SEVGİ VE ŞEFKAT BAĞLAMINDA ŞİRK KAVRAMI ÜZERİNE BİR DENEME

ÖMER YILDIZ

VAN 20.08.2017 11:23:09 0
SEVGİ VE ŞEFKAT BAĞLAMINDA ŞİRK KAVRAMI ÜZERİNE BİR DENEME
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Tevhid – şirk mücadelesinde meselenin özü Allah’a inanıp inanmamak değildir. Asıl mesele O’nun adına başka varlıkları otorite kabul etmek ve tevhide çağıran uyarıcıları, peygamberleri reddetmektir. Bu bize Tevhid- şirk bağlamında, şirk konusunun yeterince bilinmediğini gösterir. Bu tür bir açmaza düşmemek için şirkin üzerindeki tozun silkelenip, doğru tanınmasına mani olan saiklerin yoldan kaldırılması gerekmektedir. Şirk tanınmayınca tevhid yani dinin tanınması da mümkün olmuyor.
Şirk, İnsana sağdan yaklaşma taktiğini ustaca kullanarak, Allah ile kulunun arasına sinsice sokulan şeytan işi manevi bir pisliktir. Şirkin pislik oluşu aklın kullanılmamasıyla alakalıdır. Bu nedenle “Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder” (10/Yunus: 100). Şirk kesinlikle uzak durulması ve inkâr edilmesi gereken bir konudur; tâ ki, insanlar, Allah’tan başka ibadete layık ilah, O’ndan başka hükmeden ve O’nun dışında kânun koyan birinin bulunmadığını bilsinler ve kulluklarıyla sadece O’na yönelsinler. Allah’a şirksiz iman etmek, Allah’tan başkasına asla ilahlık vasfı vermemek gerekir.  Şu halde yalnızca Allah’a kulluk edecek ve Allahtan başkasından yardım istemeyeceğiz (1/Fatiha: 5).
Şirk ve şirket ortaklık demektir. Aynı kökten gelen şerik ise ortak demektir. Kur’an’da şerik kelimesinin çoğulu olan şürekâ kavramı, Allah’a ortak koşanlar anlamında defalarca kullanılmaktadır. Şirk pisliğine bulaşana da müşrik denir. (9/Tevbe 28) Tevhid inancının bir numaralı düşmanı, hatta tek düşmanı şirktir. Şirk çok büyük bir zulümdür, hatta bütün zulümlerin anasıdır (31/lokman: 13). Bu nedenle Allah şirk dışındaki bütün günahları affedeceğini söylediği halde bu mağfiretten, kendisinden başkasına ilahlık yakıştırması olan şirk zulmünü istisna tutmuş ve şirke batanların ebediyen kurtulamayacağını beyan etmiştir (4/Nisa: 116).
Şirk, Allah’tan başka varlıklara tapmak, onlardan yardım ummaktır. En büyük şirk de kişinin kendi nefsini ululaması ve ona tapmasıdır. Kur’ân, nefsini tanrı edinen, yani keyfi olarak onun peşinde giden insanı kınamaktadır: “Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın? Onu sen mi kurtaracaksın?” (25/Furkan: 43).
Şirk, Allah’a zatında, sıfatlarında, fiillerinde, ulûhiyet (Allahlık vasfı), ibadet veya mülkünde ortağı bulunduğuna inanmaktır. Yüce Allah’ı yaratıcı kudret olarak kabul etmesine rağmen ona ulaşmada araya başkalarını koymaktır. Gerçekte sadece Allah’ın sahip olduğu sıfat ve yetkilerin, Tasavvuf/Bâtınilik geleneğimizde olduğu gibi Kutup, Gavs, Mehdi, İmam, Şeyh, Veli diye bilinen kişilerin de sahip olduğuna ve bu kişilerin bu tür bir yetki ile donatıldığına inanmaktır. Bununla beraber, Evrenin yönetiminde Allah’tan bağımsız güçlere veya kanunların belirleyiciliğine inanmak, Allah’tan başka bir takım insanların veya kurumların da hükümde söz sahibi olabileceğine inanmak da şirktir. Üstelik insanlar bu kişilerin yaşayanlarından yardım isteyip işlerinde Allah’a ulaşmada aracı yaptıkları gibi ölülerine de böyle bir misyon yüklüyorlar. Hâlbuki Allah; “Sen kabirlerdekilere işittiremezsin” (36/Fatır: 22) ve “Müslümanlar Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarmazlar/tapınmazlar” (25/Furkan: 65) diye uyarmaktadır. Ölülerden fayda bekleme sanrısı ile onlara yalvarmak, onları tanrı edinmek tevhid inancına şirk bulaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Tevhid – şirk mücadelesinde meselenin özü Allah’a inanıp inanmamak değildir. Asıl mesele O’nun adına başka varlıkları otorite kabul etmek ve tevhide çağıran uyarıcıları, peygamberleri reddetmektir. Bu bize Tevhid- şirk bağlamında, şirk konusunun yeterince bilinmediğini gösterir. Bu tür bir açmaza düşmemek için şirkin üzerindeki tozun silkelenip, doğru tanınmasına mani olan saiklerin yoldan kaldırılması gerekmektedir. Şirk tanınmayınca tevhid yani dinin tanınması da mümkün olmuyor.
