Sandığın içini görebiliyorlar, Erdoğan’ın içini göremiyorlar

30 Mart seçimleri Batı için sürpriz veya dış politika pratiğini dönüştürecek bir sonuç üretmedi. Zaten biliyorlardı. Batı analiz merkezleri ve müesses nizamları, ‘seçim sonuçlarını’ kendilerine yönelik müspet/menfi tercihler ola

VAN 6.04.2014 11:58:14 0
Sandığın içini görebiliyorlar, Erdoğan’ın içini göremiyorlar
Tarih: 01.01.0001 00:00
Nedret Ersanel - Gazeteci - Yazar

Eş zamanlı iki haberle başlayalım; “Türkiye’de mahkeme kararlarına rağmen devam eden Twitter ve YouTube yasakları, seçim yılındaki ABD Kongresi’nde Türkiye aleyhtarı tasarılarda patlama yaşanmasına neden oldu. Geçen hafta Senato’ya sunulan Türkiye’deki yasakları kınayan bir tasarı, Başkan Obama’ya 34 milletvekilinin gönderdiği hukukun üstünlüğüne ilişkin sorunlardan dolayı Türkiye’yi şikâyet eden bir mektup ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na Türkiye’de el konulan Hıristiyan mallarını takip etme görevi veren tasarının ardından, önceki gün de Temsilciler Meclisi’nden dört milletvekili, Türkiye’deki ifade özgürlüğüne engel yasakların kaldırılması çağrısında bulunan bir karar tasarısı hazırladılar.” (Hürriyet, 03/04)

İkincisi; “Kırım’daki kriz, Türk boğazlarında da savaş gemisi trafiği yarattı. Rusya’nın bölgeye ulaşan savaş gemileri dışında, Pentagon da, Ukrayna’nın Kırım bölgesini ilhak eden Moskova’ya karşı sembolik bir adım olarak Karadeniz’e önümüzdeki günlerde bir destroyer daha yollanacağını açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı, bunun, bölgedeki NATO müttefiklerini korumak için düşünüldüğünü duyurdu.” (Hürriyet, 03/04)

Amerika menşeli bu iki haberden hangisi, Washington’un ya da genel olarak Batı’nın, 30 Mart yerel seçimleri sonrası -veya öncesine!- ilişkin Türkiye’ye bakışını yansıtır?

Pensilvanya’daki beyfendi

Belki de yine aynı tarihli bir üçüncüsüne bakmak gerekebilir; “Ekonomiden sorumlu eski devlet bakanı Kemal Derviş, İngiliz gazetesi Financial Times’a yerel seçimlerle ilgili yazdığı yazısında CHP’ye tavsiyelerde bulundu. CHP’ye ‘kasetlere odaklanmaktan kaçınma’ tavsiyesi veren AKP’nin seçimlerde ezici bir destek almadığını söyledi. Brookings Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı olan Derviş, CHP’nin merkez solda, Avrupa’daki sosyal Demokrat Parti çizgisinde bir yer edinmesi gerektiğini vurgularken partide ‘etnik şovenizme yer olmaması’ gerektiğini savundu. Derviş, ‘Türkiye’nin merkez sol muhalefeti kasetlere odaklanmamalı, vurgusunu ekonomiye yöneltmelidir’ dedi.” (Milliyet, 03/04)

Washington’un yerel seçimlere ilişkin fikirlerinin de duyulacağı ABD Dışişleri’ndeki basın toplantısında yaşananlar bu açıdan hayli komik sayılmalı...

“ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, günlük basın brifinginde, Türkiye’deki yerel seçimlerle ilgili soruları da yanıtladı. Yerel seçimleri takip ettiklerini, ‘açıkçası Türk halkını seçimlere katılımından dolayı kutluyoruz’ diyerek, konuyla ilgili daha fazla yorumda bulunmayacağını bildirdi. Bir gazetecinin ‘Seçimlerden sonra Erdoğan zafer konuşmasında Pensilvanya’dan bahsetti. ABD’nin ve hatta Batı’nın Türkiye konusunda, Erdoğan’dan ziyade Fethullah Gülen’in çizgisinde yer aldığına yönelik birçok söylenti var yorumu üzerine Harf, şunları kaydetti: ‘Saçma. Bu beyefendi Pensilvanya’da yaşıyor olsun ya da olmasın, Türk hükümetinin Twitter’ı yasaklaması hala doğru değil.”

