SAVAŞ İLANI

Bülent ORAKOĞLU

VAN 23.11.2015 11:13:26 0
SAVAŞ İLANI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD ve NATO’nun yeni iç ve dış tehdidi El-Kaide üzerinden uluslararası terörizm olmuştu. El-Kaide ile CIA arasında ortaya çıkan ilişkiler ağı, 11 Eylül saldırılarının arkasında ABD’nin derin yapılarının olduğuna dair derin kuşkular ve bu konuda ortaya atılan çeşitli iddiaların halen gizemini koruyor olması, İslamiyet ile terörü yan yana getirmeye çalışan kumpasçı bir küresel merkeze işaret ediyor.
Fransa Devlet Başkanı Hollande, DAİŞ’in ikinci Paris saldırısından hemen sonra ”Bu saldırı Fransa’ya savaş ilanıdır diyerek, bu savaşta acımasız olacaklarını özellikle belirtmişti. Hollande’nin bu açıklaması, El-Kaide’nin 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında ABD Başkanı Bush’un Uluslararası Siyasi Literatürde ”Bush Doktrini” olarak adlandırılan, Uluslararası Terörizmle mücadelede ”Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisine” işaret eden bir çağrışıma neden olmuştu. Hollande bu söylemiyle uluslararası terörle mücadelenin en önemli parametrelerinden biri olan ”özgürlük-güvenlik” dengesinde güvenlikçi politikalara ağırlık verileceğini, özgürlük ve insan haklarının 11 Eylül Amerikası’nda olduğu gibi göz ardı edilebileceğini zımnen açıklamıştı.Hollande’ın 2. Paris saldırısının hemen arkasından yapmış olduğu bu açıklamalar irticalen yapılmış hırs, kızgınlık, panik veya şok anında söylenmiş sözler değildi. Aksine Charlie Hebdo terör saldırısını Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak kabul ve telakki eden bir devlet anlayışının dışa vurumu veya yansımasıydı. Fransa AB yasalarının terörizmle mücadele için yeterli olmadığını düşünüyordu. Amerika’da 11 Eylül saldırıları sonrasında özgürlükleri kısıtlayıcı yasaların Fransa’da uygulanması durumunda terörle mücadelede başarılı olabileceği yönünde güçlü bir kanaat hasıl olmuştu. Ancak özgürlükleri kısıtlayan güvenlikçi yasaların, Meclis ve parlamentodan geçip geçmeyeceği, kamuoyunun bu yasalara destek verip vermeyeceği konuları uzun süre tartışmalara neden olmuştu. Hatta Küba’nın Guantanamo körfezinde ABD yasalarından bağımsız olarak gayri yasal bir şekilde kurduğu cezaevi uygulamasının bir benzerinin kurulması bile tartışılmıştı.
1991’de SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesinin ardından Sovyetler Birliğini teşkil eden cumhuriyetlerin bağımsızlığını kazanmalarıyla SSCB dağılmıştı. Bu suretle 1947’den 1991 yılına kadar devam eden NATO ve Varşova Paktı üyesi ülkeler arasındaki siyasi ve askeri gerginlikler, Soğuk Savaş dönemi, Varşova Paktı’nın dağılmasıyla son bulmuştu. NATO ve ABD iç ve dış tehdit değerlendirmelerinde 1. önceliğe aldıkları Komünizm tehdidinin ortadan kalkması ile birlikte küreselleşme sürecinin getirdiği asimetrik iç ve dış tehditlere odaklanmışlardı. 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi gökdelenlerine ve Washington D.C’de Pentagon’a, kaçırılan yolcu uçakları ile yapılan kamizake tipi saldırılar sonrasında eylemi gerçekleştiren örgütün El-Kaide olduğu ABD yetkililerince açıklanmıştı.