Kur’an’ın eğitim metodunda Allah inancı da dâhil her şey zıtlık metaforu üzerine oturtulur. Bu bağlamda Tevhid-şirk konusu da zıddıyla kaimdir. Bu durum Kelime-i Tevhid de somut olarak karşımıza çıkar. “La ilahe illallah: Allah’tan başka ilah yoktur.” Bu formülü şöyle okumak iktiza eder. “Hiçbir tanrı yok, sadece Allah var.” Bu okuma şeklinde dikkat edilirse; öncelikle sahte ve yedek ilahların kökten reddi, ardından Allah’ın öne çıkarılması söz konusudur. Tevhidin esası da İslam ismiyle bağlantılı olarak “hiçbir teslimiyet yok, ancak Allah’a teslimiyet var” şeklindedir. Buna göre muvahhid, Allahtan başka hiçbir kudrete teslim olmayan ve O’ndan başkasına boyun eğmeyen kişinin adıdır.
Şirke düşmenin sebeplerinden biri, tarikat ve tasavvuf çevresinde yakinen görüldüğü gibi şeyhlerin veya ilim adamlarının Allah’a aracı kılınmasıdır. Başka bir ifadeyle, “Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olunuz. O’na yakın olmak için bir yol arayınız” (5/Maide: 35)  ayetini yanlış anlayıp, yanlış uygulamaktan kaynaklanan şefaat inancıdır. Ayette geçen “vesile” kelimesine “yol”, “makam” manasını vermeleri gerekirken, “aracı” manasını vermek suretiyle kendilerine şefaat için bir kapı aralama çabasıdır.
“Onlar Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar. De ki: “Siz Allah’a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir” (10/Yunus: 18). İnsanlığı pençesine düşüren şirk, büyük oranda şefaat inancı mantığına dayalıdır.  Müşrikler Allah’a yakın olmak, onun rızasını kazanmak gibi sebeplerle bazı varlıkları aracı kabul etmektedirler. Bu inançlarını güya temellendirmek içinde şöyle bir mantık yürütürler: Nasıl ki, dünyalık makam sahibi birinin huzuruna çıkıp ondan bir istekte bulunmak için onun üzerinde yaptırım gücü olan hatırlı ve sözü sayılır bir aracı kullanıyorsak ve bu bir gereklilik ise;  Allah’ın huzuruna kabul edilmek için ve O’ndan bir şey isterken de bir aracı kullanmak gerekir. Hâlbuki Allah ile bu tür bir ilişkinin yasaklanmış olması ve gereksizliğini hesaba katmazlar. Allah’a dua ettiğimizde hemen bizi duyacak yakınlıkta olasına rağmen (2/Bakara: 186) ve Allah’ın kuluna şah damarından daha yakın olduğu (50/Kaf: 16) gerçeğini göz ardı ederek arayı açmanın ve aracının gereksizliğini unutulmuş olmaktadırlar; dünyalık arzularında Allah’ın “sevgili kullarını”  aracı edinerek istekte bulunmayı normal görmektedirler! Kendilerini aşağılayarak, “biz kimiz ki Allah’tan istekte bulunalım? Allah bizim yüzümüze bakmaz bizim sözümüze itibar etmez, ama bu sevgili kulunun duasını geri çevirmez. Biz de istediğimize kavuşmuş oluruz onun yüzü-suyu hürmetine” demektedirler. İşte bu tavır ve davranış biçimi tevile mahal bırakmayacak şekilde şirkin tam kendisidir. Kur’an’ın şefaat inancına ve beklentisine kesin ve kati cevabı; “Şefaat bütünüyle ve sadece Allah’a aittir” (39/Zümer: 44) şeklindedir. Konu bu kadar nettir. Kalem kırılmış, defter dürülmüştür.