Gazeteci ısrarlı; “Türkiye-İsrail ilişkisinden yana olduğu belirtilen Fethullah Gülen’le daha çok aynı pozisyonda değil misiniz?” sorusu üzerine Harf şunları söyledi: “Hayır. Açık konuşalım. Türkiye yakın bir NATO müttefiki. Bu nedenle Pensilvanya’da yaşayan beyefendiyi unutun.” (Sabah, 01/04) (Türk basınına, ‘unutun’ ifadesi, yayınlayan basın kuruluşunun meşrebine göre, “onu vermeyiz” veya tersine “biz hallederiz” mealinde yansımışsa da -aslında haberlerde kullanılan ‘unutun’ ifadesi dahi tam çeviri sayılmaz- anlaşılması gereken; “bahsettiğimiz konunun onunla bir ilgisi yok”tur.)

Bu katmanlı okumalardan sonra genel olarak Avrupa ve ABD, özel olarak Amerika olarak tarif edilen ‘Batı’, 30 Mart yerel seçim sonuçlarını dış politika pratikleri açısından tek doğrultuda okuyacak. Batı analiz merkezleri ve müesses nizamları, dikkatle izledikleri ülkelerin ‘seçim sonuçlarını’ kendilerine yönelik müspet veya menfi tercihler olarak algılamaz. Rasyonalite sabittir ve ‘içerideki müttefiklerine’ de durum böyle izah edilir.

Washington ve Türkiye’yi takip eden Avrupa başkentlerinde yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler takvimi, ‘üç temel soru’nun merak edilmesine/araştırılmasına neden oldu. Bunlardan birincisi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamına aday olup olmayacağıydı. Düne kadar hem Türkiye’deki yabancı misyonun hem de dışarıdan Ankara’yı ‘çözmeye çalışan’ dışişleri ve düşünce kuruluşlarındaki akıllar bunu öğrenmeye çalıştı.

Bu merakın en somut örneği, Başbakan’ın son Almanya gezisinde Şansölye Angela Merkel’in diplomatik teamüllerin ve protokol alışkanlıklarının sınırını da zorlayarak, “Gerçekten cumhurbaşkanlığına aday olacak mısınız? Söz veriyorum, yanıtınızı kimseye söylemeyeceğim” demesidir. (Hürriyet, 02/07) Bu soru bir yandan Batı’nın Erdoğan’ın kafasını tam olarak-hâlâ-okuyamadığını gösterirken, Erdoğan’ın verdiği yanıtın bugüne ilişkin ipucunu da ortaya çıkarmıştır... “Şu andaki gündemimiz 30 Mart seçimleri. Diğer konuyu günü geldiğinde değerlendiririz. Günü geldiğinde siz de öğrenirsiniz.” (Milliyet, 07/02) Haliyle Batı, Pazar günü ortaya çıkan seçim sonuçlarına bakarak Ankara’nın önümüzdeki aylarda değişecek dengelerine ilişkin fikir sahibi olacaktır. Göremedikleri Erdoğan’ın planlarıdır. Tersine, 30 Mart’ta olduğu üzere, yolun gidişini görebilmektedirler.

İkinci soru teknik bir sorudur; 30 Mart yerel seçimleri genel seçimlerin erkene alınmasına sebep olur muydu? Ve nihayet eğer Başbakan Erdoğan Köşk’e çıkmaya karar verirse, Başbakan kim olacaktır? Tüm bu sorular 30 Mart sonrası Batı değerlendirmelerinde biraz daha net kestirmelerle karşılanacak olsa da, esas(lı) konu ve soru; ‘tazelenen’ ve Cumhurbaşkanlığı ile genel seçimlerin ardından daha da yenilenecek Türkiye siyasi mimarisinin, Batı cephesinin hangi küresel/bölgesel hamlelerine destek olacağı, hangi hamlelerine soğuk bakacağıdır!

