'Resmî İdeoloji İkonu' Yontmak İçin 'Ulusal Kutsal Savaş' mı?

Selahaddin E. Çakırgil Çanakale savaşını ve Çanakkale savaşını kazanan komutan olarak sunulan Mustafa Kemal Atatürk'ü yorumlamış:

VAN 17.03.2015 17:14:06 0
Tarih: 01.01.0001 00:00
 secakirgil@yahoo.com

Bu yazı, resmî ideoloji ikonuna dönüşen-dönüştürülen bir Osmanlı subayının savaştaki hizmetlerini yok saymak gibi toptan inkar edici bir kasd taşıyor sanılmaya..

Elbette ki, savaş ateşinin olduğu yerde, karşı tarafın yok edilmesi esastır ve  ‘ölme ve öldürme’ işini üstlenenler ise, askerlerdir ve onlar savaşacaklardır. Keza, ateş binayı sardığı zaman, itfaiye erlerinin vazifesi de, o yangını söndürmektir. Ama, bu ağır işleri bir meslek veya bir ideal uğruna yapanlara teşekkür ederiz, lakin, onların hiçbirisine sınırsız ve sonsuz bir minnetdârlık besleyemeyiz. Hele de, onlar kendilerini bulunmaz ni’met durumunda gösterirler ve vazifelerini yapmış olmanın ötesinde ensenizde boza pişirmeye kalkışacak olurlarsa..

O itfaiye erlerinden birisi, daha sonra ortaya çıkıp da, ikide bir evinize gelip başköşeye kurulur ve ‘Bu ev benim sâyemde yanmaktan kurtuldu..’ diyerek, evdekilere emirler yağdırmaya, kurallar koymaya kalkışır ve yapılan hizmetlerle hiç ilgisi olmayan bir tasalluta, tahakküme dönüşürse..

İşte o zaman.. Külahların değiştirilmesi noktasına doğru yaklaşılmış olunur.

*

Bugünlerde Çanakkale Savaşı’nın ya da muharebelerinin 100. yıldönümü münasebetiyle öyle yayınlar yapılıyor ki, özel ve resmî tv. kanallarında.. Zannedersiniz ki, Çanakkale Savaşı’nı filanca binbaşı ya da yarbay durumunda bulunan kişi tek başına kazanmıştır.

Halbuki, yok böyle bir şey..

Gerçekte ise, Çanakkale Savaşı, o savaşın kazanılmasında etkili olduğu söylenen, yarbay rütbesindeki ve 35 yaşlarındaki kişinin daha bir büyütülmesi için daha büyük bir önemle anılmaktadır.

O kişi o büyük savaşın değişik muharebe cebhelerinden sadece-1-2’sinde bulunmuştur, elbette...Ve, elbette ki, bir siperde yenik düşülürse, bazen bütün siperlerin düşmesi sonucu da ortaya çıkabilir.  Ama, bu böyledir diyerek bir takım kimseler kendi etkilerini büyütmek ve hele de içine düştükleri bir megalomania / kendisini büyük görmek  duygusuna kapılırsa.. İşte orada dur denilmesi gerekir.

Bu açıdan, filan muharebenin kazanılmasında etkisi olan herhangi bir askerin hakkı yenilmemeli, kadirbilmezlik yapılmamalıdır; ama, hiç bir askerin..

Ve hele de, o muharebeler, bir takım üstün liderlik profili oluşturmak için kullananların nefsanî emellerine fedâ edilecek olursa, o zaman, o yolda can veren onbinlerin, yüzbinlerin hayat ve hâtırâsı hiçe sayılmış olur. Ve böyle bir saygısızlık, bonapartist anlayış taşıyanlar için hiç de önemli değildir. Çünkü o kitleler için Bonapart'ın emrinde savaşmış olmaktan daha büyük şeref yoktur.

Napolyon,  bir savaşta kaybedilen onbinlerce askerinden sözedildiğinde, 'Onlar ne için gelmişlerdi ki savaş meydanına? Şeref ise, bizim safımızda ölmekten daha büyük şeref mi olur ?' demiştir.

Girizgâh maiyetindeki bu cümlelerden sonra dönelim yine Çanakkale Savaşı'na..

*

Önce 'Çanakkale'ye nereden, nasıl ve niçin gelindi?'yi ve savaşın asıl mahiyetini anlayabilmek için bir durum muhakemesi yapmak gerekiyor.