Günümüz insanlarının Mekkeli müşrikleri “ateist”  gibi düşünmeleri çok ciddi bir yanılgıdır. Müşriklerin Allah inancı vardır ve Allahın yaratıcılığına, kudretine ve nimetler verdiğine, örneğin yağmuru O’nun yağdırdığına inanmaktadırlar. (29/Ankebut: 63) Ancak kendilerini Allah’a yaklaştırmaları ve şefaat etmeleri için birçok varlığı aracı yapmaları ve özellikle putlarından böyle bir beklentide olmaları onları müşrik yapmaktadır.  Ateistlerin durumu bu fotoğraftan tamamen farklılık arz etmektedir. Onlar Allah’ı/Tanrı’yı hiçbir şekilde tanımamaktadırlar. Şu halde bu iki zümrenin bir birine benzemesi/benzetilmesi bir tarafa, aralarında kıyas dahi söz konusu olamaz. Mutlak manada bir tanrı tanımazlık ve dinsizlik söz konusu olmadığından, Kur’an dinsizlikten şikayetlenmez. Üstelik Mekkeli müşrikler kendi dinlerinin çok samimi dindarlarıdır. Bunun için Kur’an sahte dinden, sahte ve yedek ilahtan şikayetlenir. Mücadele, merhum Ali Şeriatî’nin deyişi ile Tevhid dini ile Şirk dini arasında cereyan eder.
Müşriklerin Allah’a karşı O’nu reddetmek ve tanımazlık gibi bir tavırları asla söz konusu değildir. Nitekim Kur’an bu durumu şöyle ifade ediyor. “Onlara, “Gökleri ve yeri kimin yarattığını, güneşe ve aya kimin boyun eğdirdiğini” sorsan, kesinlikle “Allah” diyecekler. Nasıl döndürülüyorlar?” (29/Ankebut: 63). Onların Tevhid inancı ve Hz Peygamberle problemleri, Allahın sağına-soluna eklemledikleri aracılar ve alt ilahların (min dûnillâhi) inkâr edilip yok sayılmasıdır. Hz Peygamberi atalarının dinine ihanet etmekle suçlamalarının temel argümanı da budur.
Müşriklerin Allah’ın inkârına yönelik bir sözü ve tavırları yoktur. Onun sorunu, insanın Allah’a kulluğunda aracı, cennete girişinde şefaatçi olarak görüp devreye soktuğu alt ilahların kabul edilmemesidir. Çok farklı sembollerle ifade edilen ve çeşitli şekillerde, canlı veya cansız olarak karşımıza çıkan varlıklar aracı olarak kabul edilirse, Peygamber dâhil kimseyle sorunları kalmaz. Ancak böyle bir kabul Hz Peygamberin tebliğini yaptığı tevhid inancını merkez alan İslam dininin inkârı olur.
Allah’ın yetkilerini başkalarına kullandırmak, yedek ilahlar edinmek, yakınlaştırıcılar edinmek, kurtarıcılar edinmek, dini Allah’a özgülememek ve şefaatçiler edinmek müşrikliktir. Dini ve ibadeti Allah’a has kılmayanlar yani muhlis olmayanlar muvahhit olamaz. Evliya diye bilinen zatları Allah’ın yanına koyanlar, onları Allah ile eşitleyenler, rehber ve aracı edinenler müşriktirler.
