SELAHADDİN EYYUBİ VE GÜÇ AHLAKI

Ali GÜLER

VAN 5.05.2015 10:00:41 0
SELAHADDİN EYYUBİ VE GÜÇ AHLAKI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Cumhuriyet nesli Türk tarihçilerimiz, Selahaddin’i Yemen’den Arap olarak alıyor, Azerbaycan’a götürüp, Kürt yapıyorlar. Sonra Bağdat’a getirip, Türk yapıyorlar. Bu zihin yapısı, Kürt olmasın da ne olursa olsun anlayışındadır… Ünlü Filistinli Şair Mahmut Derviş diyor ki: “Selahaddin Kudüs’ü fethetti, muzaffer bir Arap komutanı oldu. Şayet hezimete uğrasaydı, bir Kürt haydut olurdu.” 
Yenişafak/Ali GÜLER
Tarihte, benzerine çok nadir rastladığımız bir Müslüman lider profili var karşımızda. Dostu ve düşmanı tarafından çok sevilen, tarihi mirası paylaşılamayan, nevi şahsına münhasır, duygusal, adil, cesur, centilmen ve doğal bir lider karşımızda duruyor. Verdiği söze sadık, sözün gücüne iman etmiş, söz verdiğinde mutlaka tutacağına dostu da düşmanı da emin olan bir liderdi. Başkasının emeğine ve inancına gerçek bir içtenlikle saygı gösteriyordu. Haçlılar, kendi dindaşlarından ve kendi liderlerinden çok daha fazla onun adaletine güveniyordu. İslam dünyası, Selahaddin Eyyubi ile güç ve iktidarın zirvesindeyken dosta rahmet, düşmana güven yurduydu. Düşmana sağlanan yüksek bağışlayıcılık, Selahaddin’in tek başına eseri değildi. Onu yetiştiren İslam medeniyetinin eseriydi. Bu medeniyetin tasavvurunda, siyasal iktidarın dini adalet, imanı merhametti. Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiklerinde, elli bine yakın Müslümanı katlettiler. Selahaddin Kudüs’ü geri aldığında kimsenin canına ve malına dokunmadı. Onun tasavvurunu inşa eden değerleri anlayamazsak, onu da anlayamayız.
Selahaddin Eyyubi’yi, günümüzün güç ve iktidar sahipleriyle kıyaslamak için onu ve zamanını iyi okumamız gerekir. Çünkü onda olan o cevher, bugünün liderlerinin en tabii ilacıdır. Selahaddin’in İslam birliği ideali ve Kudüs aşkı, Müslümanları tek hedefe kilitledi. Merhameti dosta, gücü düşmana karşı kullandı. Güç ve ahlak dengesini kurabilen ve bu sistemin odağına eşrefi mahlûkat olan insanı yerleştiren Selahaddin, evrensel bir tasavvura sahipti. Onun karakterini ve dünya tasavvurunu Kur’an inşa etmişti. Aldığı eğitimleri, iman ettiği dinin kurallarını mutlak bir teslimiyetle içselleştirmişti. Büyük bir aşkla, inandığı gibi yaşıyordu. Ondaki gücü ve iktidarı şekillendiren, terbiye eden anlayışın temelinde bu sağlam ahlak ve inanç vardı. Güç ahlakının, güçten çok önce geldiğini biliyordu. Ahlak, hem inancın hem de gücün en büyük kontrol mekanizmasıdır. Ahlaksız bir güç ve ahlaktan yoksun bir inanç, dünyaya sadece kan ve gözyaşı bırakır.
“Basiretin elinde yeterli güç olmasa dahi, ahlaki davranışta yükselme olur; fakat bu yaşayan bir medeniyetin temellerini atmaya yetmez. Aynı şekilde, güç ve iktidar basiret ve ahlaktan yoksun olursa, bu insanlık için yalnızca felaket getirir.”
Muhammed İkbal
Onu anlayıp, çağımıza bir rol model olarak taşımak yerine, ulusal dürtülerimizle yatıp kalkıyoruz. Bugün coğrafyamızda yaşadığımız, ahlaksız bir inancın ve ahlaksız bir gücün bize neler yaşatacağının en bariz örneğidir. Güç ve iktidar ahlaksız olunca sınır tanımıyor. En aşağılık zulümlere, katliamlara ve işbirliğine girişebiliyor. Kur’an’ın koyduğu kırmızı çizgileri aşan, bozulmuş mezhebi dürtülerin ve ulusal çıkarların fanatiği haline gelebiliyoruz. Dinin de insanın da temel alt yapısı ahlaktır. Ne bina edecekseniz, tertemiz bir ahlak üzerine temellendirmelisiniz. Yoksa temelini attığınız, önce size mezar olur. Güç ve iktidarın ahlaksızını anladık da, inancın ahlaksızı nasıl oluyor? Temelinde ahlak, mayasında emeğe saygı olmayan, insanı eşrefi mahlûkat olarak görmeyen, kırmızı çizgileri bulunmayan her inanç ahlaksız olur ve eninde sonunda zulüm üretir.
“Kur’an’da verilen Karun örneği, paranın ahlaksız kalınca sahibini ne hallere düşüreceğinin ibretlik öyküsüdür.
