ŞAM’DAKİ YANLIŞ HESAP KOBANİ’DEN DÖNDÜ

FARKLI BİR DEĞERLENDİRME!

VAN 12.10.2014 12:38:13 0
ŞAM’DAKİ YANLIŞ HESAP KOBANİ’DEN DÖNDÜ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Türkiye, IŞİD’in tasfiyesiyle ABD’yi “tavlamaya” çalışarak, artık bir hayale dönüşen Esad’ı devirme projesinde kara gücü olmaya rıza gösterdiğini söylüyor. Washington eğer Ankara’nın bu blöfünü görürse, Türkiye hem IŞİD hem de Suriye rejimi ile savaşacak.
El-cezire/İlhan Uzgel
Arap Baharı’ndan bu yana yanlış eksenler üzerine inşa edilen Türk dış politikası için bölgedeki her gelişme, bu yanlış hesabın faturasını ödeme sürecine dönüştü. Türkiye’nin Irak’taki Musul Konsolosluğu görevlilerinin kaçırılması gibi bir durumda, yayın yasağıyla bunun üstünü biraz olsun örtmek mümkündü. Ama konu Kürt Sorunu’na gelince, bunun saklanmasının imkanı olmadığı gibi krize dönüşmesi de engellenemedi.
Irak ve Suriye giderek Ortadoğu’nun Afganistan’ı olma yolunda ilerlerken, Türkiye’nin bundan etkilenmesi kaçınılmazdı. Fakat bölge siyasetinde öyle hatalar yapıldı ki, sorun gittikçe daha karmaşık, çok boyutlu ve içinden çıkılmaz bir hâl almaya başladı. Türkiye’nin bölgede Irak ve Suriye meselesi dışında bir dış politika gündemi kalmadı. Üstelik, “Suriye bizim iç meselemiz.” diye diye, en sonunda Suriye ve Irak’taki kriz adeta tüm Türkiye’yi saran bir çatışma halini aldı.
Buraya nasıl ve nereden geldiğimize bakarsak, ard arda yapılan hataların sonuçlarını yaşadığımız anlaşılır.
Türkiye’nin Suriye politikasının hataları
1) Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, aşırı bir özgüvenle Ortadoğu siyasetinde belirleyici olacağı gibi gereksiz bir iddiayla ortaya çıktı. Hatta, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ağzından, bölgede Türkiyesiz yaprak kımıldamayacağı, Suriye’nin Halep ve Şam şehirlerinin sokak sokak bilindiği gibi yukarıdan ve bir önceki dönemi aşağılamayı da içeren söylemler geliştirildi.
Arka planda ise ABD ile ortak şekilde, Suriye rejiminin devrilmesi için elden gelen her tür araç devreye sokuldu. Ne var ki, bir sürü sebepten dolayı ABD, bu politikadan vazgeçti. Muhalif güçlerin her bakımdan sorunlu niteliği, Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın tahmin edilenden daha dirençli çıkması, Rusya ve İran’ın Suriye yönetimine ısrarlı desteği, Esad devrildiğinde yerine geçecek İslamcı bir hareketin daha fazla fayda vermeyebilme durumu, Washington’ın fikir değiştirme nedenleri arasında sayılabilir.
Buna rağmen Ankara, hipnotize olmuş gibi Esad’ı kendi imkanlarıyla devirme politikasına sıkı sıkıya sarıldı. Katar ve Suudi Arabistan’ın kendi yanında olduğunu düşündü. Esad’ın, Libya’daki Muammer Kaddafi gibi bir sonla gideceğinden emin şekilde, devrilmemesi durumunda neler yapılabileceğine dair hiçbir alternatif geliştirmeden ve her türlü riski alarak yalnızca Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) değil, diğer İslamcı gruplara da ya yardım gönderdi ya da onlara silah ve savaşçı gitmesine engel olmadı.