Allah ile aldatan ve tevhidi örtülü bir şekilde şirke dönüştüren hurafeci takımının ileri sürdüğü bir başka iddiada sevgide ölçüsüzlük ve aşırılık şeklinde karşımıza çıkan; önemli kişileri ve eşyayı övmek, yüceltmek hatta kutsamak şirk olmaz yanılgısıdır. Bu mantığın pratik sonucu -toplumda çok sık olarak ve özellikle bir tür günahtan arınma işlevi gören ‘kutsal gün ve geceler’de Hz Peygamberin ilahlaştırılması ve sakal kıllarının ve hırkasının mescidlere sokularak etrafında tavaf edilmesi şeklinde karşımıza çıkar. İş Hz Peygamberin aracı yapılması ve eşyalarının takdis edilmesi ile kalmaz. Hurafecilerin bu takdis işinden muratlarının altında şeytanî bir kurnazlık yatar. Gaye; kendilerini, şeyhlerini, hoca efendilerini, seyitlerini ve üstatlarını kutsamak ve takdis etmeye referans bulmaktır. Bu şekilde yüceltilip ilah seviyesine çıkartılan Hz Peygamberin boş kalan makamına keyifle kendileri kurulacaktır. Ancak Allah’ın son peygamberi Hz Muhammed’in, “Sen bizim yücemiz, efendimizsin!” diye iltifat ettiğini düşünen arkadaşını, şeytanın keyfine uyarak dine-imana yakışmayan sözler söylediğini bildirip “Efendi sadece Allah’tır, Allah” diye çıkışması göstermektedir ki, bu tür aşırılıklara İslam yol vermemektedir.
Bayraktar Bayraklı Hocanın isabetle belirttiği gibi, “eğer insan, başka bir insanı Allah’ı sever gibi severse, yani iki sevgide eşitlik olursa, şirkini gerçekleştirmiş olur. Başka bir ifadeyle, bir insan Allah’tan başka bir varlığı aşırı derecede severse, o varlığı tanrı seviyesine çıkarmış olur.” Bir sapkınlık çeşidi olan şirk bazen bir insanın bir diğer insanı tanrı edinmesi şeklinde tezahür eder. Bunun nedeni, o kişinin şefaat inancında olduğu gibi Allah’ın affına güvenmemek şeklinde okunacak Allah tasavvurundaki eksikliktir. Bu eksikliğin Allah’ın yerini alacak başka varlıklarla telafi edilmesi söz konusudur. Bu zaaftan faydalanan şirk inancı oradan içeri sızıp kendine yer edinmektedir. Yine Hoca’ya göre bir insanın bir diğerini tanrı edinmesinin sebebi ise şunlardır: “Sevilen varlıkla sevgi arasında bir denklik olmalıdır. İnsan, insan seviyesinde sevilmeli, Allah da O’na yakışır seviyede bir sevgi ile sevilmelidir. Kaygan olan bu alanda yürüyebilmek için zemine sağlam basmak gerekir. Onun için, din eğitimcileri Kur’an’ın kontrolünde, neyi ne kadar seveceğimizin eğitimini, yani bilincini vermelidir. Neyi ne kadar seveceğinin bilincinde olmayanların şirke düşme ihtimallerinin oranı yüksek olacaktır. Böylece sevgi ile şirk arasında olumsuz bir bağlantı ortaya çıkacaktır. Bu konu ile ilgili şu ayete gidebiliriz: “Bazı insanlar, Allah’tan başkalarını O’na denk tanrılar edinirler; onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha fazladır. Keşke zalimler, azabı gördüklerinde anlayacakları gibi, bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve O’nun azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi” (2/Bakara, 165).
Tarikat çevrelerinin yücelttiği ve öne çıkardığı “Allah aşkı” söylemi bir tür sapıklıktır. Çünkü Allah ve Resulü hissi bir aşk ile sevilmez. Zira aşkta sarmaş dolaş olma söz konusudur. Yüce Allah’tan başka varlıkları Allah’a denk tutmak şirktir. Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere, eğer insan, başka bir insanı Allah’ı sever gibi severse, yani iki sevgide eşitlik olursa, bu şirk olur. Başka bir ifadeyle, bu insan Allah’tan başka bir varlığı aşırı derecede sevmek suretiyle, o varlığı Tanrı seviyesine çıkarmış olur. Sevgi ile iman arasındaki bu bağlantının iyi dengelenmesi lazım. Aksi takdirde ölçüsüz sevgi farkında olmadan bizi şirk bataklığına çeker.
