Selahattin Demirtaş'ın 'Devletsizlik' Vurgusu Anlamak

Milat yazarı Bayram Zilan, Selahattin Demirtaş’ın Tahir Elçi’nin katledilmesi üzerine yaptığı konuşmada öne çıkan “devletsizlik” vurgusunu analiz etmiş.

VAN 1.12.2015 22:10:42 0
Selahattin Demirtaş
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Devletsizlik Meselesi Üzerine Notlar…

Bayram Zilan - Milat

 

“Seni Allah’a, halkımızın mücadelesine emanet ediyoruz. Gözün arkada kalmasın, davamıza sahip çıkan yiğit gençlerimiz var. Kürt halkı çok iyi biliyor; Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizliktir”

Yukarıdaki sözler, bir gün önce yanında bir avuç genç avukatla silahlara, şiddete, operasyonlara, çatışmalara ve hendeklere itiraz eden, Diyarbakır’ın kadim medeniyetine ve en önemli simgelerinden birisi olan 515 yıllık dört ayaklı minareye sahip çıkmaya giden Tahir Elçi’nin o gün yanında olmayıp, bir gün sonra cenazesine en ön safta katılan Demirtaş’a ait…

Sorgulama ve itirazın en güçlü yapılması gereken yer de tam burası.

Demirtaş ve partisi, “Tarihi bir bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış kadim bölgede, insanlığın ortak mekânında silahlı çatışma istemiyoruz, savaşlar, çatışmalar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz” diyeceği günler öncesinden belli olan, basının, STK’ların, Diyarbakır entelektüellerinin ve siyasi yapıların haberdar olduğu bir basın açıklamasında neden yok?

Demirtaş ve partisi ve onların bütün “sivil” uzantıları, alfabede kullanamadık harf bırakmayıp türlü türlü isimlerle ortaya çıkan YDG-H, KCK, PKK, YPJ, ABC, WYZ gibi silahlı yapılanmaların birçok medeniyete beşiklik etmiş kadim bölgelerde hendek kazmalarından, tarihsel mirasa tecavüz etmelerinden, insanlığın ortak mekânlarını yok etmelerinden memnunlar mı? Memnun değillerse neden Elçi’nin bir gün önce dirisinin yanında değil de, bir gün sonra ölüsünün yanında saf tuttular?

Demirtaş ve partisi ve onların bütün “sivil” uzantıları…

On bin yıldır açık hava müzesi olarak ayakta kalmayı başarmış, Ortadoğu’nun kalbi, kültür kenti Diyarbekir’in, Suriçi’nin on bin yıl sonra kendileri yüzünden düşmek üzere olduğunu, dört ayağı üzerinde 515 yıldır dimdik ayakta duran İslam’ın en güçlü mimarilerinden biri olan dört ayaklı minarenin yine kendi vurdumduymazlıkları ve sorumsuzlukları yüzünden düşmek üzere olduğunu görmüyorlar mı? Görmeyecekler mi? Buna dur demeyecekler mi?

Dört ayaklı minarenin altından yüzyıllardır barış içerisinde geçen halkın, yüzyıllar sonra geçmekten korkar hale geldiğini bilmiyorlar mı?

Bir medeniyet; kültürüyle, kadim tarihiyle, insanıyla ve insanlığıyla yok ediliyor.

Öte yandan bütün bu olanları tribündeki localarından keyifle izleyen, etliye sütlüye karışmayan, dur demeyen, fakat bir ölüm olduğunda koşar adım locasından çıkıp morg önünde boy gösteren, cenaze başında şov yapan, kahramanlık öyküleri yazan, intikam yeminleri etmeleri için gençleri gazlayan ve onları ölümün yüceliğini göstererek motive eden siyasi nebbaşlar var.

Öyleyse sizin Kürtlere vadettiğiniz devlet nedir?

İçerisinde hendeklerin kazıldığı, yaşamın ya da yaşamak isteyenlerin ayıplandığı, ölenlerin ve ölüme hazır olanların kutsandığı, barış isteyenlerin “pısırık” olarak etiketlendiği, dışlandığı, vebalı muamelesi gördüğü, ama savaş/intikam diyenlerin yüceltildiği, saygın olduğu bir devlet mi vadediyorsunuz?

Tamam doğru.! Türkiye Cumhuriyeti 80 yıldır Kürtlerin devleti olmadı. Ama bu devlet 80 yıldır Türklerin de, Alevilerin de, Gayri-Müslimlerin de, Başörtülülerin de, Müslümanların da, köylülerin de devleti olmadı. Ayrıcalıklı, jakoben, aristokrat bir avuç zümrenin devletiydi Türkiye Cumhuriyeti.