2) Esad devrilmediği gibi, Suriye’de bir yandan hesapta olmayan Rojava deneyimi gibi Kürt Sorunu’nu dönüştüren bir yapılanma, diğer yandan Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi tehlikeli bir örgüt ortaya çıktı. Türkiye, birbiriyle bağlantılı bu iki durumla nasıl başedeceğini de bilemedi. Suriye’deki krizin Kürt Sorunu açısından getirdiği yenilik, Suriye Kürtlerinin artık Ortadoğu’daki Kürt Sorunu denkleminin ayrılmaz bir parçası olmasıydı.
Hükümet, Suriye Kürtleri gerçeğini kabullenmek ve ona göre bir siyaset oluşturmak yerine parçalı ve çelişkili siyasetini sürdürdü. Irak Kürtleriyle ittifak, kendi Kürtleriyle müzakere ve Suriye Kürtlerini boğma stratejisi gibi anlamlı ve gerçekçi olmayan, sonuçlarını yine hesap edemediği kurnazca bir oyuna girmek istedi. Oysa, Suriye’de rejimi yıkma oyunun en somut sonuçlarından biri, Kürt siyasetinde sınırların aşıldığı bir döneme geçilmesiydi. Artık Çözüm Süreci, Suriyeli Kürtlerden bağımsız yürütülebilecek bir eşiği çoktan aşmıştı. Türkiye’nin Kürtlere verdiği mesaj, Suriye Kürtlerine komşu olmak yerine IŞİD’i tercih ettiğiydi.
Haziran 2014′te Musul’u iki günde alan IŞİD’in Kobani’de 16 Eylül’den beri uğraşması, sonu nasıl biterse bitsin, Türkiye’nin kaybettiği bir sorun. Eğer Kürtler, IŞİD’i oraya sokmazlarsa, “Kobani Direnişi” bir zafere, mitolojiye dönüşecek ve Kürtlere müthiş bir özgüven aşılayacak. Kürtler, IŞİD’in arkasında hükümetin olduğunu düşündükleri bir ortamda, bunu aynı zamanda Türkiye’ye karşı kazanılmış dolaylı bir askeri başarı olarak görecekler. Eğer Kobani düşerse, Kürtler bu sefer tersinden, Amerikalıların Alamo Kalesi benzeri bir mitoloji üretecekler ve hükümeti, hem IŞİD’i kendi üzerlerine saldırtmak hem de gerekli yardım gitmesine izin vermemekle suçlayacaklar.
3) Hükümet, IŞİD fenomenine bakışta ve onu tanımlama konusunda, sorunlu ve kafa karıştırıcı bir yaklaşım belirledi. Ankara, kağıt üzerinde IŞİD’i terörist örgüt olarak tanımlıyor fakat düşman sıralamasında Esad birinci, PYD ikinci sırada yer alırken, IŞİD’in bahsi geçmiyor. Musul Konsolosluğu görevlilerinin serbest bırakılması da bunu çok ciddi ölçüde değiştirmedi. Gerek AKP hükümeti gerekse de ona yakın kesimler; IŞİD’ın varlığından rahatsız olduklarını gösteren, onun eylemlerini doğrudan kınayan, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal eden vs. bir örgüt olduğunu vurgulayan yüksek sesli bir tutumdan kaçınıyor.
4) Hükümet, ABD’nin Ortadoğu siyasetindeki değişimi de tam olarak anlayamadı. ABD, Esad’ı devirme siyasetinden çoktan vazgeçmiş olmasına rağmen, hükümet ısrarla IŞİD’e karşı yapılacak bir kara harekatı için Esad’ın devrilmesi koşulunu ileri sürebildi. Ne hukuk ne siyaset açısından savunulacak yeri olan bu çıkış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu için Esad’ın gitmesinin nasıl bir takıntı haline geldiğini göstermesi açısından da ibret verici.
Türkiye’nin blöfünü ABD görecek mi?
