Said Nursi'nin sadeleştirmeyi reddeden el yazısı

ÜNAL'A CEVAP VERDİ VE O BELGEYİ GÖSTERDİ

VAN 6.06.2014 12:26:39 0
Said Nursi
Tarih: 01.01.0001 00:00
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Abdülkadir Badıllı , Zaman yazarı Ali Ünal'ın sadeleştirmeyi savunan yazısına cevap verdi.

Risale Haber’e açıklama gönderen Badıllı, sadeleştirmenin Risale-i Nur’u tahrif etmek olduğunu, sadeleştirmeye delil gösterilen bölümün eksik anlatıldığını belirtti.

“Nurun manevi avukatı” olarak bilinen merhum Ahmet Feyzi Kul ağabeyin de sadeleştirme istediğini hatırlatan Badıllı ağabey, Bediüzzaman Hazretlerinin buna şiddetle karşı çıktığını ve el yazısı ile uyardığını belgeleriyle gösterdi.

Badıllı ağabeyin açıklaması şöyle:

SADELEŞTİRME BİR TAHRİF AMELİYESİDİR

İslam âlimleri fıtri geleneğinde telif, tefsir, şerh ve tahşiye hizmetleri vardır. Sadeleştirme diye bir mefhum yoktur. Doğrudan bir tahrif olan sadeleştirme ameliyesi dünyanın hiçbir milletinin dilinde de yoktur ve olmamıştır. Şu bozma ve sulandırma işi olan sadeleştirme sadece Türkiye’de baş göstermiştir. Dil tarih kurumunun akıntısına şuursuzca kapılan bazı çevreler, sadeleştirme ameliyesini kendilerine şaşmaz düstur ittihaz edindikleri için Risale-i Nur gibi doğrudan üstün bir ilham varidatı olan kutsi bir eseri bile yozlaştırmaya cesaret gösterebilmişlerdir.

Tefsir, şerh ve tahşiye nasıl ve nelerden ibaret olduğu herkesin malumudur. Bunları yapacak kimselerde müellifin ayarında mantık, maani, belagat ve kelamda tam bilgi sahibi olmaları kesin şarttır. Tercüme işi aynı dili aynı dile tercüme etmek değil, tamamen başka bir dile mecburi olarak çevirmekten ibaret bir meseledir, eksiği noksanı olsa bile.

Fethullah Hocanın iki tavrı: şimdi yapılan şu yozlaştırma işini perdeler gerisinde destekleyen bu zat, birkaç sene önce çevrelerince ve dışta yayılan şu sözleri: ’’Risale-i Nur’u sadeleştirme işi, netice itibariyle incilin akıbeti gibi olur’’ yani yozlaşır, kutsiyetten düşer, manasız kalır.

İşte muhterem hocamız hem böyle der, hem de sadeleştirmeyi desteklerse, bu durumda iki lisan kulanmış olmuyor mu?

Gelelim zaman gazetesi yazarı Ali Ünal’ın kafadan atma yorumlarına:
Nurun doğrudan talebelerinin iktidar akımına dayanarak sadeleştirmeye karşı geldiklerini yazmış gibi bir ima veriyor.

Cevap: Bunu söyleyen yazar, belliki Risale-i Nur’un bizzat kendi nurlu akımından ve nurani cereyanından habersiz, bilgisizdir. Ve asıl gülünç ve maskara hal onun halidir ki, dünyada bütün müsbet akım ve cereyanlar Risale-i Nur’un akımına muhtaç olduğunu bilmiyor. Çünkü şu sadeleştirme teşebbüsü 17 sene önce Sızıntı dergisinde açığa vurunca, ona karşı çok reddiyeli yazılar yazıldı. Bu fakir "Sadeleştirme Asri Bir Tahriftir" isimli küçük bir kitap yazdı. Ve bu kitapta bizzat nurun menbaından sadeleştirmeyi katiyetle kabul etmeyen deliller serdettim.

Bu arada İslam harfiyle Kastamonu Lahikasında kayıtlı Üstadın bir mektubunda ‘’saniyen burada lise mektebine bir nurgirdi… ilh’’ diye başlayan bölümde ‘’Bazı kelimat-ı arabiyyede tasarruf edildi… sizde öyle yaparsınız..Ve devamı…” Bu mektubun bu parçasını adı geçen kitabımda dört tarafıyla inceleyerek şerhettim. O mektubun o kısmını sadece nurun üç dört parçasına mahsus olduğunu ve Üstad Hazretlerinin kendisinin yaptığı tasarrufun aynısı gibi Ispartalı talebelerinin de öyle düzeltmelerini istemiştir. Tasarruf görmüş olan o parçalar şu anda o vaziyeti ile Asa’y-ı Musa kitabında mevcut olduğunu ispat etmişim.

Hazreti Üstad 1941’lerde Abdullah Yeğin ve birkaç lise talebesi arkadaşlarının istifadeleri için mezkür parçaları yeni yazıyla kendilerine daktilo etmelerine bir ihtar ile izin verdiğini buyurmaktadır. Lakin sonralarda adı geçen mektuptaki o kısmı oradan çıkardığını gösteren 1958 baskılı Kastamonu Lahikası şahitlik yapmaktadır. Yani bu hadise bir iddia değil hakikatın kendisidir.

Düşünüp bilmeden kalem oynatan Zaman yazarı, yazısında dönemlerden söz ediyor ve ikinci dönemin Risale-i Nur üstünde her türlü tasarruflu işlemi yapabileceklerinden dem vuruyor. Bu batıl fikri reddeden cevaplar pek çoktur. Sadece birisini efkâr-ı umumiyeye göstermek üzere, 1949 yılında Afyon hapsinde, Nurun manevi avukatı olan merhum Ahmet Feyzi Kul’un Nurların sadeleştirilerek mecmualarda neşredilme iznini uzun mektubuyla ve sonra şifahice istemesi üzerine, ikinci günü Üstad Hazretleri yakın talebesi olan merhum Ceylan Çalışkan’a kendi eliyle yazdığı şu pusulayı göndermiştir.

ADI GEÇEN PUSULA




İşte Üstadın kendi elyazısı pusulanın tercümesi: “Ceylan bu mahremdir bak sonra yırt. Ben manevi bir ihtara binaen bir pusula Feyzi’ye yazdım. Sen onu gördün mü? Sen anla ki o ne ile meşguldür. Bir cevap vermedi. Başka şeyleri yazdı. Bir mecmua ile Nurları neşredeceğiz diye manasız bir şeyler yazdı. Sakın şemsi gibi (Vaiz Şemsettin Yeşil) nurları tağyir etmesin.”

Evet, Risale-i Nur talebelerinin sadeleştirme tahrifine karşı direnmeleri hissi, heyecanlı bir taassup reaksiyonu değil, birçok delil ve burhana dayandırılan ilmi ve tahkiki bir direniştir.

RİSALEHABER