Seçim sonuçları ve görevde liyakat

Faruk Beşer

VAN 8.07.2018 11:08:05 0
 Seçim sonuçları ve görevde liyakat
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Seçim sonuçları ve görevde liyakat
Ülkemiz önemli bir seçimi daha başarıyla gerçekleştirdi. Ümmete ve insanlığa hayırlı olsun. İlgili herkes seçimin olumlu saydığı ve saymadığı sonuçlarıyla ilgili yorumlar yaptı, fikrini söyledi, tavsiyelerde bulundu. Bazıları da bizim gibi ucuz akıldanelik etti. Horon tepenleri dışarıdan eleştirmenin kolay olup da, horona girince o uyumlu hareketleri yapabilmenin zor olduğu gibi.

Bize göre sonuçların özet değerlendirmesi şudur. Muhterem Başkan Tayyip Erdoğan’a, onun samimiyetine, başarılarına bu milletin güveninde bir azalma yok, artma var. Onun bütün ümmete liderlik yapabileceği kanaati ise diğer İslam ülkelerinde dahi gittikçe güçleniyor. Ancak millet; aşağı kademelere doğru inildikçe bir takım bozulmaların, ilk safiyetini yitirmelerin, ihlas ve samimiyet azalmasının, hedefi dünyalığa çevirmenin, kısaca metal yorgunluğunun olduğuna da dikkat çekti. Ama bu aygıt artık hiç iş göremez de demedi. Sadece tedbir alınmasının gereğine işaret etti. Metal yorgunluğu, metal bir aygıtın ilk alındığında tam verimle çalışırken, bir süre sonra, aslında bozulmadığı halde, aşınmalar sebebiyle aynı performansı gösterememesi imiş.

Bu vesile ile biz de aklımıza gelen bazı temel İslamî prensiplerden söz etmek istiyoruz.

İşin başı, niyetin sağlamlığıdır ihlas ve samimiyettir. Bir hukuk mecmuası olan Mecelle bu madde ile başlar. Çünkü Allah’ın desteği ve yardımı buna bağlıdır. Bu hareketin tarihinde Milli Nizam’dan beri hiç değişmediğine şahit olduğumuz sebep ve sonuç ilişkisi budur.

İslam yönetim biçiminin en sabit ilkesi adalettir. Adalet, her hak sahibine hakkının tam olarak verilmesidir.

Adaletin sağlanabilmesi için de işlerin/emanetin ehline tevdi edilmesi de ikinci esastır. Yani kamu işi Allah’ın bir emanetidir. O bize tevdi ettiği emanete ne kadar riayet ettiğimize bakarak hüküm verecektir. Bir işe ehil olmak, o işi iyi bilmek ve bildiğini gerçekleştirebilme gücüne sahip olmak demektir. Resulüllah Efendimiz’in (sa); ‘daha ehil birisi varken bizim işimize, yani kamu işine, sırf yakınlığına ve eski dostluğuna bakarak daha az ehil olanı alan bir yöneticinin kıyamet günü hasmı bizzat ben olacağım’ anlamında bir hadisi şerifleri vardır.

Hz. Yusuf Mısır’da işlerin kötü gitmekte olduğunu görünce krala şöyle demişti: ‘Hazinelerin başına beni getir, çünkü ben onları çok iyi korurum ve bu işi çok iyi bilirim’ (Yusuf 55). Çok iyi koruma yani güvenilir olma/emanet, işi çok iyi bilme yani maharet. Bu ayeti kerimeden yönetimdeki en temel iki özelliğin bunlar olduğunu anlıyoruz.

Babasına Hz. Musa’yı işe almasını rica eden Medyenli salih kişinin kızı da bu isteğinin gerekçesi olarak ona şöyle söylemişti: ‘Çünkü istihdam edilenlerin en iyisi kavi ve emin olandır’ (Kasas 26). Bu da aynen Hz. Yusuf’un söylediğinin bir başka ifadesidir. Kavi güçlü, becerikli, mahir; emin de iyi koruyan, güvenilir demektir.

‘Keşke sizden önceki kuşakların akıllı ve dindar olanları toplumdaki fesadı/bozulmayı engelleselerdi. Ama onlar, bizim kurtardığımız çok azı hariç, bunu yapmadılar. Zalim olanları ise kendilerine verilen refahın peşine takıldılar da mücrim oldular. Senin Rabbin, halkı ıslah için uğraşan ülkeleri zulüm ile helak etmez’ (Hûd 116-117).

Mücrim, cürüm yani suç işleyen kişidir. Ama cürüm Kuranıkerim’de hep büyük suçlar için kullanılır. Demek ki, Allah’ın verdiği zenginlikleri kendi refahı için kullanma arzusu büyük günahlardandır, haksızlık sebebidir.

Görüldüğü gibi bu iki ayette helak olmanın, yani bozulup dağılmanın sebepleri sayılır: Servetin ve hazların peşinde koşulması, böylece fukaraya zulmedilmiş olması ve bozulmaların/fesadın önüne geçilmemesi.

Razi’ye göre asıl büyük zulmün şirk olduğu hesaba katıldığında ayete şöyle de mana verilebilir: Senin Rabbin, insanlar fesadı ortadan kaldırmak için uğraşıyorlarsa onları sırf müşrik oldukları için helak etmez. Yani fesadın ve bozulmanın zıddı olan ıslah ve adalet varsa, en büyük günah olan şirk bile bir helak sebebi olmayabilir. Allah öncelikle kendine karşı yapılan haksızlığa değil, kullara karşı yapılan haksızlığa bakar, dünyada acilen bunu cezalandırır. Tasarrufu yöneticilere devredilen milli servetin yerli yerinde harcanması adalettir, bir kuruşunun dahi hak etmeyene verilmesi zulümdür.

Hz. Ömer’in şu sözü de burada anılmaya değer: Yöneticiler ancak şu dört şeyle hakkıyla yönetici olabilirler. Hazineye gelecek malları/vergileri helal yollarla toplayabilme gücüne sahip olma, onu tam gereken yerlerde kullanma, zorbalığa varmayan bir sertlik ve zaafa dönüşmeyen bir yumuşaklık. Bunlardan biri eksik olursa yönetici, makamını hak eden bir yönetici olamaz’ (Dîneverî, el-Mücalese).