11 Eylül saldırıları sonrasında ABD ve NATO’nun yeni iç ve dış tehdidi El-Kaide üzerinden uluslararası terörizm olmuştu. El-Kaide ile CIA arasında ortaya çıkan ilişkiler ağı, 11 Eylül saldırılarının arkasında ABD’nin derin yapılarının olduğuna dair derin kuşkular ve bu konuda ortaya atılan çeşitli iddiaların halen gizemini koruyor olması, İslamiyet ile terörü yan yana getirmeye çalışan kumpasçı bir küresel merkeze işaret ediyor. ABD Bush Doktrinini ileri sürerek 2001 yılında Afganistan’ı, 2003 yılında Irak’ı işgal etmişti.
Bush Doktrinine göre, uluslararası terör örgütleri ve teröristlere destek veren ülkeler ABD’nin düşmanıydılar. Tüm ülkeler uluslararası terör ile mücadelede ya ABD’nin yanında ya da karşısında olacaklardı. Uluslararası terör ve terörizme destek veren ülkeler dünyanın neresinde olurlarsa olsun cezalandırılacaktı. Bu cezalandırmada uluslararası hukuk kuralları aranmayacaktı. Aslında bu doktrin ile uluslararası terörizm ve El-Kaide tehdidi ile mücadele örtüsü altında Amerika’nın Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerin işgaline hukuki bir meşruiyet sağlama çabası açıkça görülebiliyordu.
11 Eylül saldırısını takiben çıkarılan ABD Yurtseverlik Kanunu (USA Patriot Act) gözaltına almaları, sorgulamaları kolaylaştırmıştı. Bu kanun sayesinde Müslümanlara yönelik gözaltına almalar, sorgulamalar önemli miktarda artmaya başlamıştı. New York Times gazetesinin 3 Haziran 2003 tarihli sayısında federal hükümetin Yasadışı Göçmenler Raporuna atfen 8 ay içerisinde 144 bin 513 müslümanın parmak izi alınmış, fotoğrafı çekilmişti. Keza, FBI Terörle Mücadele Ofisi Direktörü Michael R. Rolince kendi sevk ve idaresinde 500 bin müslümanı sorguladığını açıklamıştı. Bu minvalde on binlerce müslüman sınır dışı edilirken, bir o kadar da kendilerine yönelik düşmanca tavırlardan dolayı gönüllü olarak Amerika’yı terk etmişti. Illinois Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nin 2007 yılında yaptıkları araştırmaya göre, Amerika’da müslümanlar İslamofobi yüzünden gelirlerinin %10’unu kaybe-
derken, Chicago’da ise Müslüman iş adamlarının işlerinin %40-50 oranında azaldığı ortaya çıkmıştı.
Fransa’da DAİŞ tarafından 10 ay arayla gerçekleştirilen terör saldırılarını, yetkililerin Fransa ve Avrupa’nın 11 Eylül’ü olarak değerlendirmeleri kanaatimce yanlış bir değerlendirme. Fransa İslamofobi ile Mücadele Kolektifi’nin (CCİF) 1 Ocak- 18 Haziran arasını dikkate alarak hazırladığı rapor, müslümanları hedef alan fiziksel saldırıların bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 500, sözlü saldırıların ise yüzde 100 oranında arttığını ortaya koydu. CCİF, camileri hedef alan şiddet eylemlerinin de yüzde 400 arttığını açıkladı. Bu araştırmanın 2. Paris saldırısı öncesinde yapıldığı düşünülürse PEGİDA hareketinin Fransa, ABD ve diğer Avrupa ülkelerinde süratle büyümesinden İslam ve terörizmi yan yana getirerek İslamofobiyi dünya geneline yaymaya çalışan küresel merkezi sorumlu tutabiliriz..
Bu nedenlerle Paris saldırıları, olsa olsa müslüman dünyanın global 28 Şubatıdır. Fransa’nın uluslararası terörle mücadelede 11 Eylül Amerikası’nın güvenlikçi stratejileri ve politikalarını tercih etmesindeki en önemli neden İslamofobi tuzağına düşmesi veya itilmesidir. Bu durum Fransa’nın Ortadoğu ve dünyadaki dış politika stratejileri ve devlet olarak kendisine biçilmek istenen rolü ile doğru orantılıdır.
Yenişafak/ Bülent ORAKOĞLU