Yusuf örneği, iktidara taşınan ahlakın ne muhteşem sonuçlara imza attığının kıssasıdır.
Kehf suresindeki Zülkarneyn örneği, bilgelikle gücün birlikteliğinden doğan adalet ve hikmetin meselidir.”
Mustafa İslamoğlu
Güç ve iktidarın ahlakla uyumlu çalışması sonucu biz Kudüs’ü ikinci kez esaretten Selahaddin ile kurtardık. Selahaddin Eyyubi’yi anlamaya çalışırsak, yine yeniden kutsal beldelerimiz özgürlüğüne kavuşabilir. Ama onu, çağımıza doğru taşıyabileceğimize inanmıyorum. Biz hangi değerimizi doğru bir şekilde, eğip bükmeden taşıdık ki, onu da doğru taşıyabilelim. Biz sadece temelsiz köpürtüyoruz, efsaneleştiriyoruz. Evliya ilan ediyoruz ve menkıbelerin konusu yapıyoruz. Tarihte yaşadığımız ayıp da bizim, şah ve şöhret de bizimdir. Anlamak ve tanımak yerine hemen kendimiz onu tanımlıyoruz. Maalesef birçok kıymetli değerimizi bizden daha iyi araştıran Batılılardan öğrendiğimiz gibi, Selahaddin’i de onlardan öğreniyoruz. Biz Selahaddin Eyyubi Türk müydü, Kürt müydü, Arap mıydı? Kısır tartışmasını yaşarken, onlar üç yüz altmış derece, inceliyorlar ve incelemeye hala devam ediyorlar.
Cumhuriyet nesli Türk tarihçilerimiz, Selahaddin’i Yemen’den Arap olarak alıyor, Azerbaycan’a götürüp, Kürt yapıyorlar. Sonra Bağdat’a getirip, Türk yapıyorlar. Bu zihin yapısı, Kürt olmasın da ne olursa olsun anlayışındadır. Arapların zayıflayan iddiasını yeniden gündeme taşıyan Lübnanlı Süryani ve Baasçı Arap milliyetçisi Corci Zeydan’dır.
Ünlü Filistinli Şair Mahmut Derviş diyor ki: “Selahaddin Kudüs’ü fethetti, muzaffer bir Arap komutanı oldu. Şayet hezimete uğrasaydı, bir Kürt haydut olurdu.”
Arap milliyetçiliğinin ikiyüzlülüğünü göstermesi açısından önemli bir ayrıntıdır. Yani iyi ise bizdendir, kötü ise bizden değildir. Haçlı tarihini objektif okuyanlar bilir ki, Selahaddin Eyyubi, tereddütsüz Kürt asıllıdır. Kendisi ve bütün ailesi, çağdaşları olan İslam tarihçileri ve bütün batılı kronikçiler bu konuda hemfikirdir. Peki, Kürt milliyetçileri neden Selahaddin Eyyubi’ye sahip çıkmıyor? Çünkü o bir Kürt milliyetçisi değildi, elindeki gücü sadece Kürtlerin lehine kullanmadı. Araplara (İslam’a) hizmet etti. Kürtlere değil. Milliyetçiliğin tipik ortak noktaları, referansları ve refleksleri aynıdır. İşte bizim kavgamız bu, bitecek gibi de gözükmüyor.
Batılı liderler, Selahaddin Eyyubi’yi günümüz Müslüman liderlerinden daha iyi tanıyorlar. Alman İmparatoru Wilhelm, 2. Abdülhamid döneminde İstanbul’dan Kudüs’e geçerken Şam’a uğrar ve Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’nin en büyük hayranlarından biri olduğunu söyleyerek, kabrine çiçek koyar. Ayrıca kişisel hediyesi olarak kabre gümüş bir de havuz yapılmasını emreder. Ünlü İngiliz Kralı Cesur Yürekli Richard, Selahaddin›den öylesine etkilenir ki, Haçlı seferlerinden ülkesine döndüğünde, din adamları Müslüman olduğundan şüphelenir. Avrupa’nın en ünlü ortaçağ şairi Dante, ünlü eseri İlahi Komedya’da acımasızlığıyla bilinir, herkesi cehenneme gönderir. Çok az insanı cennete layık görür. Bir de Limbus katında (Arafta) tuttukları vardır. Müslümanlardan Selahaddin Eyyubi, İbn-i Rüşt ve İbn-i Sina’yı arafta tutar. Batı dünyasında Selahaddin Eyyubi ile alakalı yazılan eser sayısı, İslam dünyasında yazılanların abartısız üç katı fazladır. Bizim yazdığımız eserler karşınıza derinlikten yoksun, hamaset yüklü ve şişirilmiş bir portre çıkarır.
Sözün özü ahlaksız güç, güç değildir, zulümdür. Selahaddin Eyyubi’yi tarihin öznesi yapan ve bugün gönlümüzde ona dair sevgi ve muhabbet var eden, onun ahlakı ve adaletidir. Doğu ve Batı dünyasının, bugün girdiği çıkmazın en temel sebebi, ahlaksız güç ve ahlaksız inanç sorunudur. Geldiğimiz nokta, ahlaksız gücün yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu “AHLAK” denen şey ne kadar da önemliymiş, onu görüyoruz. O kaybolunca, insanın kaybedecek zaten bir şeyi kalmıyormuş.