Hangi varlıklara veya nesnelere duyulan aşırı sevginin insanı şirke düşüreceği, Tevbe suresinin 24. Ayetinde şöyle ifade edilmektedir: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, kazandığınız mallar, kaybolmasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Peygamber’inden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini yerine getirinceye kadar bekleyiniz. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola erdirmez.” Bu ayette sayılan varlıkları Allah’ı sever gibi sevmekle şirke düşüleceği açıkça ifade edilmiştir. Şu halde sevilen varlıkla sevgi arasında bir denklik olmalıdır. İnsan, insan seviyesinde, Allah da O’na yakışır bir sevgiyle sevilmelidir.
İnsanın başka varlıkları özellikle ‘insan’ı Allah’ı sever gibi severek şirke düşmesinin sebebi; “Bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu” bilmediğinden veya O’na güvenmediğinden dolayı Allah tasavvurundaki eksikliktir. Bütün gücün Yüce Allah’a ait olduğunu göz ardı etmek, sevgiyi parçalamaya yol açmaktadır. “Parçalanan sevgi Allah ile diğer varlıklar arasında eşit paylaştırılınca, şirk ortaya çıkmaktadır. Güç kimde toplanıyorsa, iman konusundaki sevgi de Onda yoğunlaşmalıdır. Sonsuz kudrete sahip olan Allah, sevgide ve imanda paylaşılamaz, eşitlenemez. Bu bilginin eksikliği önce sevgiyi, sonrada tevhid inancını parçalamaktadır.”
Müslümanlıkta Allah ile kul arasına kimse giremez, hiçbir varlık kimseye aracı da olamaz. Gerçek iman sahipleri kimsenin aracılığına ve yardımına ihtiyaç duymadan yapacakları ibadetlerle Yüce Allah’a yaklaşabilir. Müşrik ise kendinde bu cesareti bulamaz. Bu nedenle kendini Allah’a yaklaştıracağını vehmettiği kişi ve varlıkları tanrı edinir.
Yüce Allah’a giden yolu insan kendisi aramalı ve kendi amelleri ile o makamı elde etmelidir. İslam’ın Tevhid inancı Allah ile kul arasına kimsenin girmesine ve aracılığına müsaade etmez. Böyle bir yetkiyi ve salahiyeti kimseye de vermez.  Birilerini vesile/aracı kılmak, tayin etmek şirke götüren durumların başında gelen bir davranıştır. “Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları, Kur’an ile uyar! Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir aracı vardır, belki sakınırlar” (6/En’âm, 51).
Allah’a ibadet yapmanın gerekliliği herkes tarafından biliniyor hatta Allah’a yakın olmanın öneminin de herkes farkında. Ancak bu farkındalığın gereği yanlış ve tevhide aykırı bir şekilde uygulanmaktadır. Allah’a yaklaşmak yardım ummak gayesiyle Tanrılar edinmenin (36/Yâsin: 74)  başlıca iki sebebi var. Birincisi, tevhid inancının bu insanların gönlüne tam anlamı ile yerleşmemesidir. İkinci sebebi ise, Yüce Allah’a tek başına yaklaşabilecek cesaret ve güvenlerinin olmayışıdır. Hâlbuki imanı güçlü bir kişi, ibadet ve dua yoluyla Yüce Allah ile doğrudan iletişime geçer ve Onunla yakınlaşabilir. Müşrik ise bu cesareti kendinde bulamaz. Yüce Allah’a yaklaşmak için gücü kendinden menkul sahte tanrılarla işi halletmeye çalışır. Bu korkak Müşriklerin durumlarını Kur’an bize şöyle anlatır: “Allah’tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! Hayır, onları bırakıp gittiler. Bu, onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir” (46/Ahkâf: 28). Ayet, bir toplumun helâk olması anındaki durumu anlatmaktadır. Onların bu konuştukları yalan ve iftiradır. Çünkü Yüce Allah, aracı tanrılar/yakınlaştıran tanrılar sistemi diye bir sistem koymamıştır. Menfaat; karakteri, bilgisi, yetenekleri zayıf olan insanların tanrısı olmakta ve menfaati sağlayacak insanı da tanrı konumuna getirmektedir.