Tarihimizde Hicrî-1293’deki ağır yenilgimiz üzerine, kısaca ‘93 Harbi’ diye bilinen 1877-78’lerde 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Bosna-Hersek diyarı, Bismarck’ın‘himmet’(!?)iyle Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’na ‘hediye’ edilmiştir. Ve bu ‘hediye’edişten 35 sene sonralarda, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdi Arşiduk FranzFerdinand ve eşi, büyük tantanalarla geldiği ve gösterişli törenlerle karşılandığı Saraybosna’da, 28 Haziran 1914’de günü Gavriel Princip isimli bir sırb genci tarafından öldürülmüştür.

Hemen arkasından Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a savaş açmış, o da Rusya'ya sığınmış ve Rusya Sırbistan’ın yanında savaşa girmiştir. Bunun üzerine öteden beri dünya emperyalizminin liderliği üzerine İngiltere ile açık bir yarış halinde bulunan ve yüksek teknolojisiyle ağızları sulandıran Almanya da  Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yanında yer almıştır.  İngiltere ve Fransa da Rusya'nın yanında..

Osmanlı Devleti ise henüz Balkan Savaşları'ndan aldığı ağır yaraları saramadan, kendisini o zamana kadar örneği olmayan bir değişik savaş türü ile,  bir dünya savaşı tehlikesiyle karşıya bulmuştur.

Sürgünde bulunan eski Sultan Abdulhamîd, yakın çevresine, böyle bir savaşla karşılaşılacağından hep endişe ettiğini ve savaşa girilmemesi için diplomasinin bütün ince hünerlerini kullanmak gerektiğini söyler.

'İttihad-Terakkî' iktidarını elinde tutan kadro ise, (bu kadronun A takımı Enver, Cemal ve Tal'at Paşa'dır..) kaçınılmaz gördükleri bu savaşa girmek düşüncesindedirler. Belki böylece kaybedilen yerleri kurtarmak hayalindedirler.

Ve henüz 35 yaşlarında olan ve sırf  Saray'ın damadı olduğu için Osmanlı Orduları Başkumandan Vekili sıfatıyla en yüksek karar merkezinde bulunan Enver Paşa, 1914 Ağustosu'nda 20 gün sürecek bir Londra ziyaretine gider.

Silah ve maddî yardım alabilirse, İngiltere'nin safında yer alınabileceğinin işaretleri verilmiş olur.

Ama, Osmanlı'nın, yakın geçmişteki siyasetiyle Almanya'yı tercih ettiğinden hoşnud olmayan İngiltere ilgi göstermez Enver Paşa'ya; o da eli boş döner. Üstelik Osmanlı tarafından parası ödenmiş olan savaş gemilerini bile vermez. (Ki, hâlâ verilmemiştir.)

Bu durumu iyi değerlendiren Almanya, Osmanlı'yı yanına çekmek için her 'fedakâr' (!)lığı yapar, Goben ve Breslau isimli iki savaş gemisi Osmanlı bayrağını çekerek Karadeniz'in kuzey sahillerindeki Rusya şehirlerinden Odesa ve Sivastopol gibi limanları topa tutar.

Rusya bir yanlışlık sözkonusu ise derhal özür dilenmesini ve tazminat ödenmesini, aksi halde savaş açacağını bildirir. Sadrâzam Said Halîm Paşa savaş istemese de, İttihad -Terakkî'nin merkez kadrosu savaşa girmeye karar verir ve Osmanlı da Eylûl -1914'ün son günlerinde Almanya'nın yanında savaşa girer.

Ve.. Sondan bir önceki Osmanlı Padişahı Sultan Reşad, Halife-i Muslimîyn sıfatıyla Cihad-ı Ekber ilan eder. İngiltere ve müttefikleri Çanakkale'yi geçmek isterler.

 Cihad-ı Ekber ordularının Çanakkale cebhelerindeki en üstün komutanları ise, ünlü alman generalleridir.

Goltz Paşa, Liman von Sanders Paşa.. Souchon Paşa, Falkenhein Paşa.. diye anılan ve başlarına kalpaklar geçirmiş alman generalleri..

Enver Paşa ise, bütün Osmanlı Ordularının Başkomutan Vekili..

Karşı tarafta ise en ünlü ingiliz generaller..

Yani, Çanakkale muharebeleri gerçekte ingiliz ve alman generallerinin savaş taktik ve hünerlerini sergiledikleri bir zaman ve mekan dilimidir.

Pekiy..

Çanakkale Savaşı anlatılırken, oradaki yüzlerce subaydan birisi olan ve binbaşı veya yarbay rütbesindeki bir kişi neden öne çıkar da; yenilgide de, başarıda da asıl muhatab kişi durumundaki sorumlu Enver Paşa, ya da Padişah niye yoktur?

Onu da, inşaallah yarınki yazıda anlamaya çalışalım..