmektir. O da Öcalan’ın 21 Mart 2013 Newroz Mektubunun özüne dönmektir.

A.Öcalan’da 21 Mart 2013 Newroz’unda; “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” derken; R.T. Erdoğan da, birçok platformda “Terör örgütünün silahları bırakmasının dışında görüşülecek müzakere edilecek bir şey yoktur" demeye devam etmektedir.

Bizlerin de birçok kez ifade ettiği gibi şuan için elzem olan budur: Silahlı unsurlar ülke dışına çıkmalı!

***

Silahlı Unsurlar Ülke Dışına Çıkar mı?

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Fakat bugün Öcalan'a, bırakın tecrit uygulamasını, Öcalan'ın saçı bile kendi isteği dışında kesilse ortalığı ayağa kaldıranlar; aylardır konuşmayan/konuşturulmayan Öcalan'ın varlığından habersiz gibi yaşıyor.

R.T. Erdoğan'ı bu sorunu çözecek insan olarak gören Leyla Zana/lar tek kelime dahi etmezken; Erdoğan'ın konuşmasına tahammül edemeyenler, Erdoğan konuştuğu zaman da sözlerini çarpıtma derdini güdüyor!

Doksanları değil. Bilinçlice seksenleri yaşıyoruz sanki.

Hatta belki daha da geriye gidip emperyalizmin türlü ayak oyunlarıyla böl parçala yönet taktikleri ile ümmetten ulus yarattığı yıla gidiyoruz. Fakat bu kez biraz daha farklı olarak. Doğuda İran, Rusya, Çin; batı da ise ABD/İsrail başta olmak üzere bütün batı emperyalizmi karşımızda duruyorlar gibi! -Gibisi fazla-

Son zamanlarda yaşananlara da baktığımızda “devrimci halk savaşından” ziyade; özellikle de Kürtlerin yaşadığı şehirlerin göbeğinde, sokakların ortasında, evlerin arasında hendek kazılması, el yapımı bombaların yerleştirilmesi, silahlı çatışmalara girilmesi, roket atarlı saldırılarda bulunulması da halk da, bu savaşın devrimci halk savaşındaki, “halkı” düşüren/düşünmeyen bir strateji kazandığı kanısını güçlendiriyor. Bu da bir oyun olduğunu ve oyunun gerçekten büyük olduğu düşüncesine neden oluyor.

Bu süreçte onlarca kez KCK tarafından sokağa inin çağrısı yapılmasına rağmen bu çağrıya kayıtsız kalınması da üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer faktör. Oysa KCK dışındaki Ulusalcı Kürt siyasi uzantılarının yapmış olduğu kepenk indirme, kontak kapatma gibi çağrılara halkın bir şekilde cevap verdiğini görüyoruz. Bu da Kürt halkının silahsız, çatışmasız ve savaşsız bir direniş sergilemek istemesine ve oyunlara gelmek istememelerine işaret ediyor.

Hakeza KCK yönetiminin; HDP ve siyasetçileri hakkında yapmış olduğu aşağılayıcı şekilde (siyasette başarı olmamışlardır) açıklamalarını da halkın sokağa inmemesi ve sivil direnişi/eylemi tasvip etmesi nitekim bu türden bir tespiti isabetsiz kılıyor.

Ki HDP altı milyonun iradesini almayı başarmış bir parti. “Başarısız olmuşlardır” ithamı da bu yüzden haksızlık. Öyle veya böyle altı milyon seçmen HDP’ye meyl etmiştir. Bugün sokağa inin çağrılarının halk nezdinde bir karşılık bulmaması; yarın kendilerince Kürt Halkı için verdikleri mücadeleyi de karşılıksız bırakabilir.

Bu minvalde kepenk indirme, kontak kapama, halkın; silahsız, çatışmasız ve savaşsız mücadele davetinin bir hak arayışı, savaş çağrılarının ise bir oyun olarak görmesine sebep veriyor!

***

Oyun Gerçekten Varsa ve Bu Denli Büyükse Nasıl Bozulur?

Kendisini sürekli yenileyen, araştıran ve sorgulayan insanlar ancak bu oyunu bozabilir. Doğru bir bakış açısı, Kuran tabiriyle hikmet de ancak böyle kazanılabilir. Bu doğru bakış açısı da ilk elden öze dönülerek; Kuran’ın bak dediği yerden olaylara bakılarak sağlanılabilir.

Unutulmamalıdır ki; Kitabı okumadıkları için hayatı da okuyamayanlar kendilerine biçilen role en güzel şekilde soyunurlar!