Unuttuğunuz şu: Buna herkes itiraz etti. Bu devleti, herkesin devleti haline getirmek için değil miydi bütün ötekilerin mücadelesi? En azından bizim mücadelemiz bu.

Demirtaş “devletsizlik” derken tıpkı kendilerinden önce 80 yıldır kan emen, red ve inkârcı seçkincilerin yaptığı gibi bir devlet vadediyor galiba.

Farklı düşünen Kürtlerin yaşayamayacağı bir devlet.!

Savaş, kan ve gözyaşının olduğu, içinde kalem tutan değil, günde üç öğün hendek kazan gençlerin yaşadığı bir devlet.

“kim işgalciliği meşru görüyorsa çeksin gitsin Ankara’da Erdoğan’ın yanına. Kürdistan’da direnişe tek laf söyleyenin Kürdistan’da yaşama hakkı yoktur. Savaş köye de taşınır, şehre de taşınır. Kutsal bir haktır”diyenlerin kurucu ideolog olacağı bir devlet.

Anayasasının ilk 3 kutsal Maddesinde yaşama hakkı olmayan Kürtlerin tarif edildiği, 66. Maddesinde ise: “Kürt devletine direnerek, savaşarak, savaşı köylere, kentlere taşıyarak ve ölmeye hazır olduğunu beyan ederek bağlı olan herkes Kürttür” yazan bir devlet.

"Jus sanguinis ilkesi"nin benimsendiği bir devlet.

Rejimin "Kürt Apartheid Rejimi" olacağı bir devlet.

Anayasa kitapçığının Stalin kırmızısı kapağında da “en iyi Kürt ölü Kürttür” yazan bir devlet. “sizin, hayatınızdan başka kaybedecek neyiniz var” mottosuyla çıkan günlük gazetelerin raflarda yer bulduğu bir devlet.

Kaç Kürt sizin bu devletinizde, özyönetiminizde, özerkliğinizde yaşamak ister?

Ardınızda bıraktığınız mirasa dönüp bakın bir zahmet. Bir savaş nesli yetiştirdiniz. Suriçi’ni “savaş platosuna” çeviren, araçların giremediği sokakları Vietnam siperleriyle donatan, yüzyıllardır oralarda yaşayan Hançepekli, Dıngılavalı, Alipaşalı halkın tek tek göç etmek zorunda kaldığı, açık hava müzeliğinden, açık hava savaş alanı haline evrilen bir şehir bıraktınız.

Bu gençler sizin eseriniz.!

Çünkü onlara 30 yıl boyunca mezarlıkları bir idealizm olarak gösterdiniz

Ölmek yeni nesil Kürt gençlerinin Mem-ü Zin’i artık.

Oluşturduğunuz “Kahramanlık Kitabı’nda” hep ölenlerin destanları yazılı olunca, gençler yaşamaktan ziyade ölümü tercih ediyor artık.

Barış, onlar için utanılması gereken bir çocuk oyuncağı.

Evlatların babalarından değil, babaların evlatlarından korktuğu, geleneksiz, kültürsüz, kendisini hiçbir yere ait hissetmeyen, sıfırdan türeyen, mekanik, yoz bir savaş nesli yetişti.

Siz artık hiçbir şey yapmayın.! Yönetmeyin hiçbir şey.!

3 büyükşehir, 102 belediye yönetiyorsunuz da ne oluyor? 80 Milletvekiliniz oldu da ne oldu?

Belediye’ye ait kepçeleri, dozerleri, kütüphanelerin, rehabilitasyon merkezlerinin ve gençlik yaşam merkezlerinin temelini atmaya değil, hendek kazan gençlere yardıma gönderen bir anlayış; ne 515 yıldır dört ayaklı minarenin altından geçen Kürt halkının mirasına sahip çıkabilir. Ne de bu minarenin ayakta kalmasını sağlayan sosyolojiye sahip çıkan, hendeklere ve savaşa karşı çıkan Tahir Elçi’nin mirasına sahip çıkabilir.

Bu anlayışın sahip çıktığı tek şey, mezarlıklar ve soğuk musalla taşlarıdır…

Öyleyse Demirtaş’a sorun:

Sizin bu yaptıklarınız, belediyelerinizdeki direniş hizmetleri, bıraktığınız miras, vurdumduymazlığınız ve savaşçılığınız da  “devletsizlikten” mi hep?