Türkiye, tarihinde ilk kez açıkça bir ülkeyi işgal ederek, rejimi devirmek istediğini en yetkili ağızdan dile getirdi. 10 yıl boyunca Ortadoğu’da, 1 Mart Tezkeresi’nin kazara geçmemesinin nimetlerinden faydalanmış bir hükümetin, nasıl olup da, ondan bile daha geri bir pozisyona düştüğünü göstermesi açısından şaşırtıcı bir durum bu. 1 Mart 2003’te Türkiye’den istenen bir geçiş kolaylığıydı. Şimdi ise Türkiye, açıkça IŞİD’in tasfiyesiyle ABD’yi “tavlamaya” çalışarak, artık bir hayal noktasına gelen ‘Esad’ı devirme projesinde’ kara gücü olmaya rıza gösterdiğini söylüyor.
Washington eğer Ankara’nın bu blöfünü görürse, Türkiye’nin önüne iki seçenek çıkacak: Yanı başındaki IŞİD ile savaşmak ya da IŞİD ile birlikte Suriye rejimine karşı savaşmak. İkinci seçenek mümkün olamayacağına göre, hükümetin arka arkaya iki savaşı göze aldığı ve bunun getireceği büyük kayıpları kabullendiği anlaşılıyor. Kaldı ki, bu saatten sonra Esad’ın gitmesi, kalmasından daha büyük sorunlar çıkarabilir. Yine de Davutoğlu liderliğindeki AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esad’ın iktidarda kaldığı her günü, başarısızlıklarının somut bir delili olarak gördükleri için bunun yol açacağı yeni istikrarsızlık dalgasını daha az önemsiyorlar.
Halbuki ABD’nin ise Suriye’de bir acelesinin olmadığı görülüyor. Başkan Barack Obama’nın IŞİD stratejisi, Suriye’deki ılımlı muhalefetin eğitilip donatılması, ehli keyif hava bombardımanları gibi uzun erimli bir yaklaşıma dayanıyor. Washington, bir yandan da karada IŞİD’e karşı savaşacak bir ordu arıyor. Ankara’nın ise acelesi var; bir an önce sıkça tekrarladığı ama Batılı ülkelerin ciddiye almayıp oyaladıkları o güvenli bölgeyi kurma telaşında. Suriye’deki Kürt siyasetini denetim altına almak, mülteci yükünü hafifletmek ve buradan Suriye içine daha rahat müdahale edebilmek için…
Lakin Türkiye, ABD’yi bölge siyasetinde rahatlatacak bir yöne girmediği sürece, güvenli yahut tampon bölge talebine destek bulamayacak. ABD, Türkiye’den karada IŞİD ile savaşmasını; Türkiye ise ABD’den Esad’ı devirme politikasına geri dönmesini istiyor. Bu ikisinin uzlaşması mümkün görünmüyor.
Ankara’nın izlediği politika, hem içeride hem de dışarıdaki Kürtleri yabancılaştırırken, ne olduğu hâlâ belli olmayan Çözüm Süreci’ni de tehlikeye atıyor. Türkiye bu suretle komşusunu işgal etmeye çalışan bir ülke görüntüsü vermeye, giderek artan mülteci yüküyle baş etmeye çalışan bir ülkeye dönüşüyor.
Türkiye, tarihi boyunca ilk kez dış politikasını bu ölçüde iç politikasının parçası haline getirirken, yine ilk kez bir dış politika başarısızlığı iç siyaset ortamı ve toplumsal barışta bu ölçüde istikrarsızlık yaratıyor. Üstelik bir kara savaşıyla yenilmediği sürece IŞİD, Suriye ve Irak’ta bulunmaya devam edecek. Ve bu açmazdan çıkış yolunda hükümetin geliştirdiği herhangi bir vizyon, politika ve alternatif yaklaşım da ufukta görünmüyor. Türkiye, Ortadoğu’daki derin krizi çözen değil, aksine onun içine çekilen bir ülke haline geliyor.