Savaşı kesmek için, kavgaysa kavga!

Ramazan Yaman

VAN 14.08.2017 10:26:39 0
Savaşı kesmek için, kavgaysa kavga!
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Baştan söylemem gerekir. Kesinlikle kavgadan yana değilim. Hele inananlar arasında çıkacak kavgayı asla istemem. Hz.Ali’ye, Hz. Ayşe’ye, Hz. Talha’ya, Hz. Zübeyr’e, Hz. Osman’a, sitem ederim. “hazreti olmayan” Muaviye’ye öfke duyarım!

 

Bir ağabeyimiz, gönlünün güzelliği gayretine yansıyan ve iyi şeyler söyleyen bir hocamız, (Adını söylemek istemiyorum, çünkü o zaman utanacağım ve yazıyı rahat tamamlayamayacağım!)  bir SSBC fıkrasıyla kaç gündür tartıştığımız bir konuya açıklık getirmeye, safını, daha doğrusu tarafsızlığını bu fıkra üzerinden izah etmeye çalışmış!

 

Bende yazının sonuna doğru başka bir fıkrayla bu tezinin doğru olmadığını, haddim olmayarak izah etmeye çalışacağım! Ama önce anlatacağım fıkranın meşru zeminini oluşturmam gerek, ki; yanlış anlaşılmasın!

 

Kendisini anlıyorum… 

Kardeşler arasında kavga çıkmasın istiyor, kardeşlerin arasındaki duvarları, engelleri kaldırmak adına, ateşi söndürmek adına bunu yapıyor! Sanki birazda tarafsız kalmanın konforuna, kolaycılığına sığınıyor… Böyle değilse hakkını helal etsin. Bunun belki kendisi bile farkında değildir. Yada ben farkında değilimdir, öyle olmadığının…

 

Çoğunuza garip ve anlaşılmaz gelecek bir fikrim, bir yargım var benim. 

Ben inanıyorum ki, kardeşler arasındaki kavganın asıl nedeni, diğer kardeşlerin bilgelerinin, kanaat önderlerinin, vicdan sahiplerinin, Allah’dan hakkıyla korkanlarının, kavgayı büyütmemek adına, kendiliğinden sönmesi adına, kavga edenlerin kendilerine kırılmamaları adına, idare-i maslahata sığınmaları adına haksız tarafa “sen haksızsın!” diyememeleri sebep oluyor! Bu yaklaşım, şeytanın sağdan yaklaşımı gibi geliyor bana! Oysa Allah “kardeşlerinizin arasını düzeltin” derken, aynı zamanda başka bir ayette, “haksızlık edenlerle savaşın” diyor. Dikkat! “Haksızlık edenler, zulmedenler!” diyor, “ Kafirin zulmedenleriyle!” demiyor! Bu savaş belki de sadece fiili sıcak savaş olarak anlaşıldığından, fikri savaş, adalet savaşı, haklının hakkını teslim etme savaşı olarak anlaşılması gerektiği gözden kaçırıldığından bu sonuçlar hasıl oluyor!

 

Ben inanıyorum ki, meşhur hakem olayında karar vericiler, haksız gördükleri tarafa, savaş konusunda, başka ictihatları, başka hakları, başka sebepleri, başka ihlalleri, başka doğruları ve yanlışları karıştırmadan, tam zamanında, “sen haksızsın!” diyebilselerdi, bu gün belki de, Cemelimiz, Sıffinimiz, hatta Kerbelamız vd. olmayabilirdi! Daha ileri gideyim! Emeviliğin, Abbasiliğin doğurduğu şeytanın anlayışıyla örtüşen kaderciliğimiz olmazdı! Bu kadar siyasi, mezhebi, ideolojik uydurma hadislerimiz olmazdı! 

