SEKÜLERİZM VE AHLAKİ DEĞERLER

Yazar: Dr. Jaafar Sheikh Idris (Cafer Şeyh İdris)

VAN 10.08.2017 10:51:28 0
SEKÜLERİZM VE AHLAKİ DEĞERLER
Tarih: 01.01.0001 00:00
Sekülerizm doğası gereği dini reddeder ve batı tipi sekülerizmde insanlık için neyin faydalı neyin zararlı olduğu konusunda fıtrattan gelen niteliği dikkate alınmaz (seküler toplum böyle bir şeyin varlığını zaten inkar halindedir). Hangi davranışa izin verileceği ve uygun bulunacağı ya da verilmeyeceği konusunda herhangi bir seçenek de getirmez. 
Yazar: Dr. Jaafar Sheikh Idris (Cafer Şeyh İdris)
Çeviren: Yrd. Doç. Dr. İlknur Türe
Dürüstlük, güvenilirlik, saflık (kalp temizliği ve masumiyet anlamında) gibi ahlaki değerler insanoğlunun kalbine daha doğuştan yaradan tarafından yerleştirilmiştir. Yaradan zaman zaman insanların fıtratında olan bu özellikleri açığa çıkarmak için saf bu özelliklerden oluşan elçilerini göndermiştir.
     Artık sen, batıl olan herşeyden uzaklaşarak, yönünü tam bir samimiyetle hak olan dine çevir ki, O insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı, yani dini değiştirilemez. İşte budur dosdoğru din. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler (Kuran 30:30).
Bir iman sahibi bu ahlaki değerlere bağlı kalır çünkü bunlar zaten fıtratında vardır ve bunlara uyması durumunda cennete gideceği ile müjdelenmiştir. Oysa sekulerizm en iyi haliyle bile dini siyasi hayattan koparmakta, dini reddetmekte ve fıtratımızda varolan bu değerlerin yasalara kaynak olmasını engellemekte insaoğlunun fıtratındaki ahlaki değerlerin yavaştan altını oymaktadır. Sekülerizmin tepe noktası olan ateistlik ise ahlaki değerleri kökten yıkmakta ve onların yerine insan istek ve arzularını koymaktadır. Bu da ya diktatör rejimlerin birkaç yöneticisinin istek ve arzularının meşrulaştırılması ile ya da demokratik sistemlerde çoğunluğun isteği temel alındığı söylenerek yapılmaktadır.
      Istek ve arzularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Yoksa onu kollayıp, koruyan sen mi olacaksın?(Kuran 25:43)
İstek ve arzular doğası gereği sürekli değiştiğinden, onlarla bağıntılı olarak değerler ve davranışlar da değişmektedir. Bugün kanunlara göre şiddetli ceza gerektiren suçlar, yarın suç olmaktan çıkarılacak, hatta övülecek bir değer haline gelebilecek ve buna karşı çıkmak siyasi bir yanlış olarak görülebilecektir. Bu değişim -mevcut durumun tam tersine dönmesi- toplumun fıtratındaki dini değerlerine yabancılaştırılması ile mümkün olabilmektedir. Halbuki bunun böyle olması, görmezden gelinse de bu değerlere sahip toplumdaki birçok kişiyi yani fıtratındaki değerlerden vazgeçmeyen birçok kişiyi yok saymak anlamına gelecektir. Bir toplum ne kadar sekülerleşirse o kadar değerlerine sahip çıkan insan azalacaktır ve değerlerine sahip çıkanlar marjinal olarak görülecektir; sekülerizmin etkisi giderek daha çok değerlerine sahip çıkan kitleyi marjinalleştirirken toplumun geri kalanını bir zamanlar sahip oldukları dini değerleri reddeder hale getirecektir. Bu cahiliyye kültürünün dini değerlere bazen sahip çıktığı da görülür; tabii bu değerler onların dünyevi istek ve arzularınla ters düşmüyorsa.
      Aralarında hüküm vermek üzere Allah’a ve Peygamberine çağırıldıkları zaman, bir takımı hemen yüz çevirirler. İşte bunlar inanmış değillerdir (Kuran 24:48).
     Ama, eğer (Allah ve Resûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler (Kuran 24:49).
Onların gerçek (doğru) ile olan ilişkisi peygamberimizin söylediği gibi Ebu Hureyre’ye şeytanın tavsiyesi gibidir. Şeytan Ebu Hureyre’ye bir durum esnasında yatağa girince Ayetel Kursi okumasını tavsiye etmiştir. Peygamberimiz bu durumu kendisine anlatan Ebu Hureyre’ye şeytan bir yalancı olduğu halde sana bu sefer doğruyu söylemiş demiştir.
Günümüz batı toplumları tam da bu durumun örneğidir. Cahiliyye zamanı toplumları gibi fıtratları ile tezat halinde bulunan bir kişiliğe bürünmüşlerdir. Bir taraftan kültür ve değerlerin göreli, değişken olgular olduğunu söylerken diğer taraftan bazı değerleri insani değerler olarak görür ve onların zedelenmesine izin vermez, vermek istemez. Bu sorunların kaynağında kendilerini demokratik olarak niteleyen seküler toplumların iki temel prensibi yatmaktadır. Biri haklar konusunda doğru ancak çoğu konuda yanlış bir standart olarak görülen çoğunluğun yönetimidir; diğeri ise birey özgürlüğüdür. Ancak bu iki prensip birbirlerini desteklemezler ise tezat içinde olacaklardır.
