Şeriati'ye azap veren ölümler

Cihan AKTAŞ

VAN 29.11.2012 14:22:00 0
Şeriati
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Geçen hafta Pazar günü katıldığım, Fecr Yayınları tarafından Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde düzenlenen Ali Şeriati Sempozyumu’nda sunduğum, “Ali Şeriati’nin hayatında, tefekküründe ve imgeleminde kadın” konulu metin için çalışırken, önemli bir gerçekle yüz yüze geldim: Ali Şeriati’nin hayatında gizli saklı etkili olmuş bir genç kadın, öğrencisi ve evladı kadar sevdiği Mahbube Mutahedin, sanki aynı zamanda (belki de) onu Londra’da hayattan vazgeçmeye de götüren dönemin en üzücü vakasının da iki kahramanından biri olarak görünüyor.

Devrimden üç yıl kadar önce başlayan, 1976-1977 yıllarında zirveye çıkan bir çatışma sürecinde Savak, rejime karşı faaliyet gösteren gençlere karşı yoğun bir tutuklama faaliyeti gerçekleştirdi. Gençler tutuklanıyor, hapsediliyor, işkenceyle hayatlarını yitiriyor, buna karşılık kimi gruplar silahlı çatışmaları da içerecek şekilde yeraltı faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Şeriati’nin Hüseyniye İrşad konferanslarının takipçisi olan,  uzun süredir gizli saklı bir hayat yaşayan Hasan Aladpuş aynı dönemde, Savak güçleri tarafından yakalanıp şehit edilmişti. Halkın Mücahitleri Örgütü mensubu genç bir mimar olan Aladpuş, askeri, güvenlik ve ekonomik alanda projeler uygulamak için İran’a gelen üç ABD’li müsteşara saldırı düzenleyip kaçtığı için yoğun bir takip altındaydı. Ölümünden beş ay kadar sonra da karısı Mahbube’nin silahlı çatışmada hayatını yitirmesi üzerine Şeriati’nin üzüntüsünün katmerleştiğini  yazıyor Puran Şeriati,  hatıralarında.

 Şeriati bu silahlı mücadele dalgasından çok rahatsız oluyor ve bilinçlendirme fikri, üslup ve yöntemleri üzerine düşünüyor, çalışmalar yapıyordu.

Puran Hanım’la birlikte Aladpuş’un ölümünün ardından hakkında bilgi edinmek için gittikleri bir evde Aladpuş’un (herhalde o günlerde kaçak hayatı yaşayan) eşi Mahbube’nin annesiyle görüştü ve bu görüşmeden çok etkilendi. (Sanki, “öğrencisi şehit, ama dava öğretmeni yaşıyor işte, Mahbube ise kaçak hayatı yaşamak zorunda” şeklinde, anneden ve akrabalardan yönelen bir sitem vehmetti bu görüşmede.)

Kısa bir süre sonra da Mahbube’nin bir çatışmada öldüğü  haberi ulaştı. Şeriati o sırada genel toplantılara katılma izni olmadığından, Mahbube için yapılan amma toplantısına gidemese de bir mektupla genç kadının anne ve babasının gönlünü almaya çalıştı.

Hasan Aladpuş, Hüseyniye İrşad konferanslarının müdavimiydi ve Şeriati’ye çok bağlı olduğu biliniyor. Şeriati’nin yakın arkadaşı olan Kazım Mutahedin’in kızı Mahbube, dönemin devrimci eğiticileri olarak öne çıkan ve devrimden sonra Halkın Mücahitleri örgütünün gerçekleştirdiği terör olaylarında şehit olan Beheşti, Bahoner ve Ali Recai tarafından resmi eğitimin okullarına karşı alternatif olarak kurulup geliştirilen Refah Okulu’ndan mezundu; daha sonra bu okulda öğretmen olarak çalışmaya başlamıştı. Mahbube de Şeriati’nin konferans ve derslerini hiç kaçırmazdı. Hasan ile Mahbube’nin düğününde “dini” nikahı Şeriati kıymıştı. Daha sonra ise bu çift Mücahidin örgütüne katılarak yeraltına indi, bu sırada görüşlerinden uzaklaşmaya başladıkları halde, Şeriati ile ise temaslarını korudu. İdeolojik ayrışma sürecinde Halkın Mücahitleri’nden ayrılarak Marksist görüşlere daha yakın olan Peykar örgütüne katılan çift, yukarıda anlattığım şekilde emniyet güçleriyle kanlı bir çarpışmada öldürüldüler. Kimileri bu süreçte Hasan ve Mahbube’nin İslam’dan tamamen uzaklaştığını öne sürse de Rahnema’nın biyografisinde İhsan Şeriati son dönemlerinde namaz kılan bir Hasan portresi çiziyor.

Ölümlerinin ardından Peykar Örgütü’nün itirazı üzerine Halkın Mücahitleri çiftin adlarını propaganda amaçlı olarak kullanmaya son verdi. Kimileri ise çiftin ölümünü, Halkın Mücahitleri’nin komünist çizgiye kaymasına itiraz ettikleri için karşılaştıkları bir komploya bağladı.