Bugün de olan budur. Vahye sırt çeviren toplumlar “Şeytan sizin en büyük düşmanınızdır”hitabından bihaberler. En büyük düşman olan şeytanın ise ilk ırkçı olduğunun da farkında değiller. Kendisinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratıldığını, bundan dolayı da kendisinin daha üstün olduğunu ve bu yüzden de Rab tarafından lanetlendiğinin de bilincinde değiller.

Bu bilinç kaybı ya da yoksunluğuna misal olarak tarihteki en büyük insan topluluğunun Yahudilerin olduğunu hem vahiy hem de tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. İnsi ve cinni şeytani vesveseler ile Yahudilerin düştükleri tuzağa, ulusçuluk hastalığına günümüz toplumlarında düştüğünü/saplandığını rahatlıkla görebiliyoruz.

Hele ki bu son/zor zamanlar da yaşanan üzücü hadiseler ile ırkçı tasavvur birkaç çapulcu yüzünden tavan yapmış durumda. İnsanlığın en büyük düşmanı İblisin tam da istediği gibi yani!

İnsi ve cinni şeytanlar işlerini tam gaz ve tam haz yapıyorlar!

Suçlu kendi kabilesinden olduğu zaman susan... Nankörlük eden... Sürekli ihanet peşinde koşan... Söylenen sözleri tahrif eden... Oturduğu yerde nalına vururken, iş zora bindiğinde mıh gibi yerine çakılan... Meselenin ne olduğunu bilmelerine rağmen işi sürekli yokuşa süren... Allah'ı hep başkalarının Rabbiymiş gibi gören ve konuşan... Soğanı ete, mercimeği helvaya tercih ettiği gibi rahatı savaşa, saadeti kaosa tercih eden... Yüzyıllar sonra zorbalık ve zulümle yönetilmelerinden sonra bedenleri özgürlüğe kavuşunca ruhlarını bir buzağıya satan... Ellerinde şarap olduğu halde ve eğlenirken, utanmadan da "bize zulüm ediliyor" lafı güzaflar ile peygamberlerine, önder gördüklerine zalimleri şikayet eden... Peygamberlerini, halklarının basiret ve feraset sahiplerini onca fedakarlıklarına rağmen harcadıkları gibi; yıllarca önder, rehber, reis denilen adamları anında satan, ajanlaştıran... Sürekli de peygamberleri, basiret ve feraset sahiplerini hep kendi kavimlerinden olacakmış/çıkacakmış gibi gören... Dini meselelere geldiğinde de herkesten daha dindar olan ve mangalda kül bırakmayan... Tarih boyunca bir eser dahi bırakmayıp; aşağılanmayı ve tahkir edilmeyi kaderleriymiş bilen... Zalimine aşık olmayı, zaliminin taptığına tapmayı erdem olarak sayan... Her seferinde "bu başımıza nerden geldi" dedikleri halde ve işin ilginci başlarına gelenlerin nereden geldiğini bildikleri halde; kibir, gurur ve enaniyetle vakıayı öteleyen... Sürü psikolojisi ile hareket edip gerçeği araştırmak yerine nefsin hoşuna gideni gören, dinleyen ve konuşan... Ne için katledildiğini dahi bilmeyen… Ne için savaştığından dahi bihaber olan... Dünyanın her neresinde olursa olsun demoklasin kılıcı altında olduklarında zorbalarına muhabbet besleyen… Tecavüzcüsüne aşık olan… Kendileri ile antlaşma yapıldığında ise müttefiklerini arkadan vurmak için fırsat kollayan...

Ve tüm bunların neticesinde yuvarlak bir çizginin üzerinde dönüp dolaşılıp başlanılan yere gelen, yani Yahudi mantığı taşıyan topluluk/lar ile karşı karşıyayız. Öyle ki bunlar da, tıpkı İsrailoğullarından bu hasletlere sahip olduktan sonra Yahudileşenlerde de olduğu gibi kalpleri taştan daha sert! Söylenen her iyi söz bundan dolayıdır ki bu sert duvara çarpıp geri dönmekte.

Son tahlilde; bu mantığa hala sahip olmadığını ve yüreği hala taşlaşmadığını düşünenler o vakit vahye hemen kucak açmalı! Çünkü oyun varsa ve bu oyun da büyükse, bu oyunu ancak, Allah’ın insanlığa sunduğu kurtuluş reçetesine sarılanlar bozabilir.

Elbette, taştan daha sert bir yüreğe sahip olanlar için de bu söylenenlerin bir anlamı olmayacaktır! dedim ki; Rabbim! Sen yüreğime mukayyet ol!