İlk inen ayetlerde bir ilahın varlığına değil de birliğine, yani tevhide vurgu yapılması önemli bir ayrıntıdır. Çünkü insanoğlu hiçbir zaman ilahsız olmamıştır. Herkesin öyle ya da böyle bir ilahı vardır. Ateist olduğunu söyleyenler de böyledir. İlah, kayıtsız şartsız itaat edilen gücün adıdır. Adına ilah denmemiş olsa bile, böyle bir kabulle bir şey ilah edinilmiş olur. İnsanoğlunun akıl, bilim, para, haz/nefis, kişi, makam, mevki rejim gibi sayısız ilahları olabilir. Bu sebeple Allah; ‘siz hiç hazlarını ilah edinenleri görmüyor musunuz’ diye uyarır (25/Furkan: 43).
Olay Müslümanlık açısından da yukarıdaki gibidir. Din bizi bir ilaha iman yerine Allah’a şirksiz iman etmeye çağırır. Yani ‘Allahtan başkasına asla ilahlık vasfı vermeyecek, daima Allah’a kulluk edecek ve Allahtan başkasından yardım istemeyeceksiniz’der. Toplumda şirk hastalığının olağanüstü yaygın olmasının sebebi, konunun Müslümanlara hiçbir zaman, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in anlattığı gibi anlatılmamış olmasıdır. Şayet Kur’an’ın anlattığı gibi şirkin anlatılmasına izin verilseydi başta hurafeci müşriklerin gerçek kimliği deşifre olacaktı. Bu korku yüzünden olayın gerçek yüzü ustalıkla perdelenmiştir. Bu çevreler şirkin, tevhit dininin tam karşısında konuşlanan bir din olduğunu söylemiyorlar; şirki ateizm veya dinsizlik diye tanıtarak kitleleri aldatıyorlar. “Şirki Kur’an’ın tanıttığı şekilde tanıtırlarsa camilerde bir yığın maskeli müşrikin kol gezdiği ortaya çıkacak ve maskeler düşecek. O bakımdan durumu olabildiğince idare etmeye çalışıyorlar.”
‘Müşrik’ denince Kur’an bizim önümüze şöyle bir fotoğraf koyuyor. Bir müşrik, Allah’a inanabilir, namaz kılabilir, oruç tutabilir, hacca ve umreye gidebilir. Ancak bunları yapması onu müşriklikten kurtarmaz. Fotoğrafı düzgün okumada kıstasımız şu olmalıdır; bir kişi, Allah ile insan arasında yaklaştırıcılar, şefaatçiler, kurtarıcılar kabul ediyor mu? Allah’ın uhdesinde olan yetkilerinin bir kısmını bir biçimde birilerinin kullanmasına seyirci kalıyor mu? Kul hakkına riayet etmiyor, kamu malını yiyor mu?  Günlük yaşantısında ve özellikle de namaz, sadaka ve oruç gibi görünür ibadetlerine riya/gösteriş bulaştırıyor mu? Bunlara bakmamız gerekir. Kur’an’a göre, müşrikler ‘Allah düşmanıdır ve bizatihi pisliktir.’ (9/Tevbe: 28, 114) Bu kadar açık ve net. Bunlardan uzak durmak gerekir.
Allah’ın güzel kulları, O’nu ve Resulünü kendilerinden bile çok sevme mutluluğuna erişmiş olanlardır. Bunlar dünyalık biriktirme ve çoğaltma peşinde koşmazlar. Mal ve servetlerini Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl gerekiyorsa öyle kullanırlar. Keza Allah’ı sevmek de O’nu hoşnut edecek amel ile olacak bir şeydir. Hepimiz kendimizi hesaba çekmeliyiz, sorgulamalıyız, bir şekilde şu sorulara cevap bulmalıyız: Ben gerçekten en çok neyi ve kimi seviyorum? Biz Allah’ı ve Resulünü kendimizden daha çok seviyor muyuz? “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” (3/Âl-i İmran: 31).  Hz Peygambere olan sevgimizin ifadesi, Onun Kur’an pratiği olan sünnetine uygun yaşamak ve gündelik hayatımızda O’nu kendimize “örnek almak” şeklinde olmalıdır. Bu şekildeki Peygamber sevgisi Allah’ın da bizi sevmesi demektir.
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir. Selam ve dua ile.