Sekülerizm doğası gereği dini reddeder ve batı tipi sekülerizmde insanlık için neyin faydalı neyin zararlı olduğu konusunda fıtrattan gelen niteliği dikkate alınmaz (seküler toplum böyle bir şeyin varlığını zaten inkar halindedir). Hangi davranışa izin verileceği ve uygun bulunacağı ya da verilmeyeceği konusunda herhangi bir seçenek de getirmez. Bu prensipler arsındaki zıtlık ve tezatlar kendi içinde de özellikle günümüz çok tartışmalı toplumsal konularında sancılıdır. Örneğin, homoseksüelliği savunanlar, homoseksüele hayatın her alanında eşit hak ve fırsatlar verilmesi gerektiğini söyleyenler argumanlarını insan haklarına dayandırmaktadırlar. Onlara göre kimsenin başkalarının seksüel yönelimlerine karışmaya hakkı yoktur. Aynı argüman kürtaj için de yapılmaktadır. Bu kişilerden sıkça olarak “hareketlerim ve bedenim üstünde seçim yapma özgürlüğümü nasıl engelleyebilirsiniz” sözünü duyarsınız.
Bu tür eğilimlere karşı çıkanların çoğunun ileri sürdükleri neden, nüfusun çoğunluğunun değerlerine bu tür davranışların ters olduğudur. Gerçekte ise  kürtaja karşı olan çoğu kişinin dayanağı ahlaki ya da dini olmasına rağmen, bunu ne açıkça dışa vurabilrler ne de kanuni olarak uygulamaya konulmasını sağlayabilirler çünkü seküler toplum bunların hiçbirini kabul edilebilir olarak görmez.
Eğer biz değerlere kaynak olarak bireysellik ya da çoğunluğun fikri dışında birşeyi almazsak, tüm değerler bir yerden başka yere, bir toplumdan diğerine değişir ve bunun anlamı da değerler ve insanların maddi manevi hayatı için neyin yararlı ya da zararlı olduğu arasında bir bağlantı bulunmaması demektir; bu da tüm değerlerin eşit geçerliliğe sahip olduğu ve mevzu bahis toplumun bunu kabul edip etmemesinin hiç önemli olmadığı anlamına gelmektedir. Ancak, şu var ki bugün seküler toplumlar tarafından iğrenç olarak kabul edilen -çocuklar ve kadınlara cinsel taciz ve tecavüz olaylarına- her ne kadar halihazırda şiddetli cezalar veriliyor olsa da yarın belki de kabul edilebilir görülecek ve birey özgürlüğü temeline dayandıralacaktır.
Bazı durumlarda bir seküleristin bazı suçları iğrenç olarak nitelendirmesi ile kişisel özgürlük gibi seküler ilkeler arasında kalması ve kendi içinde bir iç savaş yaşamasının nedeni ise, sekülerist toplumların bir standart olarak benimsediği ilkelerden değil, yaradılışında zaten içine yerleştirilmiş olan değerlerin insanın farkında olmayarak da olsa açığa çıkması halidir.
Belki de bir seküleriste hangi mantıkla bu demokratik değerlere öncelik tanıdığını sorsanız kendine tezatlığı artacaktır ta ki sorguladığı tüm diğer değerler(fıtratında olmayan) standartlaşıncaya yani tek kalıba girinceye kadar. Eğer ki o kişiye bu değerlere saygı duymasının nedeni ya da kendi toplumunun normları ile başka toplumların normları arasındaki farkın nedeni sorulsa ve o cevap olarak kişisel tercihini ya da kültürel geri planını gösterse de, bu çelişkili tercihlerinden dolayı aksini savunan kişiler karşısında söyleyecek bir bahane bulamayacaktır.
Toplumları sekülerleştirirken bu değerlerin oluşturulması ve benimsetilmesinde gözetilen yol insan istek ve arzularının meşrulaştırılması olduğu için, sonuçta bu kişiler bazen yaradılışında varolan değerler ile seküler ilkeler arasında kalsa da zamanla yine seküler ilkelere dönecektir. Bu meşrulaştırma sayesinde güçlü seküler toplumların işgal ettikleri ya da kolonileştirdikleri daha zayıf toplumlara davranışları da olması gereken şey gibi meşru bir hal almaktadır onların gözünde.
Seküler değerler bir kez yerleştirildi mi ve böyle davranmakta ulusal çıkarlarının bulunduğu söylendi mi, bu toplumları seküler davranmaktan hiçbir şey alıkoyamayacaktır ve onları takiben vatandaşların çoğu da onlara inanacaktır. Politik söylemleri ise zamanla çoğunluğun onayladığı standartlara dayanan birer resmi politika haline gelecektir.
Tarih boyunca her yapılanı meşrulaştırmanın yolu olmuştur bu. Gerçekte ise bir hayvanın diğerine saldırma nedeninden farklı bir şey değildir bu durum. Kişisel özgürlük ve çoğunluğun yönetimi seküler kültürün dayandığı temel değerler değildir o zaman. Çünkü özgürlük, bu seçimi yapmadaki bir kriter değil sadece duruma göre seçim yapma anlamına gelmektedir.
Demek istiyorum ki her kime seçim yapma özgürlüğü verilirse bu seçimi yapmada bir kriter olarak kullanacağı bir standard gerekmektedir. Bunun gibi çoğunluğun fikri kendi başına bir standart değildir; bu sadece birçok bireyin bazı standartlara dayanarak yaptığı seçimlerinin bir sonucudur. O halde seküler sistemde özgür bir toplumun ya da özgür bireylerin yaptığı seçimler neye dayanmaktadır. Hiç şüphesiz, yönetimde olanların toplum gözünde meşrulaştırdıkları istek ve arzularının YARADANIN yani ALLAH’ın yerini almasına.