Bizde, bizim doğu toplumlarında şöyle bir hastalık var; yaşanmakta olan kavganın sonuçlarını tartışmak! Sebepler hiç kimsenin umurunda değil! Duygusal bir bakış açısıyla, o anki atmosferin, kanın, acının, gözyaşının, mağduriyetlerin üzerinden hükümler vermek ve olayın sebeplerini hiç konu etmemek!..  Böyle olduğu sürece de tekerrür kaçınılmaz oluyor!

 

Peygamberin Arap olmasından, bölgenin coğrafi koşullarından, bilgi düzeyinden, sosyo-kültürel şartlarından, bölgede yetişenlerden yediğinden, bölgenin ve bölge insanının diliyle dine dair olmayan konulara izah getirdiğinden, Kureyşten olduğundan, bedevilerle iç içe yaşadığından… vs. tüm bunlardan yola çıkarak bölgenin ve o zamanın şartlarını dinin sabitelerinin içine dolduranlara verilen bir tepkiden yola çıkarak bir Alim’i, -kendi tabiriyle- bir Kur’an kölesini şeytanlaştırmaya çalışanlardan, buradan yola çıkarak, ne zındıklığını, ne kafirliğini, ne oryantalist uşaklığını, ne ajanlığını bırakan insanların yılan dillerinden doğdu son kavga! Daha doğrusu son zulüm, son iftira kampanyası, son şeytan girişimi!

 

Bunları söylemek lazım! Açık olmak, net olmak lazım! Kardeşlerin arasını düzeltmek adına bir şeyler yapılacaksa, haksız olan kardeşe önce “sen haksızsın ve zulmettin! Sakın bir daha yapma! Yoksa bizi fikrimizle, Allah’ın bize emrettiği adaletle, gerekirse kılıçlarımızla karşında bulursun!” demek lazım! Eğer, zulme uğrayan tarafın yaptığı bir yanlış varsa, ona söylenecek sözler tüm bunlardan sonra gelir!

 

Şimdi fıkraya gelelim;

 

İki arkadaş varmış. İkisinin de birer kızları varmış. Arkadaşlar hayat şartları gereği yıllarca görüşememişler. Yıllar sonra karşılaştıklarında, biri diğerine sormuş;

“Senin kız neler yapıyor? Evlendi mi? Nasıl bir eşi var? Nerde?..” vs. demiş.

 

Arkadaşı başlamış anlatmaya;

“Benim kız evlenmedi, bekar. Bir holding de sekreter olarak çalışıyor. Öyle bir patronu var ki, kızımı öyle çok seviyor ki, her gittiği yere götürüyor. İş seyahatlerinde özel uçağında yanına sadece bizim kızı alıyor. Hatta çoğu gece kızım eve gelmiyor. Patronunun villasında patronuyla baş başa sabahlıyor. Özel davetlere kızımla gidiyor. Her gün değişik hediyeler alıyor. Altınlar, inciler vs. Kızımı gecenin yarısı da olsa hiç üşenmeden eve bırakıyor gerektiğinde...” demiş, ve sormuş; 

 

“Senin kız ne yapıyor!”

 

Adam cevap vermiş; 

“ Benim kızda kötü yola düştü ama ben senin kadar güzel anlatamam şimdi!” demiş.

 

Kötü yola düşenlerin yaptıkları fiillerin adını koymadıkça onları kötü fiilerinden kurtaramayız!

Kötü yolda olana, kötü yolda olduğunu hatırlatmadıkça kötü yolu kendine meşrulaştırmasını, dahası kötü yolun yolculuğundan terfi ettirip, bizzat kötülüğün yolu yaparız!

Buna da hakkımız yoktur! 

Müslüman’ın’ müslümana en büyük iyiliği, yaptığı kötülüğü hatırlatmasıdır! Kavgaysa kavga.. tek başına kalmaksa kalmak…hepsi savaşı kesmek ve zulmü dindirmek adınadır! Tarafsızlık bazen şeytanın en “kutsal” sadasıdır! Duymamak lazımdır!

Vesselam.