Batı sonucu biliyordu

Türk medyası, Avrupa ve ABD basınının Türkiye’ye ilişkin haberlerini olduğu gibi içeri yansıtma eğilimindedir ve kendi duruşuna göre ‘başlığını ve spotunu’ değiştirse de, ‘gazetecilik saikleri’ ile içeriğe eleştirel/tuzakları gören bir bakış getirmemektedir. Dışarıda Gezi olayları sırasında ortaya çıkan CNN, BBC, Al Jazeera yayınlarının aynı anda ve emsalsiz biçimde saatler boyunca-kendi yayın alışkanlıkları ve ilkelerini zorlayarak-devam etmesi, Batı politik aksamının teşviki şüphesini gündeme getirmiştir.

Öyle ki, Türk kamuoyu kapısının önündeki olayları, dış basından takip eder hale gelmiş, yerel medya da buna ‘vesile’ olmuştur. Bu tür vakalar, ‘sıradan zamanlar’ içinde işte yukarıda örneklerini verdiğimiz ‘Türkiye haberleri’ne dönüşmektedir. Oysa Batı siyasi pratiği şu an istese dahi Türkiye’ye ilişin politik ‘yergisini’ standart, “özgürlükler, insan hakları, demokrasi” çizgisinde tutacaktır. Konjonktür fazlasına imkân vermemektedir!

Amerika Birleşik Devletleri ve kısmi Avrupa başkentleri açısından 30 Mart seçim sonuçlarının sürpriz olduğu söylenemez. Hem hükümet hem de etkili düşünce kuruluşları, genel konular üzerinden orta şiddette kimi eleştirilerde bulunsa da, Beyaz Saray seçim sürecinde Ankara ile açık ve sert bir tartışmaya girmekten özenle kaçtı. Öyle ki, Başbakan Erdoğan ile Başkan Obama arasında uzun aradan sonra gerçekleşen son telefon görüşmesi de dahil, Türkiye’nin içişlerine karışmadığı yaklaşımını sıklıkla tekrarladı. (ABD’nin, Türk iç politikasına sunuluşu ve Türk kamuoyu tarafından algılanışı üzerine ciddi ve eski rahatsızlıkları var. Washington’un anlamadığı kendi attığı adımların ‘da’ bunu neden olduğudur. Suriye’de değişen tutumu kamuoyu tarafından başka nasıl anlaşılabilirdi? ABD’nin farklı konularda dillendirdiği Türkiye ‘standart’ eleştirileri de malum medya tarafından hem abartılarak hem de çoğaltılarak işlenmiştir. Esasen, ABD’nin Türkiye’deki algısını bozanlardan biri de budur! Birbirini besleyen bir çember çizilmiştir. Yeni bir büyükelçinin (!) konuya yoğunlaşacağı varsayılabilir. )

Batı genel olarak 30 Mart sonuçlarının nasıl geleceği konusunda kanaate sahipti ve herhangi bir sürpriz veya dış politika pratiğini dönüştürecek sonuç algılamadı. Ancak Cumhurbaşkanlığı ile ardından gelecek (veya birleşecek) genel seçimlerin üreteceği sonuçları şu an kestiremiyor. Açık söylemek gerekirse Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında bir görev değişikliği hali Batı’yı huzursuz etmiyor. Öte yandan ilginç bir nokta, Başbakan olarak Abdullah Gül’ün düşünülmesi, iki Batı kesiti tarafından farklı derecelerde olumlanabilir ya da olumsuzlanabilir!

Nihayet, Batı’nın 30 Mart seçimlerini daha önceden satın aldığı, sürprizle karşılaşmadığı, esasen AK Parti’nin oylarını biraz da düşük varsaydığı, bundan gayrı ‘Türkiye’ye yönelik ve Türkiye ile birlikte’ dış politikasının hemen hiç oynamayacağını, genel seçimler sonuçlanana değin Ankara ile özel bir noktada kırılma istemediğini, kaldı ki, güncel bölgesel ve global artı müstakbel konjonktürün buna imkân vermeyeceği kestirilebilir.