Bu çifti çok seven, aynı zamanda iman ve yetenekleri, mücadele aşkları karşısında da hayranlık duyan Şeriati,  aşırı derecede etkilendiği ölümleri konusunda duygu ve düşüncelerini daha sonra kitap olarak basılacak olan bir metinle dile getirdi. Kimseyi değil sadece onları İslami değerlerin, Ali’nin ilkelerine bağlılığın ve devrimci sadakatin sembolleri olarak gördüğünü anlatan duygusal cümleleri, ölümlerine ilişkin duyduğu bir sorumluluk hissiyle karışıyordu sanki. Hasan ile Mahbube genç yaşlarından itibaren onun fikirlerinden etkilendiklerini göstermiş, onun dile getirdiği bir davanın süreğinde, cihad ve şehadet olgularına duydukları inançla hayatlarını yitirmişlerdi.

Ali Rahnema, Şeriati’nin vazettiği şehitlik öğretisinin Halkın Mücahitleri’ne katılan bu gençler  tarafından işte bu şekilde benimsenmesinden dolayı rahatsızlık hatta suçluluk  duyduğunu kaydediyor. Ölümlerine giden yolda söylemleriyle oluşturduğu teşvik nedeniyle içi içine yiyor olmalıydı muhtemelen. Genç çiftin ölümünden sonra Mahbube’nin anne ve babasına yazdığı mektupta işte şunları söylüyor: “Bu gece ikinizi görmek benim için ne kadar zor ve acı verici! Sizi görmek insanı kendinden utandırıyor. Yaşamak, ne ağır ve savunulamaz bir itham. Sanki çalıntı mallar taşımak gibi. Ah! Hayatı tekeline alarak onun gerçek sahipleri haline gelen ‘onlar’dan (Mücahitler) biri bu çalıntı malı taşıdığımızı görse ne utandırıcı olurdu. “(Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, sf. 510, Kapı, 2006)

İnandığı davaya ilişkin değerlerin, olgu ve hedeflerin Hasan ve Mahbube örneğinde bu şekilde acıklı ölümler halinde tecessümü, Şeriati açısından kurduğu cümleleri yeni baştan düşünmeye zorlayan sorular içeriyordu sanki. Konferanslarında dile getirdiği sert eleştiri ve itirazlar, güçlü imgeler, dinleyeni kendinden, yaşadığı hayattan utandıran sorular, çok sevdiği iki gencin ölümlerinde ne kadar rol oynamış olabilir... Kaldı ki fikirlerinin, söylemlerinin işte bu şekilde yorumlanabilmesi karşısında yapacağı herhangi bir açıklama, fikri değil silahı öne çıkarmak için bahaneye bakan, aşırı yorumlara açık grupların kulağına erişebilir miydi acaba...

“Ali silahlı mücadeleye asla inanmıyordu ve bilinçlendirme fikri hareketine inanıyordu” diye yazıyor Puran Hanım. (Eşim Ali Şeriati, sf. 208) Ancak, silahlı mücadeleden yana olmasa da konferanslarında sarfettiği cihad bağlamındaki ifadelerin gençler tarafından silahlı mücadeleye açılacak şekilde yorumlandığı ve kimi gençlerin de, Hasan ve Mahbube çifti örneğinde olduğu gibi bu nedenle hayatını yitirdiği gerçeğiyle sanki birdenbire yüz yüze gelmişti Şeriati.

Kendisini sürgünde ölüme götüren dönemde, bu genç çifte ilişkin acıyı bir çöküntüye yol açacak kadar benliğinde çoğalttığı muhakkak. Duygulu, hassas bir insan olan Şeriati, konferanslarının gençler üzerinden işte bu şekilde etkileri olmasını kaldıramadığı için de belli belirsiz bir ölüm yolculuğuna çıkmıştı sanki.

Bugün İran’da Hasan Aladpuş gibi Mahbube Mutahedin de dönemin devrim ve silahlı mücadele etrafında yaşadığı kafa karışıklığıyla yol alan  kanlı dönüşümün iki mümessil adı olarak hüzünle hatırlanıyor.

 Mahbube için daha belirgin bir hatırlamayı gerçekleştirmeyi denemişti dostları, devrimin ardından ve Tahran’da bulunan, o tarihe kadar Şahbanu Farah’ın adıyla anılan kız öğrencilerin devam ettiği üniversiteye onun adının verilmesini sağlamıştı. Bu ismin Halkın Mücahitleri ve hele ki “komünist” Peykar örgütüyle birlikte yankılanmasının yol açtığı sorulara bir yere kadar tahammül edebildi, bu örgütlerin ve ardıllarının terör eylemleriyle önemli aktörlerini yitiren devrim hükümeti ve “Mahbube” adını taşıyan üniversite beş yıl sonra  “Zehra” olarak çağrılmaya başlandı.